Aklı olan herkes düşünmek zo-rundadır. İnsanı hayvanlardan ayıran en önemli özellik, düşü-nerek olgunlaşmak ve fikir yoluyla bir sonuca ulaşmaktır.
Kalbimiz, istesek de istemesek de her an bir çeşit düşünce ile meşgul olur. Kimisi işinin, kimisi eşinin, kimisi aşı-nın, kimisi maaşının, kimisi de insan ve eşyadaki ilahi nakşın düşünceleriyle doludur. Bugün canlı cansız hiçbir şey düşünmeden bir gün geçirdim diyen tek bir insan bulamazsınız. Yani her-kes, bir çeşit rabıta içindedir. Rabıta, kelime manasıyla bu çerçevede tarif edilebilir.
Rabıta, insanın istese de terkede-mediği bir şeydir. Rabıta, gönlün işidir. Rabıta, gönlü bir şeye bağlamak, o şeyi hayale alıp düşünmek demektir.
Ancak, bu yazımızda biz, kalbi zik-re geçiren, Rabbine çeviren, ruha ilahi bir neşe veren ve ahlakı güzelleştiren bir düşünce çeşidinden bahsedeceğiz.
Tasavvuftaki Rabıta
Tasavvufta rabıta deyince, insana Allah’ı hatırlatan düşünce kasdedilir. Bunun için kendisine bakılınca Allahı zikrettiren bir insan-ı kamil hedef alınır; kalp saygıyla ona bağlanır, gönül sevgiyle onu hayale alır, ruh on-dan akseden nurla nurlanır ve vücut ondaki ahlakla ahlaklanır. Güneş karşısında renk alan ve tatlanan meyve gibi, kamil insanla zahiren ve batınen her halde beraber olan bir kimse anbean ondaki ilahi güzelliklerle süslenir. Tasavvuf büyükleri rabıtayı şöyle tarif etmiş-lerdir: “Rabıta, Allah’ın nurlarını alan, tecellilerini açıkça gören bir makama ulaşmış kamil mürşide kalbi bağlamaktan ibarettir. Çünkü kamil mürşid oluk gibidir ve kendisine sevgiyle bağlanan müridin kalbine ondan feyiz akar.” (İbrahim Fasih) “Rabıta, Allahu Tealâ’nın yüce sıfatlarının özel tecellilerine mazhar olmuş, yani Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmış, müşahede mertebesine ermiş kamil bir mürşide kalbi bağlayıp, huzurunda ve gıyabında o mürşidin sureti, sîreti ve özellikle ruhaniyetini hayalen kendisi ile birlikte farzederek, yanındayken takındığı tavrı, gıyaben de sürdürmeye çalışmak demektir.” (Mevlâna Halid) “Rabıta, müridin mürşide olan şiddetli ve sıcak muhabbetiyle tamamen ona yönelmesidir. Mürid rabıtaya devam ede ede mürşidinin boya-sına boyanır, onun gibi kamil olma yolunda ya-vaş yavaş ilerler. Muhabbetle yapılan rabıta, se-veni sevilenin sıfatlarına sokar.” (Nasrullah Efendi) İmam Rabbanî (K.S.) demiştir ki: “Kalbi zikre geçirecek ve nefsin kötü huylarını değiştirecek rabıta öyle herkese olmaz. Kendisine rabıta yapı-lacak kimse, Allah tarafından seçilmiş, manevi seyrini tamamlamış, yüksek kemalat ve cezbe sahibi kamil bir insan olmalıdır.” Mevlana Halid (K.S.) rabıtayı öyle gerekli ve faydalı buluyor ki, bunu şöyle ifade ediyor: “Rabıta, Nakşi tarikatında temel bir rükundur. Allah’ın Kitabına ve Rasulullah’ın sünnetine yapıştıktan sonra Allah-u Tealâ’ya vasıl olmanın en büyük sebebi rabıtadır. Öyle ki, Nakşibendi sadatının bir kısmı müridlerini terbiye ve ta’limde yalnız rabıtayla yetinirlerdi. Maksat Yüce Mevlâ’ya ulaşmaktır; rabıta ise Allah’a gidişte vesile olmaktan başka bir şey değildir.” Rabıta, mürşidin kalıbına değil onun kalbinde zuhur eden ilahi nura bağlanmak ve onun kalbindeki Allah sevgisini yudumlamaktır. Gerçek rabıta ve sevgi zamanla hasıl olur. Rabıtaya devam eden müridin kabiliyeti gelişir, sevgisi kuvvetlenir.Yanlış Anlaşılan Rabıta
Rabıta, Yüce Kur’an’da emredilen tefekkürün bir çeşidi, murakabenin bir bölümü, Allah mu-habbetinin bir parçasıdır. Rabıtayı inkar veya terkedenler şunu sorarlar: “Niçin bir insanı düşünüyoruz da Allahu Tealâ’yı düşünmüyoruz? İnsanı düşünmenin kazancı nedir?” Bu soruya kesin bir cevap vermeliyiz. Çünkü soruyu sorunların endişesi şudur: Allah’ı bırakıp da insan veya başka bir varlığı düşünmek ilahi muhabbeti zedeler, böyle bir şey şirke girer. Önce, Ehl-i Sünnet akidesiyle ile ilgili şu gerçekleri hatırlatalım: Allahu Tealâ hayal ile düşünülmekten münezzehtir, uzaktır. O, akılla düşünülemez, fikirle tefekkür edilemez, herhangi bir şeye benzetilemez. (el-Maturidi, Taftazânî, Gazzâlî) Her ne ki hayale gelir, o, Allah değildir. (Şa’rânî) Şu halde düşünmek için Allahu Tealâ’nın Yüce Zatını seçemeyiz. Hem, Allahu Tealâ’nın zatını düşünmek yasaklanmıştır. Hz. Peygamber (A.S.), bunun hüküm ve sebebini şöyle belirtmiştir: “Allah Tealâ’nın zatını tefekkür etmeyiniz. O’nun nimet ve yarattıklarını düşününüz. Çünkü siz, Allah’ın zatını düşünmeye güç yetiremezsiniz.” (Ebu Nuaym, Elbanî) Durum böyle olunca, düşünecek kimse Allahu Tealâ’nın yarattığı varlıkları düşünmek zorundadır. İbret almak isteyen, varlıklara bakmalıdır. Düşünerek zikre ulaşmak isteyen kim-se, yaratılmış bir varlık üzerindeki ilahi tecel-lileri düşünerek Allah’ı zikre geçmelidir. Allah Tealâ, alemdeki her şeyi, kendi varlığına, birliği-ne ve yüce rahmetine birer ayet ve alamet yapmıştır. Bütün alem, düşünülsün ve içindeki rahmet görülsün diye yaratılmıştır. Bu varlıkları düşünenler onların içindeki ilahi kudreti görür, rahmeti anlar. Anlayan hayran olur, imanı artar, kalbi sevgiyle dolar. Tefekkürün sonucu, Allah’a muhabbet ve teslimiyettir. Gelecek yazımızda Kur’an ve Sünnet’teki rabıtayı anlatmaya çalışacağız.