Yol ve derviş: Muhtemelen bu iki kelime kadar birbirini tamamlayan, birbiri içine girmiş başka iki kelime yoktur. Yol dervişle, derviş yolla vardır. Dervişin yürüdüğüne yol, yolda olana derviş denir.
Ne zaman bir dervişin hikâyesi anlatılsa o hikâye aslında bir yol hikâyesidir. Ne zaman da bir yol hikâyesi anlatılsa yolcu ya bir derviştir ya da dervişâne biridir.
Her yolun bir dervişi ya da her dervişin bir yolu vardır. Yolu yol yapan, yolcusunu hedefine götürmesidir. Derviş o yolda gide gide kendine varan bir yolcudur. Kendine varan aslında Rabbine varır ve aslında yolun sonu, yolculuğun başıdır.
Dervişin yolu nereye çıkar?
Nefs nasıl tanınır?
Eskiler “bir kişiyi tanımak istersen ya onunla alışveriş et ya yemek ye ya da yolculuk et” demişler. Belki bunlar içinde en meşakkatlisi ama en isabetlisi yolculuk etmek olsa gerektir. Yolculuk, insanın maskesini devamlı takamadığı ender durumlardandır çünkü. Yol maskeyi düşürür, cilayı söker, gerçekleri âyân eder.
Kemâl yolunda derviş, yola illâ bir yoldaşla çıkar. Zâhiren yalnız olsa da insanı terk etmeyen bir yoldaşı vardır ki, o da kendisidir. Yani nefsi.
Türlü maskeler ve cilalar altına gizlenmiş nefs, yolculuğun maske ve cila kabul etmez tesiriyle insana kendini gösterir. Bunu görmek için yola çıkmak gerektir.
Yola çıkmayan nefsini nasıl tanır?
Geçmişte mi kaldı her iyi şey?
Geçmiş hep cazibelidir. İnsan her güzel şeyin geçmişte kaldığı zannına kapılır çoğu kez. En güzel bayramlar yaşanıp geçmiştir, eski Ramazanlar şimdi yoktur, komşuluk tarihte kalmıştır, dostluk eskilerin bir erdemidir, güzel ahlâk kaybolmuştur, yeni yetişen nesiller artık alfabenin sonudur… Uzar gider. Öyle ki artık çivisi çıkan dünyanın belki de sonu gelmiştir.
Ama biz böyle düşünür veya konuşurken birisi bir yerde bir yetimin başını okşuyordur. Başka birisi kan ter içinde yerin bilmem kaç metre altından yürekleri serinletecek bir suyu çıkarmaya çalışıyordur. Rahlesinin başında bir talebe dersini okuyordur. Bir dost bir dostuna çay ısmarlıyordur. Şadırvanda bir genç abdest alıyordur. Başka birisi tuttuğu onlarca el ile beraber “Ya Rabbi ben pişmanım…” diyordur.
Belki biz bizden sonra gelecek daha iyilerin ya da yaşanacak daha iyi şeylerin vesilesiyiz, kim bilir.
Geçmişte kalan iyi şeyler midir yoksa biz miyiz?
Sağcı mıyız sol mu?
Siyaset hayatımızın her alanını öyle istila etmiş ki bu siyasî bir soru gibi gelecek ilk bakışta. Oysa öyle değil. Siyasetle de dünyevî meselelerle de bir ilgisi yok. Ancak hayata yanlış açıyla bakmamızla doğrudan ilgili.
Müberra Kitabımız da sağcı ve solculardan bahseder. Sağcılar cennet ehli, solcular cehennemliktir. Yalnız bu sağcı ve solcuların siyasetteki sağcılıkla solculukla uzak yakın hiçbir ilgisi yok.
Sağcılar amel defterini sağından alanlar, solcular ise solundan alanlardır. Bunca politik tartışma içinde, herkes kendince bir taraf belirlemişken şimdi tekrar soralım: Sağcılardan mıyız yoksa solculardan mı?
Tedavinin İlk Şartı Nedir?
Uzun zaman önce bir TV dizisinde erkek oyuncu ciddi şekilde hastadır fakat doktora gitmeyi reddetmektedir. Çünkü hastalığını kabul etmemektedir. Durumun farkında olan eşi onu ikna etmek için şöyle der: “Hastasın ve bunu kabul etmelisin. İyileşmek için de doktora gidersin, ona teslim olursun, o da seni tedavi eder.”
Senaryoyu yazanların dizideki kadına söylettikleri, hayatın bilinen bir gerçeğinden ibaret. Bilinmeyen ya da bilinse de göz ardı edilen gerçeği ise merhum Doktor Ahmet Çağıl Bey söylüyordu: “Manevi hayat maddi hayat gibidir; yani onun simetriğidir. Birinde nasılsa bir şey, diğerinde de öyledir.”
Peki, tedavinin ilk şartı hastalığı kabul edip doktora teslim olmaksa, manevi hastalıklarımız için gidip teslim olacağımız doktor kim?
Sorumuzda bir sorun olmasın?
Sorular insanı hakikate yaklaştıran araçlardır, biliyoruz. Fakat cevapları ehlinden almak şartıyla. Cevap vermeye ehil olmayanın vereceği cevap soruyu “sorun” yapar.
Doğru soru ihtiyacı karşılayan sorudur. İhtiyacı karşılamayacak soru ise yeni ihtiyaçlar doğurur.
Diğer bir mesele de doğru kişiye doğru soruyu doğru şekilde sormaktır.
Şimdi kendimize soralım: Sorularımız bizi hakikate götürmüyorsa acaba sorularımızın bir sorunu mu var?