Aramak

Oturmuş Düşünürken

Aslında oralara gideceğimi, herhangi bir yere gideceğimi bilmiyordum. Kendimi nerde oturmuş, düşüncelere dalmış, tasarılara, tasarlamalara bırakmış olarak yakalayacağımı da bilmiyordum. Londra'nın orta yerinde ya da Eyfel Kulesi'nin tepesinde veya Cidde'de Kızıl Deniz'e bakan bir park yerinde düşüncelere dalmış olarak karşımdaki manzarayı seyrediyor olmam durumu değiştirmeyecek. Bir Hartum Nil'inin ağdalı, yoğun, karanlık suyuna dalıp gitmiş olmak da mümkündür. Niçin olmasın? Ankara'da yıllar öncesinin salkım söğütlerinin sulara sarktığı, o havuzun sularını yalar gibi olduğu çay bahçesinde, rüzgâr oturduğum masanın örtüsünü uçuştururken, benim de, önümdeki semaverin ateşi çıtır çıtır yanıp semaverin suyunu kaynatmaya durmuş, demlikteki çay kıvamına gelmiş halde; kendimi, bir yandan bardağına çayımı dolduruyor, bir yandan da dostlarımızla sohbeti koyulaştırıyorkenki bir tablonun içine yerleştirmem akıldışı görünmüyor. Her şey mümkündür. Benim herhangi bir yerde bulunmam, herhangi bir iş üzerinde durmam, herhangi bir şeyle uğraşıyor olmam mümkündür. Büyük mutluluklar, küçük hayal kırıklıkları; ya da küçük mutluluklar, büyük hayal kırıklıkları yaşamış olmak da mümkündür. Küçük hayal kırıklıklarını geçmiş zamanın artık anılmayan bir yerlerine bıraktığımızda, onları anarak mutlu olmamız da mümkündür. Hayal kırıklıklarından, mutsuz yaşantı parçalarından, yağmurun altındaki hüzünlü ve başıboş dolaşmalardan da bir keyif payı çıkarmak mümkündür. İnsanoğlunun tuhaflığının sonu mu var? İnsan, geçmişte kalmış bir cenazeden bile hüzünlü bir mutluluk veya mutluluğa bulaşmış bir hüzün çıkartabilir. Kendimizi beklenmedik sevinçlerin ortasında bulduğumuz anlarımız olmamış mıdır? Beklenmedik bir ânda, ölesiye özlemini çektiğimiz dostlarımızla birdenbire hiç mi karşılaştığımız olmadı? O ilk sevinç ânlarımızın ya belki hemen o ânında veya gene zamanın bir şeyleri eskite eskite tüketmiş olduğu, fakat bizim de tam o sırada içinde yaşadığımız o şimdiki zaman parçasında gide gide sevinçten yapılmış bir hüzne gark olduğumuz, dolu dolu bir hüzne bulandığımız yaşantı parçacıklarımız hiç mi vuku bulmadı? Bütün bunlar mümkünse, olabilirse, olabiliyorsa, demek ki olmuştur da... İnsanın ayak bastığı yerler de onun tanıkları olurmuş. Yani dizini çöktüğün toprak parçası, yönünü döndüğün kıble, alnını koyduğun secde yeri günü gelince tanıklık yaparmış. İnsan, böyle bir şeyin bilgisinde olmasa bile, günün birinde, sıcak bir mescit kapısının önünden geçerken, üstelik hiçbir namazın vaktinin olmadığı bir saatte, o mescidin meşin perdeli kapısını aralayıp içeriye girme arzusu duyuyorsa, alnını secdeye koyup bir yakarışın içine girebiliyorsa, gözyaşlarıyla ıslattığı mescidin döşeme tahtaları ile kendisi arasında bir iletişimin gerçekleştiğini hissedebilmelidir. O tahtalar mı kendisine tanıklık edecektir, yoksa kendisi mi o tahtaların gözyaşlarını emdiğine tanık olacaktır, bilinmez. Belki bilinmesi de gerekmez. Bilinmesi gereken belki bir tek şey vardır: insan, içinde yaşadığı her şeye hazırdır; bütün bu şeyleri kendisi hazırlamıştır ve kendi hazırladığı şeyleri yaşamaya durmuştur. Ve bunların anlaşılması onun olgunlaşmasını beklemektedir. Ama o ne zaman olgunlaşacaktır? Kim bilir? Her şeyin, önceden mümkün olduğunu söyleyebiliyorsak, demek ki her şey mümkündür. Hayal dünyamda, Londra'nın orta yerinde bulunmamın mümkün olduğu kadar, Hartum'da Nil Nehri'ni seyretmekte olmamın da mümkün olduğunu düşünebiliyorum. Buna benzer daha sayısız almaşıklardan birini gerçekleştirmek