Aramak

Lisan Meselesi

Efendim, malum bizler eskilerden kaldık ya… Lisanımız yeni yetme bilâderlerimize karşı pek bi garip geliyormuş. Efendim, bütün alem bilir ki memleketimiz insanı pek kültürlüdür. Dilimizi pek güzel konuşur. Şeker akar ağızlarından, tadından da yiyemezsiniz. Maaşallah, biz “karga” desek, beyzadeler “kavga” anlar. “Mürekkep” desek, af buyrunuz “merkep” anlar. “Binaenaleyh” desek, “kaç metrekareymiş binanın arsası” diye sual ederler. Hatırlarım, bir gün bi okuyucum mecmuaya gelmiş. Ortalığı birbirine katmış. “Kim şu Reha denen ihtiyar? Onunla görüşeceğim. Yoksa kapınızın önünde derginizi, o da olmadı kendimi yakar, protosto ederim” falan demiş. Çocuklar bendenizi evden apar topar getirdiler mi mecmuaya! “Ne oluyor, ne iştir?” demeden, kendimizi oto tamirci dükkanlarında yanık yağın hararetiyle kıpkırmızı olmuş soba gibi ateşli bi ademoğlunun karşısında bulduk. Adamda bi gözler var, araba çakmağı gibi… Bi bakışlar var, Cüneyyit abimiz gibi… Bi homurdanma var, rock müzisyenin elinde böğüren gitar gibi… Beni görür görmez, elinde sopa gibi tuttuğu mecmuayı fırlattı suratıma: -Utanmaz herif! Yaşına başına bakmadan nasıl böyle şeyler yazarsın bu dergide, diye haykırdı… Ben yüzüme doğru gelen mecmuadan kaçayım derken, ayağımı masaya vurdum, biraz da yaşlılık saikiyle yere düştüm. Kaidemin ağrısına mı yanayım, zaten un-ufak olmuş kaval kemiğime mi, daha karar veremeden, adamcağız yere düşen mecmuayı alıp, bi hamle daha yaptı. Neyse ki o sırada içeri giren çaycımız adamcağızı yakalayıp tuttu. Yoksa üstadınızın sonu hakikaten büyük bi facia oluyordu… Efendim, araya dergideki arkadaşlar, mahalleden hengâmeyi işitip sirk görmeye gider gibi koşup gelen bakkal, çakkal, kasap, manav, dedikoducu hanımlar, polisler, vesaire girdiler de, nihayet koltuğuma oturabildim. Adamcağızı tuttular, bendeniz de artık sırf meraktan sordum: -Ne oldu beyfendi? Nedir bu hiddet, bu şiddet? Adamcağız hâlâ belgesel filimlerdeki avına hamle eden aslanlar gibi bana doğru atılmaya teşebbüs ediyor. Amma Allah’dan etrafındakiler koyvermiyorlar… Neyse, bi saat kadar uğraştıktan sonra nihayet adam sakinleşti. Bana niye kızdığını izah etti: -Ayıptır babalık. Sen nasıl olur da yazılarına “karılar” diyerek başlarsın ha, dedi. Bendeniz narkoz yemiş gibi oldum: -Anlamadım efendim, o nasıl kelime öyle? Ben mi demişim onu? Adam: -Elbette, her yazının başında diyorsun ya: “Muhterem karılar” diye. Bendeniz gülmeye başladım ki, hem de nasıl: -A benim şapşal evladım, ben “kaariler”, yani okuyucular diyorum, sen ne anlıyorsun? Ben sana daha ne nasihat edeyim behey şaşkın, deyip adamcağızı kovdum ordan. Eveeet, lisanımız birazcık eskidir. Eyvallah... Amma bizi yanlış anlayanların kulakları da pek yeni sayılmaz. Öyle değil mi muhterem kaariler?
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy