Aramak

Sayıyla Zikir

Allah Tealâ’nın zikri gönlü kuşatmadan, O’na yönelip itaat etmeden kulun Allah Tealâ’ya yaklaşması mümkün değildir. Dünyanın kirleriyle, nefsin isyanı ve şeytanın iğvalarıyla zarar gören kalbin ilacı zikirdir. O zikirle kuvvet bulup kendine gelir, üzerinden yükleri, tortuları atar. Ehl-i tasavvuf zikir üzerinde çok durmuştur. Hatta Nakşibendiye’de, günlük sayılı zikri olmayanın tasavvuftan gereği gibi faydalanamıyacağı söylenmiştir. Virdin yani sayılı zikrin aslı da Asr-ı Saadet’tendir. Efendimiz ve ashabı hep zikir halinde olmuş, onlardan sonra gelenler de bunu belli bir usul halinde devam ettirmişlerdir. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in zikri daimîdir, kesintisizdir. O’nun mübarek sahabilerinin (Allah onlardan razı olsun) durumu da öyledir. Hayber’in fethinden sonra Efendimiz s.a.v.’le evlenen Hz. Safiye r.anha annemiz şöyle naklediyor: “Bir gün Allah Rasulü benim odama geldiğinde önümde dört bin tane hurma çekirdeği vardı. Onlarla tesbih çekiyordum. Bana şöyle dedi: ‘Senin çektiğin bu tesbihlerden daha iyisini öğreteyim mi?’ ‘Öğret ya Rasulallah.’ dedim. ‘Sübhanallahi adede halkıhi (Yarattığı şeyler sayısınca Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim) zikrini çek. Bunu bir defa söylemek dört bin zikirden hayırlıdır.’” Hz. Safiye annemizin dört bin tane hurma çekirdeğiyle tesbih çekmesi önemlidir. Ne kadar çok zikir çektiğini, sayılı zikrin Asr-ı Saadet’ten sonra çıkmış yeni bir iş olmadığını gösterir. Ebu Hüreyre r.a.’ın bildirdiği bir hadis-i şerife göre, Rasulullah s.a.v. Efendimiz’in azatlı kölesine deriden bir minder serilir, içinde çakıl taşları bulunan hasır sepet getirilirdi. O da sabah namazından günün ortasına kadar bir sepet dolusu çakılla tesbih çekerdi. Çakıllar kaldırılır, öğle namazı kılındıktan sonra tekrar getirilir, akşama kadar zikrine devam ederdi. Ebu Hüreyre r.a.’ın da üzerine iki bin düğüm atılmış ipi vardı. Bu iki binlik tesbihi gündüz çektiği gibi, gece de çekmeden yatmazdı. Evinde kalmış bir misafir de onun halini şöyle anlatıyor: “Bir gün sedir üzerinde oturuyordu. Önünde çakıl taşları ve hurma çekirdekleriyle dolu büyük bir torba vardı. Ebu Hüreyre torbadaki taneler bitinceye kadar zikrediyor, orada bekleyen hizmetçisi taneleri tekrar torbaya dolduruyor, Ebu Hüreyre yeniden zikre başlıyordu.” Bu ve benzeri örneklerden yola çıkarak tarikatler kendi manevi terbiye usulüne göre farklı uygulamalarla sayılı zikir ihdas etmişlerdir. Tasavvufî mensubiyeti olanların, kendi yolunun adap ve usulüne göre virdini çekmesi gerekir. Hadis-i şerifte de buyurulduğu üzere kul Allah’ı genişlikte zikrederse Allah onu darlığında zikreder. Allah’ı sıhhatte zikrederse Allah onu hastalığında zikreder. Zenginlikte zikrederse Allah onu fakirliğinde zikreder. İnsan, Allah katında kadrinin ne kadar olduğunu bilmek istiyorsa, Allah Tealâ’yı ne kadar zikrettiğine bakmalıdır. Allah katında kıymetimiz zikrimiz kadardır. Rasulullah s.a.v. Efendimiz buyurdu ki: “Nuh a.s. oğluna şunu vasiyet etti: ‘Oğlum sana iki şeyi yapmanı, iki şeyden de sakınmanı tavsiye ediyorum. Lâ ilâhe illallah demeye devam et. Bir kefeye gökler ve yer konsa bu söz onlardan ağır gelir. İkincisi Sübhane rabbiye’l-azim ve bi-hamdi de. Bütün varlıklar bununla Allah’a kulluk eder, bununla rızıklanır. Sakınacağın iki şey ise şirk ve kibirdir.” Bize düşen de kendi kalbimize bakmaktır. Kalbimizde kim var? Kim için atıyor, kimin için heyecanlanıyor, kimin yakınlığını, sevgisini istiyor? Dünyanın zorluklarını, acılarını kimin hatırına şeker niyetine yutuyor?
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy