Yaşadığımız zamanda kendi çabamız olmadan hazır bulduğumuz üç büyük nimeti anlatmış bir Allah dostu. Bunlar müslüman olarak doğmuş olmak, Efendimiz s.a.v.’in ümmeti olmak ve ümmetin de sonlarında bulunuyor olmak. Sohbette buyurulduğu üzere bunlara ne kadar şükretsek az.
Bu şükrün bir gereği olarak özellikle ilk nimete dair hayatî önemde vazifelerimiz olduğunu düşünüyoruz. Evet; müslüman bir toplum içinde doğmuş olmak büyük bir talih, kadri ölçülemeyecek bir lütuf. Bu imkana sahip olmayan nice kişi hidayet nurundan mahrum. Diğer taraftan ilâhi kaderin bahşettiği bu nimeti anlamamak, heba etmek belki daha büyük bir mahrumiyet.
Demek istediğimiz, hazır bulduğumuz bu imkanı bulduğumuz halinde bırakmamak, müslümanlığımızı anlamak, içselleştirmek durumundayız. Biz neye nasıl inanırız, o iman hayatımızı nasıl şekillendirir, içimizi nasıl dönüştürür ve güzelleştirir bunu sormak, ardına düşmek, cevap bulmak zorundayız. Aksi halde gelenek müslümanlığının kırılgan çerçevesine mahkûm kalırız ki o çerçeve zamane rüzgârına, modern fitnelere karşı son derece dayanıksız.
Bakın ki, vahiy meleği Allah Rasulü s.a.v. Efendimiz’e geliyor, sahabiler oradayken “İman nedir, İslâm nedir, ihsan nedir?” diye soruyor ve cevaplar alıyor. Elbette Cebrail Aleyhisselam’ın İki Cihan Serveri Efendimiz’i sınamak gibi bir niyeti olamaz. Şüphe yok ki bu soru ve cevaplar biz imanı, İslâm’ı ve bunların kemal bulduğu mertebe olan ihsanı öğrenelim, anlayalım diye.
“Cibril Hadisi” olarak sahih kaynaklarda geçen bu hadise ekseninde kimliğimize dair bir sorgulamaya davet ediyoruz bu ay. Bakalım iç ve dış dünyamız, zahirimiz ve bâtınımız nebevî cevaplarla ne ölçüde örtüşüyor.
Mübarek Ramazan ayındayız. Cenab-ı Hak bizi bu rahmet ırmağında yıkasın, pir ü pak olarak bayrama eriştirsin. Ramazan-ı şerif, bütün zamanların en hayırlısı Kadir Gecesi ve bayram bütün ehl-i iman için felaha vesile olsun.
Eylül sayımızda buluşmak üzere inşallah...