Aramak

Kutsalı Anlamak

Kavramlarla düşünüyoruz. Düşüncemizi kavramlar üzerine inşa ediyoruz. Ne var ki, günümüzde kavramlardaki anlam kaymaları düşüncemizin rotasını kaybettirir hale geldi. Bundan dolayı inanç ve düşüncede sapmalara sıkça rastlanmakta. Kendi kavramlarımızla düşünmeliyiz. Bu kavramların öz anlamlarını korumak bir anlamda kendi kimliğimizi korumak anlamına gelir.
Kavramların anlam kaymasına uğratıldığı ve içinin boşaltıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Düşüncelerin ve inançların kavramlar üzerine kurulduğunu ve  kavramların anlam kaymasına uğratılması halinde düşünce ve inançların da kendiliğinden değişeceğini fark etmek zor değil. Düşünce ve inancın değişmesi neticesinde ne olacak? Olacak şeyi hemen söyleyelim: Yahudilerin ve hıristiyanların başına gelen tahrif hadisesi bizim dinî anlayışımızın başına da gelecektir. Ancak, onların dinî anlayışındaki bozulma dinlerinin aslının bozulmasıyla sonuçlanmıştır. Son hak dini bizzat Allahu Tealâ koruyacağına göre, düşünce ve inancımızı değişmeye açık tuttuğumuz sürece kaybeden yalnızca biz olacağız. Kavramların anlam kaymasına uğramasının inancı nasıl dönüştürdüğü konusunda, hıristiyanların ilâh anlayışı iyi bir örnektir. Hıristiyanlığın “baba-oğul-kutsal ruh” (üçlü ilâh) anlayışı, 'ilâh' kavramının anlam kaymasına uğratılması sonucunda oluşturulmuştur. Kur'an’da ise Allahu Tealâ’nın “doğmamış ve doğrulmamıştır” (İhlâs/3) olduğu bildirilir.  Bir beşerden (Hz. Meryem validemizden) doğmuş bulunan Hz. İsa A.S.'ın ilâh olduğunu söylemekle, hıristiyanlar ilâh kavramını tahrif etmişlerdir ve etmeye devam ediyorlar.

 Kutsal Kavramının Tahrifi

Günümüzde, müslüman olduğunu söyleyen bazı kimselerin ve kesimlerin din anlayışımızın değişmesi gerektiğini söyledikleri müşahede ediliyorsa, bu durum aslında bir tahrif girişimiyle karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Şüphesiz hiçbir tahrif girişimi, “ben dini değiştireceğim veya bozacağım” diye ortaya çıkmaz. Bir takım yol ve yöntemlerle sonuca gidilmeye çalışılır. Kavramların anlam kaymasına uğratılması bu yol ve yöntemlerin en başında gelir. 'Kutsal' kavramı üzerinde günümüzde yapılan oynamaların da böyle bir maksada yönelik olduğunu düşünüyoruz. Zira dinin belli bir saygınlık ve mahremiyet kazandırdığı bir takım unsurların, aslında hiç de öyle olmadığı söylenerek işe başlanıyor. Sonraki aşamada ise, kutsal olma özelliğinin o unsurlara insanlar tarafından sonradan yüklendiği konusunda akıllara şüphe sokuluyor. Sonuçta, din anlayışının değiştirilmesi (yani tahrif) bu şekilde kolay hale geliyor. Bu yanlış gidişin önünü alabilmek için yapılması gereken ilk iş, kutsal kavramının muhtevasını belirlemek ve netleştirmek. Böylece, günümüzde sık rastlanan “Sahabe'nin kutsallaştırılması”, “geleneğin kutsallaştırılması”, “hadislerin kutsallaştırılması” gibi ifadelerle anlatılmak istenenin ne olduğunu kavrama imkanı elde edebiliriz. Ve tabii bu gibi sözlerin doğruyu anlatıp anlatmadığını da...

