Modern hayat, insanoğluna büyük kolaylıklar sağlamış bulunuyor. Ne var ki, bu kolaylığın insan ruhunda ne kadar rahatlama sağladığı fazlasıyla tartışmaya açık. Hatta denilebilir ki, modern hayat insan ruhunu sıktıkça sıkmış, bunalımlara, huzursuzluklara sürüklenmesine sebep olmuştur. Halbuki, birçok zaman alıcı ve yorucu işten kurtulan insanın, ruhuna, gönlüne karşı daha itinalı davranması beklenirdi.İhtiyaçlarımızın karşılanmasını sağlayan araçların alabildiğine geliştiği ve yaygınlaştığı bir hayat yaşıyoruz. Eski zamanlarda günlerce sürebilecek ve büyük zahmetlerle yapılabilecek işleri, çok kısa bir zamanda ve kolayca yapıyoruz artık. Dünyanın diğer ucundaki bir işimizi, birkaç dakikalık telefon görüşmesiyle bitiriyor, yazışmalarımızı bilgisayarlara, saatlerimizi alabilecek ev işlerini makinelere kısa zamanda yaptırıyoruz. Ve daha nice kolaylık... İşte bütün bu kolaylıkların yaşandığı, içinde bulunduğumuz hayata “modern hayat” diyoruz.
Öteleri Unutturan Hayat
Modern hayatı şekillendiren ve teknik gelişmeleri yönlendiren insanlık, maddeye şekil verip hükmederken, ruhun ihtiyaçlarını yazık ki ihmal etti. Hatta ruhu maddenin kölesi olmaktan alıkoyamadı. Kendinin de, şekil verdiği maddenin de sahibi olan yaratıcıyı görmezden geldi. Elde edilen tüm teknik gelişmelerin Allah’ın yardımıyla ve O’nun bahşettiği imkanlarla gerçekleştiğini göreceğine, tamamen kendi gayretlerinin ürünü olduğuna inandı. Dünya hayatında nasıl bir değişim ve gelişme olursa olsun, insanın, yaratıcısı tarafından devamlı bir imtihana tabi tutulduğunu unuttu. Modern hayatın nimetlerinden faydalanırken, dünya-ahiret dengesini sağlamada, olması gereken başarı gösterilebilmiş değil. Bunun, insanoğlunun tabiatının bir yönünden kaynaklandığını söylemek mümkün. Şöyle ki: Allahu Tealâ, insanı zayıf yarattığını, (Nisa/28) insanın acelecilik, nankörlük, cimrilik ve isyankarlık gibi yönlerinin bulunduğunu bildiriyor. (İsra/11, 100; İbrahim/34; Kehf/54) Ayrıca insanın, karşı cinse, çocuklara, altına, paraya, dünya malına karşı arzulu olduğunu; ancak bunların geçici, kalıcı olanın ise Allah katındaki nimetler olduğunu bildiriyor. (Al-i İmran, 14-15) Allahu Tealâ, Nimetler içinde yaşayan insanoğlunun onları vereni unutmaya meyilli olduğunu şöyle ifade buyuruyor: “İnsana bir zarar geldiği zaman, (o zararın giderilmesi için) bize dua eder. Fakat biz sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan sıkıntıdan ötürü bize dua etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara, yapmakta oldukları (kötü, çirkin) şeyler güzel gösterildi.” (Yunus/12) Diğer bir ayette ise, karada olsun, denizde olsun, insanoğlu çaresiz kaldığında, içinden Allah’a yalvardığı, o darlıktan kurtardığı takdirde Allah’a şükreden kullardan olacağına söz verdiği ve dua ettiği anlatılır. Fakat o sıkıntıdan kurtulduğunda sözünde durmadığı ve Allah’a isyan ettiği ifade edilir: “De ki: Bütün sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O’na ortak koşarsınız.” (En’am/63-64)İnsanoğlunun yukarıda bahsi geçen olumsuz yönlerine karşılık, önüne hidayet yolunun da konulduğunu ve artık şükredenlerden ya da nankörlük edenlerden olup olmama tercihinin kendisine bırakıldığını yüce kelamında Allahu Tealâ açıkça bildiriyor. (İnsan/3) Hidayet yolunu tercih eden insanların kalplerinde Allah’a ve O’nun emirlerine karşı derin bir hassasiyetin (takvanın) bulunduğu (Bakara/2), bu hassasiyeti elde edenlere ise Allah tarafından destek olunacağı (Bakara/282), yerden ve gökten onlara bereket kapılarının açılacağı (Araf/96) net bir şekilde ifade ediliyor.
