Allah ve Rasulü’nün, bir de mümin kardeşlerinin isteklerini kendi isteklerine tercih etmek... Aç iken doyurmak, ihtiyaç sahibi iken giydirmek... Can bedende iken, ten ülkesini Sevgili’ye feda etmek... Ve... Sevgili tebessüm ederken, kendini O’nunla birlikte hissetmek...Uhud günü... Bir anlık dikkatsizlik ne yaralar açmıştı o gün. Bir avuç insan kalmıştı Rasulullah s.a.v.’in yanında. Müşrikler tarafından atılan taşlarla ve kılıç darbeleriyle o nur yüzlü sevgilinin dudağı yaralanmış, bir dişi kırılmıştı. Başındaki miğfer parçalanmış, miğferin halkalarından ikisi şakaklarına batmıştı. O pak vücudu yanı üzere düşünce Rahmet Peygamberi s.a.v., elini kanayan yüzüne götürmüş ve kanlar sakalını ıslattığı zaman: “Ey Rabbim! Kavmimi affet. Çünkü onlar bilmiyorlar...” demişti. Gözbebeği biricik kızı Fatıma r.a., bir parça yünü yakmış, külleri ile Kainatın Efendisi s.a.v.’in yüzünden sızan kanı dindirmeye çalışıyordu. Zira kocası Ali r.a.’ın kalkanla su taşıyıp kanı temizleme gayreti yeterli gelmiyordu. O gün Uhud Savaşı’nda böyle nice acı hadise yaşanmıştı. Bir an bile binlere bölünmüştü adeta. Hele tepeye yerleştirilen okçuların yerlerini terk etmesiyle müslümanların dağıldığı bir anda, “Peygamber öldürüldü!..” şayiası kadın-erkek tüm ashaba neler yaşatmıştı! “Yeter ki Sana Bir Şey Olmasın” Medineli Sümeyra r.a.bu haber karşısında dayanamamış, kalabalığın arasından sıyrılmıştı. -Kardeşin, baban, kocan ve oğlun şehit edildi, demişlerdi de, o bir an bile gözünü kırpmadan: -Rasulullah nerede?! Bana O’nu gösterin, demişti yüreğinin derinliklerinden. Rasulullah s.a.v.’i görünce de yanına kadar gitmiş, Kainatın Biriciği’nin elbisesinin eteğinden tutarak: -Ya Rasulallah! Sen sağ olduktan sonra her felaket bana hiç gelir. Anam babam sana feda olsun, demişti. Az mı çalışmıştı o gün Ümmü Süleym Hz.Aişe’yle birlikte. Sırtlarında yiyecek ve içeceklerle Uhud’a koşup gelmişler, kırbalarla su taşımışlar, yaralıları tedavi etmişlerdi. Ya Ümmü Süleym’in kocası Ebu Talha? Uhud Savaşı sırasında Rasulullah’ın yanında kalan bir avuç müminler arasındaydı. Peygamberimiz’in önüne sadağındaki elli tane oku sermiş, bir yandan şöyle demişti: -Ya Rasulallah! Vücudum vücudunun önünde sana feda olsun! Kainatın Efendisi onun arkasından müşriklere bakmak için bir ara yükselip başını kaldırınca da: -Ya Rasulallah! Anam babam sana feda olsun, yükselme! Belki sana müşriklerin oklarından bir ok isabet eder. İşte göğsüm, senin göğsüne siper olsun, diye yalvarmıştı. Kendi canı tehlikedeyken, can pareleri birer birer toprağa düşmüş iken, sadece O’nu düşünmek... O’na bir şey olacak kaygısıyla çırpınmak... Bu nasıl bir haldi? Ve bu halin adı ne olabilirdi? Bir Misafir, Bir Kase Çorba İşte yine bir akşam güneşi Medine tepelerinde gurub etmiş, Mescid-i Nebi’de ihtimal Yatsı namazı da kılınmıştı. Akşam vaktinin hareketliliği neredeyse azalmıştı ki, Allah Rasulü’nün huzuruna Suffe ashabının ileri gelenlerinden Ebu Hureyre r.a. geldi. Allah Rasulü’nün yanına kadar yaklaştı ve: -Ya Rasulallah! Üç günden beri bir lokma bir şey yiyemedim. Üst üste aç olarak oruç tutmaktayım. Artık dayanamıyorum, dedi. Rahmet Peygamberi s.a.v.’in nurlu nazarları cemaatin üzerinde dolaştı ve sordu: -Bu şahsı bu gece evinde kim misafir edebilir? Ebu Talha ayağa kalktı: -İzin verirseniz onu ben misafir edeyim, dedi. Sonra Ebu Hureyre’yi alıp evine götürdü. Hanımı birazcık çorba pişirmişti, onu da çocuklarına içirmeyi düşünüyordu. Ne var ki, çocuklar açlıklarında çok ısrarcı olmamışlar, ihtimal oyun onlara daha tatlı gelmişti. Ebu Talha hanımına: -Bu gece çorbayı Allah Rasulü’nün misafirine ikram edelim. Biz nasıl olsa bugün aç olarak oruç tutabiliriz. Çocukları da uyutalım, sabah olunca bir yolunu buluruz Allah’ın izniyle, dedi, Sofrayı kurup hep birlikte oturdular. Ancak, gecenin karanlığından yararlanarak kendileri kaşıklarını çorba kâsesine daldırmadılar. Misafire ise bunu hiç hissettirmediler. Kalplerindeki Rasulullah s.a.v. sevgisi ve O’nun hatırının heyecanı onlara yetmişti. Gece olup misafir istirahata çekildiğinde, Ebu Talha ve hanımı, gözlerinin ve gönüllerinin önünden hiç gitmeyen Kainatın Biriciği’nin misafirini ağırlamanın huzuru içinde sabahladılar. Gözleri uyudu belki ama gönüllerindeki cömertlik Yüceler Yücesi’ne çoktan ulaşmıştı. İşte o gecenin sabah namazıydı. Nur-u Muhammedî’nin ışıl ışıl aydınlattığı Mescid-i Nebi’de, namazın ardından o Rahmet Peygamberi s.a.v.’in nurlu nazarları cemaatin üzerinde dolaşıyordu. Kutlu nazarlar Ebu Talha ve Ebu Hureyre r.a.’ın üzerinde yoğunlaştı. Gönülden gözlere yansıyan memnuniyet öylesine ışıldıyordu ki, Gönüller Sevgilisi’nin neredeyse mübarek dişleri görünecekti. İşte Allah’ın Son Elçisi, Kainatın Övüncü tebessüm ediyordu. Ve onlara şöyle diyordu: -Bu gece ne yaptınız ki, hakkınızda: “Kendileri zaruret içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 9) ayeti indirildi?
***
Onların o geceki davranışları, esasen her zamanki halleri idi. Allah ve Rasulü’nün, bir de mümin kardeşlerinin isteklerini kendi isteklerine tercih etmek... Aç iken doyurmak, ihtiyaç sahibi iken giydirmek... Can bedende iken, ten ülkesini Sevgili’ye feda etmek... Ve... Sevgili tebessüm ederken, kendini O’nunla birlikte hissetmek... İşte bu halin adı “îsar” idi ve hakiki müminlerin sıfatıydı. Bu sıfatın adını En Yüce Sevgili koyuyordu, Cenab-ı Mevlâmız koyuyordu. Bu sıfat, “...onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 9) ayetinde ifadesini buluyordu.