üzerinde bulunmam mümkündür. Daha önce yolu hiçbir mescidin önünden geçmemiş , geçmiş olsa bile bunu ayrımsamamış birinin, mescitten içeriye girerek alnını secdeye koyduğunu da tahayyül etmiştik. Bütün bu imkânlar yelpazesi içinde gerçeklemiş olan, onlardan sadece birisidir. Şu ânda herkes yapmakta olduğu işin ne olduğunu düşünsün. Kimi yolda yürüyordur, kimi alış veriş yapıyordur, kimi denizi seyrediyordur, kimi mahpus damında gün sayıyordur, kimi elindeki işini bitirmek için acele ediyordur, kimileri de, bu satırları okumakla meşgul bulunuyordur. Çünkü bütün şartlar, bu işi kotarmak üzere bir araya gelmiştir. Bütün hazırlıklar bu satırları okumak üzere gerçekleştirilmiştir. Şimdi bazıları diyebilir ki, hayır, ben kendimi hiç de bu satırları okumaya hazırlamış değildim. Bu dergi, bu derginin bu sayfası, bu sayfadaki bu yazı, benim önüme tümüyle tesadüfen çıkmıştır; ben, aslında böyle bir derginin ve böyle bir dergide böyle bir yazının var olduğunu bile bilmiyordum; ben saçımı kestirmek, dişimi tedavi ettirmek için bu salona, bu muayenehaneye gelmemiş olsaydım bu dergiyle ve bu yazıyla karşılaşmam da mümkün olmayacaktı! Böyle düşünmek elbette mümkündür. Ama mümkün olan bu almaşık, önsel olarak, sayısız almaşıklardan sadece birisidir ve üstelik gerçekleşmiş olan da odur! Başka herhangi bir almaşık da gerçekleşmiş olabilirdi. Ama anlardan herhangi birisi için söyleyebileceğimiz şey değişmeden kalacaktır. Ve gerçekleşecek olan şey, onlardan yalnızca bizim hazırlanmakta olduğumuz olacaktır ve olmaktadır. Aslında olan şey daima bizim olmasını hazırladığımız şeydir. Ama biz her zaman neyi hazırlamakta olduğumuzun farkına varmayabiliyoruz. Kimi zaman bilincinde olmadan da bir şeyi hazırlar veya o şeye hazırlanırız. Biz bilincinde olmasak da, hazırladığımız şey gerçekleşir, başkası değil. Hazırladığımız şey başımıza gelir. O şeyi hazırladığımızı söylüyoruz, çünkü o şey, birdenbire gökten düşmüyor: o şey, kendine ait bütün geçmişini de yüklenmiş olarak vuku buluyor. Kendi geçmişinden, yani şartlarından arınmış, arındırılmış olarak vuku bulmuyor. Vuku bulan şey, kişi farkına varmasa, bilincinde olmasa bile, onun eyleminin sonucu olarak meydana geliyor. Öyleyse olan şeyin sorumluluğu da, onu hazırlayanın uhdesinde kalma durumundadır. Çünkü kişi gerek bilip isteyerek gerçekleştirdiği, gerekse ihmal göstermek suretiyle sebep olduğu eylemiyle vuku bulmuş olan şeyi meydana getirmiştir. Dolayısıyla meydana gelmiş olan şeyin sorumluluğu da ona aittir. Ancak şöyle bir istisnayı göz ardı etmek hakkaniyete uygun düşmez: biz, kişiyi, hazırladığı şeyin vukuundan sorumlu tutarken, kişinin harekete geçerek veya ihmal göstererek hasıl ettiği fiili ile onun sorumluluğunu sınırlamak zorundayız. Onun iradesini aşan amillerin devreye girmesiyle de o sonuç meydana gelmiş olabilir. Kişi, bu durumda, yalnızca kendi icraî ve ihmalî fiilinin sonuçlarıyla sorumlu tutulur. Kişi, kendini aşan faktörlerin araya girmesiyle de bir sonuca hazırlanır, hazırlanmamış olan bir sonuçla karşılaşması mümkün değildir; ama ona yalnızca kendi eyleminin sonuçlarını yüklemek zorunda bulunuruz. Demek ki, teorik olarak ve önceden her şeyin mümkün olduğunu düşünebilsek de, aslında pratikte bir şey (tek şey) imkân dahiline girmektedir, o da, ancak ve yalnız olan şeyin kendisidir. İnsanın sorumluluğu da, amelinin ürünü olan, işte, o şeyle bağlantılı olarak ortaya çıkar. Önsel olarak her şey mümkündür, sonsal olarak ise sadece bir şey (o şey) mümkündür.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy