Allahu Tealâ’nın bir sıfatı da el-Adl’dir. el-Adl, dost-düşman herkese hakkını veren ve layıkı ile muamele eden demektir. Dolayısıyla adalet, Yüce Allah’ın büyük bir emanetidir. Adil insan, özü ve sözü, işi ve hükmü Yüce Allah tarafından tasdik edilen kimse demektir. Allah katında sözü geçerli, şahitliği makbul, hükmü isabetli bir insan olmak kadar şerefli bir şey olabilir mi?Kime ne yapacağını, nasıl davranacağını ve hakkının ne olduğunu bilmeyen kimsenin, devamlı hak yemesi, hatır yıkıp, zulüm yapması kaçınılmazdır. Cahil adil olamaz. Adil olmayı hedefleyenler, bilmediği konularda konuşmaz. Tanımadıkları kişiler hakkında hüküm vermez. Hele bizzat görmediği kimseler hakkında söz söylerken ve onlarla ilgili bir hüküm verirken, yanlış söylemekten ve iftira etmekten korkarlar, bilmiyorum, tanımıyorum demekten korkmazlar. Allahu Tealâ hepimizi uyarıyor: “Ne olduğunu bilmediğin şeyin peşine düşme. Hiç şüphesiz kulak, göz ve gönül; evet bütün bunlar her yaptığından sorumludur. (İsra/36)
Adil Olabilmek İçin
Bir şahıs veya olay hakkında hüküm vermeden önce, ilk yapılacak iş doğru tesbittir. Tahmin, zan ve kulaktan duymaya dayanan haberlerle ciddi işlerde asla hüküm verilmez. Tesbit tamam, delili sağlam değilse, kararda acele edilmez. Verilen hükmün Allah tarafından tasdik edilmesi ve ilahi huzurda doğru bir insan olarak anılmak için bu şarttır. Aksi halde Allah katında yalancılardan yazılmak ve halkın içinde utanarak dolaşmak işten bile değil. Aynı şekilde, hüküm verirken hissi davranmak da adalete aykırıdır. Özellikle çok sevilen veya hiç sevilmeyen kişiler hakkında bir değerlendirme yapılırken, bir kat daha titizlik ve dikkat gerekir. Verilecek hükmü, sevginin veya nefretin etkilememesi esastır. Adil insan, nefsine ağır ve acı da gelse, hak olanı bulmaya, haklıyı ortaya çıkarmaya karar verir. Ne kendini kayırır, ne de sevdiklerine arka çıkar. Ne olursa olsun hakkı arar, haklıyı bulur, hakkını verir. Adil insan, bir şahsı sadece bir işi veya bir sözü ile de değerlendirmez. Onun genel ahlâk ve hallerini düşünür. Çünkü bu tavır, Yüce Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. Eğer hali değerlendirilen kimsenin iyiliği kötülüğünden fazla ise o iyi insan kabul edilir ve kusurları iyi haline bağışlanır. Mü’min kardeşinde gördüğü bir kusur için hemen olumsuz düşünmek yerine önce bir mazeret aramak, adil ve kâmil müminin özelliğidir; elinden geldiğince mümin kardeşini mazur görmeye ve kusuruna sebep bulmaya çalışır. Bunun için de, önce kendisiyle ilgili kusurları affederek kusur bağışlamaya alışır. Özellikle, tekrar edilmeyen ve açıktan işlenmeyen kusurları kimseye açmaz, kapatır, affeder. Düzelmesi için usulünce uyarır, ikaz eder. Bunu yapamazsa ıslahı için hayır dua eder. Kesinlikle mü’min kardeşine lânet okumaz. Adil insan merttir, insanlara karşı merhametle doludur. Çünkü kalbinde merhamet bulunmayan kimse adaletli olamaz. Hep kusur arayanlar, güzel şeyleri kusurlu, tamam işleri noksan görürler. Kendini unutup devamlı başkalarında kusur arayan bir gözden ve gönülden Allah’a sığınmak gerekir. Sevgisinde samimi olmayan ve insanları karşılıksız sevmeye çalışmayanlar, şahsi bir korku ya da maddi bir beklenti ile hareket ederler. Bu da o insanı korkak veya yağcı yapar. Bu halde hakkı değil; adamını kayırmak ve savunmak kaçınılmaz bir sonuçtur. Adalet şahsı değil, hakkı korumaktır. Hak yiyenler, haklıyı inkâr edenler unutmamalıdır ki, zalimin düşmanı Allah’tır.Kâmil İman ve Tecelliler
Adil mümin birisiyle bir anlaşmazlığa düşerse, hemen kendini haklı görmez. Önce kusuru kendinde arar. ‘Benim bu işte bir hatam var mı acaba?’ diye iyice düşünür, sonra muhatabına yönelir. Aile içinde, toplumda veya işyerinde karşılaştığı her problemi bu usülle çözer ve görür ki kazanan hep odur. Yanlışını gösteren, bir çocuk veya sevmediği bir kişi de olsa kendini haklı göstermeye çalışmaz, hatasını düzeltmeye bakar. Zira kibre düşüp karşı tarafı red ve tenkid etmeye kalkışan, kendine en büyük kötülüğü yapmış olur. Esasen kötü bir insan hakkında iyidir diye hüküm verildiğinde, yanılanın bir zararı olmaz. Fakat, iyi bir insanı kötü göstermek büyük bir cinayet olur. Onun için mümin, insanlara ve olaylara iyimser bir gözle bakar. Karşısındaki insanı hemen kusurlu görüp mahkum etmez. Adil mümin, doğrudur diye her bildiğini söylemeyi düşünmez. Söyleme şeklini iyi seçer, zamanını güzel ayarlar. Aksi durum ise boş yere yorulmak ve hiç gereği yokken mahcup olmaktır. Bu ölçülere dikkat etmeyenler, çoğu kez “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözünü tekrar eder durur. Şu kural da dengeli müminlerin kulağına küpedir: “Her duyduğunu başkasına duyurmaya çalışma. Her bildiğini başkasına öğretmeye veya kabul ettirmeye uğraşma. Hiç konuşmazsan bir zarar etmezsin, ancak bir şey konuşmak zorunda kalınca asla yalan söyleme.” Adil mümin, herkesten önce kendine karşı adaletlidir. Vücut azalarının hakkını zayi etmez. Karnının derdine düşüp kalbini unutmaz. Dışını süsleyip dururken, içini harap bırakmaz. Fikri ve işi, özü ve sözü birdir. Ancak iç dünyası dengeli olanların düzgün yaşayabileceğini bilir. Bu sebeple içini dışından daha güzel yapar. Kendini iyi tanır, fakat başkalarına tanıtma derdine düşmez. Böylece kendi değerini zayi etmez. Sonuçta asıl olan sevgi ve ihsandır. Aslında bize yakışan, adaletle de yetinmemek. Bir adım öte geçip insanları sevmek, kusurları affetmek, merhametli olmak. Ölçü basit: “Adaleti kendine, merhameti başkalarına uygula. Bu dünyada zalimlerden olma!..”