Şazeliyye tarikatı pîrlerinden İbn Atâullah el-İskenderî kuddise sırruhûnun “Hikem-i Atâiyye” adlı eserine Şeyh Said Ramazan el-Bûti rahmetullahi aleyh tarafından yapılan şerhi tefrika halinde sunmaya başlamıştık. Yedinci hikmetin şerhine devam ediyoruz.
7. Hikmet: Zamanı tayin edilmiş olsa bile Cenâb-ı Hakk’ın vaadinin gerçekleşmemesi seni o vaade itimat hususunda şüphe ve tereddüte düşürmesin. Zira Cenâb-ı Hakk’ın vaadi hakkında şüphe ve tereddüte düşmek basireti zedelediği gibi kalp nurunu da söndürür.
[Bûtî merhûm, kulun, adetullahı anlamadan takdir-i ilâhîye karşı ileri geri konuşmaması gerektiğini belirtmiş, cemiyetteki bir grubun azgınlığı sebebiyle bütün bir cemiyetin musibete maruz kalabileceğine Uhud Harbi’ni misal göstererek dikkat çekmişti. Devam ediyoruz...]
Cenâb-ı Hakk’ın adeti ve ilâhî kaidelerinden bir diğerine misal de Rableri ile aralarındaki son bağı da koparan ve O’na yönelme ihtimal ve imkânına dair son ümitlerini de kaybeden azgın ve zalimlerin hâlidir. Bunların kibirlerini ve dünya sarhoşluklarını artıracak şekilde nefsanî isteklerinin önünde bütün kapılar açılıvermiştir. Hevâ ve heveslerini tatmin edecek türlü türlü şeyler önlerine serilmiştir. Fakat bunların neticesinde onları bekleyen akıbet, Allah’ın onlar için hazırladığı şiddetli azaptan başka bir şey değildir.
Adetullahı vurgulayan ve teyid eden şu Kur’ânî esasları durup dinlemeli, bir miktar düşünmeli:
“Zaman olacak, inkâr edenler ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ diye hayıflanacaklar. Bırak onları yesinler, faydalansınlar, boş ümit oyalasın onları; yakında bilecekler!” (Hicr 2-3)
“Âyetlerimizi yalanlayanları hiç bilmedikleri yerden adım adım yıkıma götürürüz. Onlar a mühlet veriyorum. Ama bilin ki cezalandırmam çok çetindir!” (Arâf 182-183)
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! O sadece onların işini bir güne erteliyor ki, o gün gözler dehşetten dışarı fırlamış haldedir.” (İbrahim 42)
“Andolsun ki senden önceki ümmetlere de elçiler gönderdik. Ardından, belki yalvarıp yakarırlar diye onları darlık ve hastalıklara uğrattık. Hiç olmazsa kendilerine tarafımızdan bir sıkıntı geldiğinde içten bir niyazda bulunsalardı! Fakat kalpleri iyice katılaştı, şeytan da onlara yaptıklarını şirin gösterdi. Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca her şeyin kapılarını onlara açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık. Böylece onlar birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler.” (En’âm 42-44)
Cenâb-ı Hakk’ın bu adeti ve ondan bahseden Kur’ânî esaslar, gördüğümüz ve muhtemelen de göreceğimiz hadiselerin adeta birer izahıdır. Azgınlığa ve sapkınlığa düşen milletlerin dünyalık imkânlara ve nimetlere sınırsız bir şekilde nail oluşu karşısında ise cahil ve ahmak kimseler şaşakalır. Halbuki önlerine serilen bu imkân, Hak Teâlâ’nın da beyanı üzere arkası gelmeyecek az bir dünyalıktan gayrı bir şey değildir.
Ayrıca bu dünyalığın dışarıdan bakan için sevinç kaynağı gibi görünüp, huzur ve güvene vesile olduğu düşünülse de gerçekte onun arkasında acı ve perişanlığın tohumları saklıdır. Sadece Allah’ın bildiği o vakit, yani ölüm veya kıyamet vakti gelip çattığında tohum kabuğunu çatlatır, sınırsız lezzetler ve dünyalıkla meşguliyetleri sebebiyle gaflet deryasında boğulanların üzerine o acı ve perişanlık bir kara bulut gibi çöker. Bu hali Allah Teâlâ şöyle tasvir buyurur:
“Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık! Böylece onlar birdenbire bütün ümitlerini yitirdiler.” (En’âm, 44) Yani helâk oldular.
Şu hâlde bugün birisi gelip, “Allah Teâlâ biz Müslümanlara vaat ettiklerinden bizi mahrum bıraktı. Oysa şu nankörlere, zalimlere ve kâfirlere herhangi bir şey vaat etmediği halde yardımına ve nimetlerine nail olanlar da onlar!” dese… Böyle bir itiraz, sahibinin basiretinin bağlandığına, ilâhî hitaptan yüz çevirdiğine işarettir.
Halbuki ilâhî hitap hakkında biraz durup düşünse, Cenâb-ı Hakk’ın şu sebepler âleminde, istikamet ehli veya dalâlet ehli, mümin veya kâfir bütün kulları ile muamelesindeki kuralların ve adetlerin farkına varacak, anlayacak, haddi aşmayacak ve edebi muhafaza edecektir.
[7. Hikmet’in sonu.]