İnsanı beşeriyetten ibaret gören, ölümden ötesini kabul etmeyen ve sadece nefsin arzularını karşılamayı amaçlayan modern anlayışın bütün değerleri, aslında helvadan yapılmış putlardır. Putların, gerektiğinde yemek için helvadan yapılmış olması, onlara atfedilen değer, saygı veya kutsiyet hakkında daha en başta bir samimiyetsizliğin varlığını ortaya koymaktadır.
Mekke’de İslâm’ın tebliğ edildiği ilk yıllar... Rasulullah s.a.v.’in çağırdığı hakikate insanların meylettiğini gören müşrikler telaşa kapılıyor ve kurdukları sömürü düzenini ayakta tutmak için her yolu deniyorlar. Tehditlerle, baskı ve zulümle sindirme çabaları sonuç vermiyor. İftira ve yalanlarına kimseleri inandıramıyorlar. Alttan alarak Efendimiz s.a.v.’e dünyalık adına ne isterse vereceklerini vaat ediyorlar, olmuyor. Nihayet bir gün Kureyş’in en yaşlı ve sözde en aklı başında olanlardan bir müşrik grubu, Kâbe’yi tavaf etmekte olan Allah Rasulü s.a.v.’e gelip şu teklifte bulunuyorlar:
– Ey Muhammed! Gel sen bizim ilahlarımız olan Lât ve Uzza’ya bir gün, bir ay, altı ay veya bir yıl tap; biz de senin ilahına aynı şekilde bir gün, bir ay, altı ay veya bir yıl tapalım!
Rasul-i Zişan s.a.v.:
– Ben Allah’a ibadet ederken başkasını O’na ortak koşmaktan Allah’a sığınırım, buyurarak müşriklerin teklifini şiddetle geri çeviriyor.
Hevasını ilah edinenleri görüyor muyuz?
Müşriklerin bu teklifi, onların inandıkları ilahlar veya kutsiyet yüklediklerini iddia ettikleri değerler hususunda ne kadar samimiyetsiz olduklarının bir göstergesidir. Aslına bakarsanız bu çok şaşırtıcı bir örnek de değil. O dönemi anlatan kaynaklarda müşriklerin putlarına sundukları armağanları yine kendilerinin çalmasına, fal oku hilelerine, helvadan yaptıkları putları acıkınca midelerine nasıl indirdiklerine dair bir yığın samimiyetsizlik örneği var. Bütün bunlar cahiliyenin kutsalının ve değerlerinin olamayacağını anlatıyor bize. Çünkü cahiliye dediğimiz zihniyet, kişinin hevasını ilah edinmesinin eseridir. Hevasını ilah edinenler neye inandığını söylerse söylesin, her zaman kendi menfaat, arzu, tutku ve zevklerini esas alırlar. Sabit ölçüleri ve ilkeleri yoktur.
Cahillik denilince hemen akla gelen “bilgi yoksunluğu” tanımındaki “bilgi”nin yanlış anlaşılması veya cahiliyeyi herhangi bir yönüyle sınırlama alışkanlığı yaygın bir durum. Halbuki bu, cehaletin temelindeki nefsanîlik boyutunu, yani “hevayı ilah edinme” yaklaşımını gözden kaçırmamıza sebep oluyor. Böylece cahiliye zihniyetinden ölçülü ve ilkeli davranışlar beklemek, onlara güvenmek gibi müslümana yakışmayan ahmaklıklar ortaya çıkıyor.
Kur’an-ı Kerim, hevasını ilah edinenlerin hallerini Casiye suresinin 23 ve 24. ayetlerinde tarif etmiş. Bu tarife göre onlar kulakları ve kalpleri mühürlenmiş, gözlerine perde çekilmiş kimselerdir. İlimden, yani hakikat bilgisinden nasipleri yoktur. Hakikati işitemez, göremez ve bu yüzden akledemezler. Hayatı dünya hayatından ibaret görür, vahiy yerine zanlarına tâbi olurlar. Furkan suresinin 44. ayetinde ise hevalarına uymaları sebebiyle önce hayvanlara benzetilen cahiller, hemen arkasından
“hayvanlardan daha aşağı” olarak nitelenirler. Çünkü sadece nefsin arzularını tatmin etmeye yönelmek hayvanlarda fıtrî bir özellik iken, insan bunu ilahî ölçülere rağmen bilerek, isteyerek yapmaktadır.
