Kutsal, sonsuz ve sınırsız ilâhi varlık düzeninden sonlu ve geçici varlık alemine gönderilen sinyal ve işaretler gibidir. Bir başka tabirle kutsal varlıklar, ezeli ve ebedi rahmet aleminin bu dünyadaki yansımalarıdır.Dinî ve manevi hayatın merkezinde yer alan kutsal (mukaddes), bizi ilâhi olana götüren her şeyi ifade eder. Kutsal bir tarafta ilâhi varlığa açılan kapı, öte tarafta ilâhi olanın kurtuluşumuz için bize uzattığı “sapasağlam ip”tir (urvetü'l-vüska). Kutsal nesnelerin kutsallığı, bizi ilâhi ve ezeli hakikate raptetme özelliklerinden kaynaklanır. Varlığımızın nihai gayesi olan Rabb'e kulluk, dinin kutsal olarak tanımladığı vasıtalarla mümkündür ve bu 'vasıtalar' ancak kutsal nokta-i nazarından bakıldığında bir anlam ve öneme sahip olurlar. Örneğin hac farizasının ve onun merkezinde yer alan Kâbe'nin kutsallığı, bir takım sembolik hareketlerin tekrarından ve mekânların ziyaretinden kaynaklanmaz. Bilakis bu mekân ve hareketleri kutsal kılan, onların bizi rızayı ilâhiye ulaştırma niteliğidir. Salt insanî ve yatay açıdan bakıldığında manadan yoksunmuş gibi görünen dini ameller (örneğin “Kâbe adında kübik bir yapının etrafında dönmek”, namazda “eğilip kalkmak” ve çeşitli “dualar mırıldanmak”, Ramazan ayında “aç kalmak”, her işe Allah'ın adıyla başlamak), sahip oldukları 'köprü' vazifesinden dolayı, kutsal bir nitelik kazanırlar. Kutsalın bu “anlam verici” niteliği, insan hayatını çepeçevre kuşatır. Kutsalın ilâhi, aşkın ve ezeli varlığa açılan bir pencere oluşu, biz insanların keyfi olarak karar verdiği bir şey değildir. Bilakis kutsal, bizzat ilâhi irade tarafından net bir şekilde belirlenmiş ve insanlara bir rahmet olarak gönderilmiştir. Kutsalın bir rahmet oluşu, onun bizi dünya hayatının geçici ve süfli boyutundan ezeli ve yüce varlık kategorilerine taşımasında yatar. İnsanlara tevhid inancını ve dini bir kurtuluş vesilesi olarak gönderen Yaratıcı, bu dinin nasıl yaşanacağını da ortaya koymuş, böylece hiç bir şek ve şüpheye mahal bırakmamıştır. Bu manada dinin kutsal olarak tanımladığı şeylerin kutsal oluşu bir tesadüfün, tarihi tekâmülün yahut kültürel değişimin eseri değildir. Bir başka ifadeyle, Kâbe'nin kutsal oluşu, hiç bir tarihi yahut antropolojik delil ile ispatlanamaz. Zira Kâbe’yi Kâbe ve dolayısıyla kutsal yapan, onun doğrudan İlâhi irade tarafından “Allah'ın Evi” (beytullah) olarak tanımlanmasıdır. Kâbe’yi dünyadaki diğer mekânlardan ayıran, onun fiziki yahut tarihi özellikleri değil, bilakis ilâhi olana götüren kutsallık niteliğidir. Kâbe, mutlak Yaratıcının kutsadığı mekândır ve bu onu, ilâhi iradenin tecelligâhı makamına yükseltir. Bu noktada kutsal olanı, ilâhi iradenin tezahürü ve tecelligâhı olarak da tanımlayabiliriz.
Bir Bereket Menbaı Olarak Kutsal
İlâhi varlık alemi ile kutsal arasındaki bu sıkı ilişkinin en önemli göstergelerinden biri, kutsalın bir bereket menbaı olmasıdır. Varlık gerekçesini ve kaynağını ilâhi olandan alan kutsal, sıradan bir sembolik değere sahip değildir. Bilakis kutsal, bitip tükenmez bir feyiz ve bereket kaynağıdır. İnsan hayatı üzerinde dönüştürücü bir etkiye sahiptir. Zira kutsal olan herşeyde, ilâhi olanın kokusu vardır. Kutsal, sonsuz ve sınırsız ilâhi varlık düzeninden sonlu ve geçici varlık alemine gönderilen sinyal ve işaretler gibidir. Bir başka tabirle kutsal varlıklar, ezeli ve ebedi rahmet aleminin bu dünyadaki yansımalarıdır. Bu yüzden Kur'an, Kâbe yahut Mescid-i Aksa gibi kutsal olgu ve mekânların hayatımız üzerinde son derece somut bir etkisi vardır. Bu kutsal varlıklarla irtibata geçen insanların tarifi mümkün olmayan bir manevi haz ve lezzet duyması, kutsalın taze ve diri bir bereket damarı olmasından kaynaklanır. Her okuduğumuzda Kur'an’ın kendini bize yeniden açması, Kâbe'nin her ihlâslı mümini bir başka manevi iklime taşıması yahut Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’in hayatının bitip tükenmez bir feyiz kaynağı olması, kutsalın sahip olduğu metafizik tazeliğin bir neticesidir. Hayatımızı kutsal olan ile bezemek, ilâhi bereket ve feyiz kapısından ayrılmamak demektir. Nisyan ile malul yani unutkan olan insan, her zaman hatırlatılmaya (ki zikrin manalarından biri budur) muhtaç bir varlıktır. Nasıl vahiy insana yaradılış gayesini hatırlatmak için tarihe yapılmış ilâhi bir müdahale ise, kutsal varlıklar da bu hatırlatmanın sürekliliğini sağlayan işaretlerdir. Bu işaretleri doğru okumak ve onların izinden gitmek, manevi ve varoluşsal yolculuğumuzun istikamet üzere olduğunu teyid etmekle eş anlamlıdır. İslâm toplumlarının kutsal karşısında sahip olduğu haşyet ve hürmet duygusu, bu bilinç halinin bir tezahürüdür. Bu noktada yaygın bir yanlış anlamanın bertaraf edilmesinde fayda var. Kutsala gösterilen hürmet, bazılarının iddia ettiği gibi, çeşitli eşya ve mekânlara ilâhlık atfetmek, onları birer ibadet nesnesi haline getirmek demek değildir. Bu tehlike ancak ilâhi olan ile kutsal olan arasındaki ayrım gözardı edildiği zaman ortaya çıkar. Bunun ne kadar büyük bir tehlike olduğu son derece açık. Zira Kur'an’ın 'şirk' yani ortak koşma olarak tanımladığı bu tavır, varlık hiyerarşisinde ciddi bir hata yapmak ve kutsal olanı (yani vasıtayı) ilâhi olanın (yani gayenin) yerine koymak anlamına gelir. Fakat bu iki varlık kategorisi arasındaki ayrım, şirk tehlikesini ortadan kaldırır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, kutsalın kudsiyeti, onun bizi ilâhi varlık düzeyine götüren bir vasıta ve yol olmasından kaynaklanır. Bu, kutsal olanı ilâhlaştırmak değil, bilakis ona hak ettiği yeri vermektir. Örneğin Kur'an-ı Kerim bizi ilâhi hakikatlere götüren kutsal kitabın adıdır. Bu yüzden bizim ibadet mercimiz Kur'an’ın kendisi değil, onun işaret ettiği Yüce Mevlâ'dır. Fakat bu, Kur'an’ın sıradan bir 'vasıta' olduğu anlamına da gelmez. Bir diğer örnek Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’dir. Kendisine gösterilen sonsuz saygı ve bağlılığa rağmen, Hz. Peygamber A.S.'a hiç bir zaman ilâhlık atfedilmemiştir. İlâhi varlık ile kutsal olan arasındaki hiyerarşik ilişkiyi yakinen bilen İslâm medeniyeti, Hz. Peygamber'in örnek şahsiyeti etrafında muazzam bir kültür geliştirmiş; fakat bu hiç bir zaman şirke varmamıştır. Lakin bu, Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’in sıradan bir elçi yahut aracı olduğu manasına da gelmez. Zira Hz. Peygamber'in kudsiyeti, O'nu diğer tüm eşyanın üstünde bir makama koyar.Kutsal ve Modern Yaşam
İnsan hayatını ilâhi varlık düzeniyle irtibat halinde tutmayı hedefleyen İslâm’ın tersine, modern dünya görüşü ve yaşam biçimi kutsaldan arındırılmış bir hayat felsefesi üzerine kuruludur. İnsan yaşamını ve evreni metafizik manasından koparan seküler dünya görüşü, ilâhi ve kutsal değerleri hümanist bir çerçevede yeniden yorumlayarak kutsal olan herşeyin içini boşaltır. Böylece insanın fıtratında bulunan kutsala meyil duygusu, sahte tanrılarla ve değerlerle tatmin edilmeye çalışılır. Modern kültürün ürettiği 'ilâh'lara baktığımızda bunu açık bir şekilde görebiliyoruz. Özellikle Batı toplumlarında ilâhi ve kutsal değerlerin yerini şarkıcılar, artistler, imajlar, markalar, kredi kartları almış durumda. Modern dünyanın tapınakları olan alış-veriş ve eğlence merkezleri, dünyevi insanların en kutsal mekânları ve rituelleridir. Bu toplumlardaki pek çok insandan vazgeçemeyecekleri en kıymetli şeylerin bir listesini istesek, bu listenin ilk sıralarında hiç şüphesiz modern dünyanın ürettiği sahte ilâhlar ve kutsal nesneler yer alacaktır. İlâhi değerlerden arındırılmış modern yaşamın en büyük sorunlarından biri, insanların kutsala giderek yabancılaşmasıdır. İlâhi varlık düzeniyle bağlarını koparan modern insana, kutsal olan herşeye ya mitolojik ya da ilkel bir nesne ve tasvir olarak bakar. Kutsala duyulan eğilim ve özlem, psikolojik bir hal olarak açıklanır ve böylece kutsalın objektif değeri subjektif hissiyata indirgenir. Bu açıdan bakıldığında kutsal varlıkların insan yaşamındaki yeri anlamsız ve değersiz hale gelir. Örneğin arkasında muazzam bir sembolizm ve gerçeklik bulunan Kâbe, profan bir gözle değerlendirildiğinde, basit bir mekân ve fiziki yapıdan öte bir anlam taşımaz. Bu noktada modern yaşamın her geçen gün biraz daha 'seküler' ve kutsaldan arındırılmış bir kimlik kazanması ve bunun bizim üzerimizdeki etkisi, hepimizin üzerinde dikkatle durması gereken bir konudur. Bizi ilâhi olana rapteden kutsal değer ve varlıkların hayatımızın merkezine tekrar alınması, hayati öneme sahiptir. Bu bizi her tür bozulmaya karşı koruyacağı gibi, bu dünyada sağlıklı ve neşve dolu manevi bir hayat yaşamamızı da sağlayacaktır.