 Kur’an’da Mukaddes ve Kutsal Kelimeleri

Türkçe'deki ‘kutsal’ kelimesinin, genellikle Arap dilindeki 'mukaddes' kelimesinin karşılığı olarak kullanıldığı görülmektedir. 'Kutsallaştırma' ifadesi de, Arapça'daki 'takdis' kelimesinin karşılığıdır. Takdis kelimesinin Arapça'da ifade ettiği anlam, takdis edilen şeyi, yeri veya zatı “şirkten, günahlardan, bunların oluşturduğu kirlilikten ve şanına yakışmayan noksanlıklardan temizleme”dir. (Ragıb el-İsfehanî, eI-Müfredat ) Kutsal kelimesi, kullanıldığı yer, şey veya zata göre çeşitli dereceleri anlatır. Mesela Allahu Tealâ'nın bir ismi de aynı kökten gelen 'el-Kuddûs'tür. Bu ism-i şerif, “gayet mukaddes, her şaibeden münezzeh, her vasfı kemâlinin zirvesinde olan, hiçbir Ieke kabul etmeyen” anlamına gelir. (Elmalılı Tefsiri) Ama Maide Suresi 21. ayette geçen “arz-ı mukaddese” ifadesi, “şirkten ve müşriklerin ortaya çıkardığı batıl pisliklerden temizlenmiş, yahut bela ve afetlerden salim kılınmış belde” demektir. Aynı şekilde Taha Suresi 12. ve Naziat Suresi 16. ayetlerde geçen ''mukaddes vadi'' (Tuva Vadisi) ifadesi de aynı anlamdadır. (İsfehanî, aynı eser; Fahreddin Razî, Mefatihu'I-Gayb) Kur'an'ın, Cebrail A.S. hakkında “Ruhu'I-Kudüs” tabirini kullandığını biliyoruz. Bu tabir de Cebrail A.S.'ın Allahu Tealâ'dan bize nefislerimizi temizleyen Kur'an ve Hikmet'i getirdiğini anlatır. (İsfehanî, aynı eser) Yine hepimiz, ilmi ve ameliyle önderimiz olan büyük zatlar ve veliler hakkında “kuddise sırruhu” tabirini kullanırız ki, “Allahu Tealâ, onun eriştiği manevi mertebeyi muhafaza buyursun ve bu mertebesini hatalardan ve sürçmelerden temizlesin” demektir. Dilimizdeki kutsal kelimesine gelince: Arapça'daki mukaddes kelimesinin anlamını da içine almakla birlikte, ondan daha geniş bir anlama sahip olduğunu söylemek mümkün. Zira dilimizdeki bu kelimenin kökü 'kut' kelimesidir ve bu 'kut' kelimesi “uğur, baht, talih, saadet, hayır, bereket, kudsiyet, mübareklik” anlamlarını ifade eder. Nitekim dilimizde “kutlu kişi” dendiği zaman “mübarek, hayırlı, bereketli kişi” kastedilir. “Kutlu belde” dendiği zaman ise, “bereketli ve insana mutluluk veren belde” anlatılır. Bu anlamda sıkça kullanılan “bayramın kutlu olsun” ifadesi, “bayramın hayırlı uğurlu ve bereketli olsun, saadete vesile olsun” manasına gelir. Şu halde Türkçe'deki 'kutsal' kelimesinin kısaca hayırlı, bereketli, saygıdeğer, hürmete Iayık anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

 Bir Şeyin Kutsal Olması Ne Demek?