Dindarlık Çok mu Zor?
Allahu Tealâ, elde rahatça yaşanabilecek imkanlar olduğu halde hayatın zorlaştırılmasını da istemiyor. Hz. Peygamber (A.S.) insanın imkanı olduğu halde kendisine eziyet etmesinin, Allah’ın istediği vazifeyi yapmamak anlamına geleceğini bildiriyor. Bundan dolayı Efendimiz (A.S.), gölgelik yer dururken güneş altında namaz kılan kimseyi uyarmış ve insanın, nefsinin de kendi üzerinde hakkı olduğunu vurgulayarak, nefsine haksızlık yapmamasını istemiştir. Zamanın şartlarına uygun döşenmiş bir ev, alınan mobilya, giyilen elbise ve kullanılan diğer araçlar, kesinlikle dini yaşamaya engel değil. Aksine bu araçların sağlayacakları kolaylıklarla elde edilecek zamanın hayırlı işlerde ve hizmetlerde kullanılması söz konusu olabilir. Kişilerin gücüne göre eşyaların kalitelisini, dayanıklısını ve yakışanını almalarında herhangi bir sakınca yok. Allah, verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister; yeter ki kul bu nimetler içinde Rabbini unutmasın. Günümüzde bir müslüman, bütün bu nimetleri kullanırken, onları yaratanı unutmaz, günlük ibadetlerini yerine getirir, insanlarla ilişkilerinde adaleti korumaya çalışırsa dinini yaşayan olgun bir müslüman olur. Müslüman insan hem çağının getirdiği kolaylıklardan faydalanacak, hem de dindarlığın zamanımız yaşantısına aykırı olduğu fitnesine karşı uyanık olacak. Fitnelerin her yanı saracağı haber verilen bu ahir zamanda, Rasul-ü Ekrem (A.S.): “Fitne ortamında ibadet yapmak, bana hicret etmek gibidir.” (Müslim, Tirmizi) diyor. Ayrıca: “Sizden sonra öyle günler gelecek ki (dinini koruma hususunda) sabırlı davranmak, ateş korunu tutmak gibi olacaktır. O günlerde amellerini yapan kimse, sizin ameliniz gibi amel eden elli kişinin mükafatına ulaşır” (Tirmizi, Ebu Davud) hadis-i şerifiyle, günümüzde az bir çabayla çok kazanç elde edeceğimizi müjdeliyor. Evet, biz modern hayatı, onun araçlarını ve sağladığı kolaylıkları kötülemiyoruz. Bizim karşı çıktığımız, dinin modern hayatta yeri olmadığı ve dindar insan da modern hayatın bir parçası olamaz şeklindeki propaganda. Teknik imkanlarla bütün dünyaya bu çarpık zihniyetin pazarlanmaya çalışılması. Biz insanı yaratıcısından uzaklaştıran anlayışı ve bu anlayışın oluşturduğu kültürü eleştiriyoruz. Ve diyoruz ki, her çağda, her zamanda ve her yerde din yaşanır. Günümüzde de pekalâ dindar olunabilir. Müslüman insanın uyması gereken kurallar, hiçbir çağın gereklerine aykırı olmayan, aksine her devirde geçerli olan genel kurallardır. Her nimetin, bir külfeti var. Unutmamalı ki, bizi Allah’tan uzaklaştıracak nimet hayrımıza olmaz.