Modern Batı’nın helvadan putları
İslâmiyet’ten önceki dinlerin, o dinlere mensup olanların hevalarına uymaları sonucu tahrife uğradığını hepimiz biliyoruz. Tahrif edilen dinlerle beraber İslâm dışındaki diğer bütün inanç çeşitlerini ve inançsızlık iddiasındaki kabulleri hevanın ilah edinildiği tutumlar olarak nitelemek ve cahiliyeye dahil etmek yanlış olmaz. Çünkü insanın fıtratı itibariyle Allah’tan başka bir ilaha samimiyetle inanması mümkün değildir. Dolayısıyla nefsi ilah edinen cahiliye zihniyetinin insanî ve ahlâkî değerler hakkındaki iddia ve samimiyetlerine de güvenilemez. Nitekim pek çok ayet ve hadiste “kâfirleri, müşrikleri, münafıkları dost edinmeyin” buyurulmuştur. Bu hüküm biraz da onların bu güvenilmez karakterleriyle alakalıdır. Hevalarını ilah edinenlerle dost olmayın demek, aynı zamanda böylelerine inanıp güvenerek bel bağlamayın, onların ipiyle kuyuya inmeyin demektir.
Bütün bunları, en son Suriye ve Mısır’da yaşanan vahim olaylar karşısında Batı dünyasından tepki veya müdahale bekleyen bazı müslümanların şaşkınlığı ve hayal kırıklığı sebebiyle hatırlatma ihtiyacı duyduk. Bu olayları konu edinen pek çok yazar, gelişmiş Batılı devletlerle uluslararası kurumların “demokrasi”, “eşitlik”, “insan hakları” gibi “modern değerler”i görmezden gelmelerini, bu değerleri kendi çıkarları doğrultusunda adeta yok saymalarını, isabetli bir teşhisle “helvadan putların yenmesi”ne benzetmişti. Modern cahiliyenin tavrında şaşılacak bir şey yok yani.
İnsanı beşeriyetten ibaret gören, ölümden ötesini kabul etmeyen ve sadece nefsin arzularını karşılamayı amaçlayan modern anlayışın bütün değerleri aslında helvadan yapılmış putlardır. Putların, gerektiğinde yemek için helvadan yapılmış olması onlara atfedilen değer, saygı veya kutsiyet hakkında daha en başta bir samimiyetsizliğin varlığını ortaya koymaktadır. O putların bütün değer ve kutsiyet iddialarına rağmen helvadan imal edilmesi, gerektiğinde yenilip tüketileceğine dair peşin bir niyetin ifşası değil midir?
Ebu Cehil’in cehaleti
Hal böyleyken, modern cahiliyenin putlarına tazim gösterdikleri zamanlarda yeterince acıkmadıklarını yahut başka nevalelerle nefslerini körlediklerini anlamamak, ferasetteki zayıflığımıza işaret ediyor. Aynı zayıflık sebebiyle, helvadan putların yenilip yutulduktan sonra yeniden imal edileceğini düşünüyor, önceki tutumlardan dolayı timsah gözyaşları kabilinden özür beyanlarına veya telafi çabalarına aldanıyoruz. Her defasında, yenilebilir malzemelerden yapılmasına rağmen, o putların bir daha tüketilmeyeceğine inanmak istiyoruz.
Galiba müslümanlar olarak “cahil” sıfatını modern Batı’ya yakıştıramayışımız bizi yanıltıyor. Cahilliği her nasılsa “bilgisizlik” diye bellemiş, her bilginin “ilim” olmadığını unutmuş gibiyiz. Sanayisi gelişmiş, teknolojide zirveye ulaşmış, zengin, nüfuzlu, konforlu bir hayat süren ve “bilgi toplumu” olarak adlandırılan modern Batı’nın cehaletle nitelenemeyeceğini düşünüyoruz. Cahiliye zihniyetinin en meşhur, en tipik, en uç örneğini temsil eden Ebu Cehil’in de son derece zengin, nüfuzlu ve bilgili olduğunu hatırlamıyoruz.
Cehalet, nefsin hevasına uymaktır. Hakk’ı ve hakikati bilmemektir. Hakk’ı ve hakikati tanımayanların bildikleri şeyler ne kadar çok ve çeşitli olursa olsun, manevi bir kıymet ifade etmez. Allah Tealâ ile irtibatı kesilmiş “bilimsel bilgi” sadece cehalet ve sapkınlığı artırır. Allah’tan başkasını ilah edinenler, nefs-i emmarelerinin kölesi olanlar bütün imkanlarına, cezbedici görüntülerine, yaldızlı iddialarına rağmen eskiye nispetle belki daha koyu, daha gelişmiş bir cahiliyenin temsilcileridirler. Böylelerinin dilleri ne derse desin, kalplerinde insanî bir değere yer yoktur. Çünkü kalpleri yoktur. Öyle ya, Ebu Cehil ve benzerlerinin başka ne eksiği vardı ki?