Bir kimsenin, yerin veya şeyin kutsal olması, iki şekilde olur: - Allahu Tealâ veya O'nun Rasulü A.S.'ın kutsal kılmasıyla; - O yerin, şeyin veya kişinin sahip olduğu özellik dolayısıyla. Allah veya O'nun Rasulü tarafından kutsal olduğu bildirilen ve örneklerini zikrettiğimiz yer, şey veya kişilerin bu özelliğe sahip olduğu konusunda tartışma yapılamaz. Allahu Tealâ veya Rasulullah A.S. Efendimiz tarafından kutsal olduğu haber verilmemiş olanlar hakkında kutsal kelimesinin kullanılıp kullanılamayacağına gelince: Kutsal kelimesinin dilimizde, yukarıda zikrettiğimiz anlamlarda kullanıldığını göz önünde tutarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, hayırlı, bereketli, saygıdeğer, hürmete layık ve temiz olan şeyler hakkında bu kelimeyi kullanmakta bir sakınca yoktur. Nitekim İmam Malik'in rivayet ettiğine göre Sahabe'den Ebu'd-Derda R.A., Şam'dan Selman-ı Farisî R.A.'a bir mektup yazarak, “Arz-ı Mukaddes'e gel” demiş, o da cevabında şu ifadeyi kullanmıştır: “Toprak parçası insanı mukaddes kılmaz. İnsanı ancak ameli mukaddes kılar.”(Muvatta) Yani Selman-ı Farisî R.A.’a göre Allahu Tealâ'nın rızasına uygun ameller işleyen insan, bu amelleri vesilesiyle mukaddes bir kimse haline gelir. O halde Allahu Tealâ'nın rızasına mazhar oldukları Kur'an ve hadisler ile haber verilen Sahabe neslini kutsal saymakta bir sakınca yoktur. Onların bu özellikleri Kur'an ve hadisler vasıtasıyla haber verilmeseydi bile, sırf İslâm'a ve Peygamber A.S.’a yaptıkları hizmetleri, ihlâs, takva ve fedakârlıkları dolayısıyla Sahabe'nin kutsal bir nesil olduğunu yine rahatlıkla söyleyebilecektik. Kur’an ve Sünnet doğrultusunda ihlâs ve samimiyetle amel eden ve diğer insanlar için örnek  olan her büyük zat da kutsaldır. Bu anlamda, Kur'an'da “insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmet” (Âl-i İmran/110) olduğu bildirilen Ümmet-i Muhammed'in de kutsal (hayırlı, saygıdeğer) olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün. Kısacası, kutsal kelimesini verdiğimiz anlamı yansıtan her insan, yer, zaman veya şey hakkında kullanmamızda bir sakınca yok. Günümüzde, “Sahabe'nin kutsallaştırılması”, “geleneğin kutsallaştırılması”, “hadislerin kutsallaştırılması” gibi ifadelerini kullananlar, kutsal kelimesine günahsızlık, kusursuzluk, dokunulmazlık ve giderek bir nevi uluhiyet anlamı yüklemektedirler. Bunun, kutsal kelimesini anlam kaymasına uğratmak amacı taşıdığında şüphe yoktur. Zikrettiğimiz anlam doğrultusunda Sahabe'nin de, İslâm'ın ilim ve kültür mirasının da, sahih hadislerin de kutsal olduğunu söylüyoruz. Bu saydıklarımızın  mübarek, saygıdeğer ve hürmete layık olduğunu söylerken bunların uluhiyet özelliğine sahip olduklarını asla iddia etmiyoruz. Bizler, Sahabe neslinin, rıza-i ilâhiye uygun ameller işleyen her örnek insanın kutsal olduğunu söylerken, onlara hıristiyanların Hz. İsa A.S.'a atfettikleri ilâhlık özellikleri atfetmiyoruz. Bizim kasdımız, bu insanların İslâm yolunda gösterdikleri fedakârlıkların, cehd ve gayretin, iman ve amellerinin, ihlâs ve takvalarının övgüye değer oluşunu vurgulamaktır. Onların saygıya ve hürmete layık olduğunu ifade etmektir. Bunun, onlara sıradan insanlara göre belli bir üstünlük tanımak anlamına geldiği açık. Ancak bu üstünlüğün sınırı, asla onlara ilâhlık vasfı yakıştırmak gibi aşırı bir noktaya çekilemez.  
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy