İnsanın kendisine yapacağı en büyük kötülük, bir günah işledikten sonra: “Eyvah, helâk oldum! Allah beni affetmeyecek.” deyip, tevbe ve istiğfarı terketmesidir.
Allahu Tealâ, kötülük yapanlara ve haram işleyenlere “zalim” demiştir. Ancak, aynı sıfatı yaptığı kötülüklere tevbe etmeyenler için de kullanmıştır. (Hucurat/11). Halbuki, işlenen kusurlar, zamanında farkedilir, terkedilir ve tedbiri alınırsa hayra dönüşür ve kulun Allah’a yaklaşmasını temin eder. Tıpkı şeytanın, kulları Allah’tan uzaklaştırmak için çırpınması, fakat aynı zamanda ondan Allah’a sığınanlar için bir zikir ve taat sebebi olması gibi.
Anlaşılıyor ki, önemli olan işlerin sonucudur. Nice hayırlı gözüken iş, sahibini helâk ederken, nice kötü gözüken işler de iyi sonuç verebilir. Tevbe ile tavazu ve taata vesile olan kötülükler, cehalet ve kötü niyet yüzünden nefsi azdıran ve kibri artıran hayırlardan daha hayırlı sonuç verir. Bütün mesele, kulun acizliğini ve Yüce Rabbine ne kadar muhtaç olduğunu anlayıp, var gücüyle O’na yönelmesidir. Bu irfan ve yöneliş ne ile hasıl oluyorsa, o güzel bir sonuçtur.
Günaha düştükten sonra tevbeye koşanlar için bakın ne müjdeler var:
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a tevbe ediniz. Böyle yaparsanız, Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrim/8)
“Allah, ancak tevbe ve iman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah çok affedici ve çok acıyandır.” (Furkan, 70)
Birinci ayette Allahu Tealâ güzelce tevbe eden kullarını affedeceğini vaadetmiştir. İkinci ayette ise, affedilen günahların iyiliğe çevrileceğini müjdelemiştir.
Bu ayet-i kerimelerin bildirdiği üzere kötülüklerin iyiliğe çevrilmesi üç şarta bağlanmıştır: Tevbe, iman ve güzel amel.
Birinci şart olan tevbe, işin temelidir. Samimi tevbe kulu Allah’ın dostu eder. “Allah çokça tevbe edenleri sever.” (Bakara/222) ayeti, bütün kusur içindeki kulların kalbine seslenir. Rasulullah (A.S.) Efendimiz de, “Bütün insanlar hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı ise, çokça tevbe edenlerdir.” (Tirmizi, Ahmed) sözleriyle, tevbenin insanı hayırlı bir hale getireceğini müjdeler.
Hiç kusur işlemeyen kul yoktur. Ve aslında, ‘bende hiç kusur yoktur’ demek, en büyük kusurdur. Çünkü hiç kusuru olmayan ve bütün noksan sıfatlardan uzak olan sadece Allahu Tealâ’dır. Cenab-ı Hakk’ın istediği, kulların dua, tevbe ve istiğfarla kendisine yönelmeleri ve güvenmeleridir. Şu hadisteki hikmeti iyi düşünmek gerekir: “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, günah işlediğinde hemen istiğfar eden ve kendilerini affettiren insanlar getirirdi.” (Müslim, Tirmizî, Ahmed)
Bu hadis-i şerif şunu söylüyor: Cenab-ı Hakk’ın rahman, rahim, gaffar, settar, tevvab gibi yüce sıfatları vardır. O, bu sıfatları ile tecelli edip yüceliğini ve kullarına merhametini göstermeyi murad etmektedir. Bunun için de kusur işlediğinde bunu anlayıp haline ağlayacak kul gerekir. Aciz kula düşen, kusurunu anlayıp Rabbine koşmak; o yüce Rabbe layık olan ise bağışlamaktır. Böylece, kulların ihtiyacı karşında, Mevlâ’nın ihsanı görülmüş olacaktır.
Israr edilen günahların içinde küfre giden bir yol vardır. Ancak, terkedilen günahların sonunda da, insanın Yaratıcısına karşı imanını, ilim ve muhabbetini artıracak pek çok yol bulunur.
Günahın peşinden yapılan her istiğfar bir zikirdir. Her zikir bir ilmin ve fikrin meyvesidir. Eski kusurların yerine atılan her yeni hayırlı adım, Allah’a bir yakınlık sebebidir. Günahlar hatırlandıkça kalbin hüzünlenmesi, gönlün yanması, boynun bükülmesi ve gözyaşı O’nun engin rahmetine ulaştıran birer ibadettir.
Kötülüklerin iyiliğe çevrilmesinin bir şekli de, insanın bozuk fıtrat ve kötü amelinin değişmesidir. Güzel bir şekilde Allah’a tevbe eden kulun kötü ahlâkı iyiye döner; kalbi temizlenir, ruhu saflaşır, nefsinin kötü arzuları gider. Hatta tevbe ile kâfir mümin olur, Allah’ın dostluğu ile şereflenir. Fasık ise edeb ve haya ile süslenir, gafil zikretmeye yönelir.
Ahlâk ve fıtratın değişmesi çok zor olduğu söylenebilir. Fakat Allahu Tealâ’nın desteği ile kul güzel bir tevbe edince, sağlam bir irade ve istekle ahlâkını değiştirebilir. “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar, Allah onların durumunu değiştirmez.” (Rad/11) ayeti, fıtrat ve ahlâkın istenirse değişebileceğine işaret eder.
Pişmanlıkla günahlarına tevbe edip, acziyetle Rabbine yönelen kul, hesap gününde kötü amellerinin cezasını beklerken onların silinip yerine iyilik yazıldığını görünce öyle bir sevinir ki, tarifi imkansızdır. Bu durumu Hz. Peygamber (A.S.) Efendimiz şöyle anlatırlar:
“Ben cehennemden en son çıkıp cennete en son giren kulu tanıyorum. Bu kul huzura getirilir. Allahu Tealâ meleklerine:
‘Bunun büyük günahlarını kenarda tutun, küçük günahlarını kendisine gösterin.’ diye emreder.
Melekler de onun büyük günahlarını kendisine göstermezler, küçük günahlar ortaya konur ve:
‘Sen şunları şunları yapmadın mı?’ diye hesap sorulur. Kul hepsini itiraf eder ve:
‘Evet ben bunları yapmıştım’ der. Bu arada büyük günahlarının önüne çıkmasından korkar. O sıkıntı içindeyken kendisine:
‘Her bir günahının yerine sana bir iyilik yazılacaktır’ denir. Bu durumu gören kul:
“Ya Rabbi! Ben birtakım günahlar daha işlemiştim, onları burada göremiyorum’ der.”
Hadisi nakleden sahabi diyor ki:
“Efendimiz, kulun bu sözünü naklettikten sonra öyle bir tebessüm buyurdular ki, saadetli ağzındaki azı dişleri göründü. (Müslim, Ahmed)
Demek ki kul, kusurunu bilip samimi olarak Yüce Allah’a dönse, boynunu bükse ve: “Ya Rabbi! Bütün yapmış olduğum günahlardan ben pişmanım. Keşke yapmasaydım. İnşaallah bir daha ben yapmayacağım” dese, bu yakarış ve edeble Allah’ın kapısında bekleyiş hiç boşa gidebilir mi?
Keşke Rabbime karşı şu kusuru işlemeseydim diye pişman olan kulu Allahu Tealâ öyle bir sever ki, şeytan: “Keşke şuna bu kusuru yaptırmasaydım” diye pişman olur.
Ve son olarak, tevbe eden günahkâr bir kuluna bu kadar cömert davranan ve onu sevip rahmetine boğan Kerim Mevlâmız, acaba ömrünü kendisine itaat ve ibadet içinde geçiren, haramı aklına bile getirmeyen dostlarına, kim bilir ne ikramlarda bulunur?