Efendim, geçenlerde ecnebi memleketlerinden bi gurup turisti bendenize emanet ettiler. Dediler ki: "Üstad Reha. Bu memleketimizi ve onun tabii, tarihi vesaire güzelliklerini sizden daha iyi bileni yoktur. Alınız bu grubu, memleketimizi tanıtınız. Evropalı olma yolunda üzerinize düşen vazifenizi yapınız."
Eee, vazife-mazife denince ben de elbette selama durdum. Turist kafilesini aldım, bindik bi otobüse, düştük memleketin güzelim yollarına. Daha yarım saat geçmemişti ki otobüsümüz bi kamyona arkadan çarptı. Allah'tan kimseye bi şeycik olmadı. Sadece turistler alışık olmadıkları için yaygara yapıyolardı. Şofer bi yandan tornavidasını kapı gözünden çıkardı, bi yandan da bana seslendi: "Reha baba! Ben şu kamyoncu arkadaşla iki muhabbet edeyim, sen turist abilerimizi idare ediver."
Ben de: "Aferin şu bizim şofere. Bak adam tornavidayı aldı, kamyonun arızasını gidermeye koştu. Ne asil insanlar var arkadaş!" diye sevinirken, baktım ki turistler bi kerre daha çığlık çığlığa ön cama üşüştüler. Koştum ben de baktım. Bi de ne göreyim: önde kamyon şoferü kaçıyor, arkada bizim şofer elinde tornavida onu kovalıyor! O sırada kamyon şoferi ani bir manevrayla yere düşen tamponu alıp bizim şoferi geri püskürtmeye davranmaz mı!
Şimdi buyrun rezalete! Amman demeden turistlerden birisi kaçan-kovalayanları parmağıyla gösterip, bana dönüp sordu: "Mister Reha? Vat iz diz?" Adamcağıza bizimkilerin niye birbirini kovaladığını anlatsak, bi daha memleketimizin güzelliğini, yok efendim zenginliğini, şiş kebap-Topkapi-lokum demeden misafirperverliğini falan hatırlamayacağı, üstüne üstlük bize karşı şer cephesine katılacağı kesin. Ben de mecbur kaldım, ortalıkta dönen rezaleti dilim döndüğümce iyiye yormaya çalıştım.
Tursitleri bir araya topladım, kazada yerinden çıkmış vites kolunu sopa gibi sallayarak dikkatlerini topladım. Şöyle hitap ettim:
"Ey Misterler, Misisler! İşte şu görmekte olduğunuz olay, sizin için özel planlayıp hazırladığımız, dünyanın en büyük şovlarından birisidir. Otobüs şoferimiz Osmanlı ecdadımızı, kamyon şoferi ise sizin gibi gavur -pardon- ecnebi kuvvetlerini temsil etmektedir. Kamyona arkadan çarpmamızla beraber, bi savaş başlamış oldu. Bizim şoferin elindeki, aslında modası geçmiş, ama ehlinin elinde halâ tesir eden Osmanlı kılıcını temsil etmektedir. Kamyon şoferi, yani ecnebi askerindeki tampon ise, siz Garplılar'ın fen ve müsbet ilimlere olan aşkınız neticesinde icad ettiğiniz topu temsil etmektedir. Haydin bakalım, bu dünyanın en büyük şovunda kim kime karşı kazanacak?"
Turistler benim bu etkileyici nutkumdan epey şaşkınlığa düştüler. Bi de baktım ki, kendi aralarında paralar topluyolar. "Vay be!" dedim. "Adamlar şoferlere yardım topluyolar. İnsanlık da bunlardaymış arkadaş, bizde sade hava!" diye epey hislendim. Tam ellerine sarılıp "tenk yu! Helal tu yu" diye haykırıyodum ki, turistin biri bana dönüp sordu: "Biz var bahis açmak. Sen var kime, kaç pağa oynamak?.."