Aramak

Sorular - Ocak 2023

SORU SORMAK İLMİN YARISIDIR, BUNU HERKES BİLİR. BİLİNMEYEN İSE İNSANIN KENDİNİ TANIMASI İÇİN SORDUĞU SORULARIN ÖNEMİDİR. BAŞKALARINA DEĞİL, SADECE KENDİSİNE SORMASI GEREKEN SORULARDIR BUNLAR.

Her Şeye Yetişebilir miyiz?

Yetişmek; erişmek, varmak, ulaşmak demek. Beklendiğimiz yere, yüksekçe bir yerde duran bir nesneye uzanıp yetişebiliriz. O almak istediğimiz ürüne satılmadan yetişebiliriz. Yetişmeyi somut manasıyla alınca bir şeylere yetişmek çok mümkün. Ama manevi anlamda öyle her şeye yetişmek kolay değil, her zaman mümkün de değil. Başta nefsimizin isteklerine yetişemeyiz. Hadis-i şerif diyor ki: “İnsanın bir vadi dolusu altını olsa ikincisini ister.”

Etrafımızdakilerin bizden beklentilerine de yetişemeyiz çoğu kez. En yakınlarımız dahi olsa böyledir bu, hep bir şeyler eksik kalır. İşlerimize de yetişemeyiz. Ne kadar çalışırsak çalışalım hep yapacak bir şeyler vardır. Nitekim “dünya biter iş bitmez” denilmiş. Hizmet etmek de böyledir; daima bir hizmet vardır. Kulluk yapmaya tam olarak, kâmilen yetişmemiz de mümkün değildir. Çünkü kulluk ettiğimiz zâtın azametinin de ihsanının da sınırı yoktur. O’na ne kadar kulluk edersek edelim hep eksiktir.

Öyleyse ne yapmak lazım? Dünya ve âhiret işlerinde kalıcı ve geçici ayrımını dikkate alarak çalışmak elbette. Hac yoluna düşen karıncanın “yetişemesem de o yolda can veririm” cevabında zannedilenden büyük ders vardır. Şu halde amelimizin yetişmediği yere niyetimiz yetişiyor.

Bu da bir yetişme değil midir?

Neyi İsraf Ediyoruz?

İnsanın hem dünya için hem âhiret için en önemli sermayesi kendisidir. Ömrünü, vaktini, imkânlarını, sahip olduğu kişisel donanımı ve potansiyelini boş işlere harcayan insan müsrif değil de nedir? İnsan tabağındaki yemeği bitirmediğinde israf etmiş olur. Yemek bir nimet ve rızıktır. Nimetlerin en büyüğü olan kişinin kendi donanımı, yani vücut azaları ve manevi kabiliyetleri ebediyet için kullanılmadığında daha büyük israftır. Vakit ise ömrün kendisidir. Ârifler günün yirmi dört saatini yirmi dört altına benzetirler. Akıllı kimseye her gün yirmi dört altın verseniz onu kendince en faydalı şekilde değerlendirmenin yollarını arar. Bekletip, biriktirip, kullanmayıp ne yapacak? Akıllı insan saatlerini ebediyeti için sermaye yaparken, akılsız insan ise boş işlerle, ilgilerle tüketir. Yani israf etmiş olur.

Peki, biz vaktimizi, imkânlarımızı, donanımımızı, sahip olduğumuz potansiyeli israf ederken aslında neyi israf etmiş oluyoruz?

Neye Acele Etmeli?

“Acele şeytandandır” sözü nebevî bir uyarıdır. Genel hüküm böyle olmakla beraber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bazı durumlarda acele etmeyi tavsiye de eder. Bunlardan biri de “bir engel çıkmadan hayır işleri bir an önce yapmaktır.” Mesela bir günaha düşünce tevbe etmede, vakti girince namazı eda etmede, imkân bulunca sadaka vermede, kardeşimiz yardıma ihtiyaç duyduğunda yardım etmede, bir kardeşimizi görünce musafaha ve tebessüm etmede, vakti gelince ve şartlar oluşunca evlenmede, gönül almada, barışmada, affetmede, özür dilemede, helallik istemede, ikram etmede, ziyaret etmede, hizmet çıktığında hizmet etmede acele etmek gerekir.

Peki biz, bir koşturma içinde yaşayıp giderken nelerde acele ediyor, neleri ağırdan alıyoruz?

Pişman Olma Hakkı Yok mu?

Meşhur bir menkıbede, vaktiyle yüz insan öldürmüş bir adamın tevbe hikâyesi anlatılır. Rivayete göre adam doksan dokuz kişiyi katlettikten sonra gönlüne pişmanlık ateşi düşer. Tevbe etmek istemektedir ama bu kadar ağır suçtan sonra kabul edilip edilmeyeceğinden endişelidir. Pişmanlık ateşi iyice harlanınca o yörede bilgeliği ile meşhur bir zâta durumunu danışmaya karar verir. Gider ve yaptıklarını anlattıktan sonra “Tevbem kabul olur mu?” diye sorar. Bilge, “Hem o kadar insanı öldür hem tevbe edeceğim de! Senin işin zor.” deyince adam içerler, yine gözü döner, “Madem tevbem kabul değil, o zaman senle yüz olsun!” deyip bilgeyi de oracıkta öldürüverir. Fakat pişmanlık ateşi insanın içini bir kez yakmayagörsün, vicdanını susturamaz. Üstelik bu kez eskisinden de derin bir pişmanlık duyar. O eski masum günlerine dönmenin yollarını arar. Bu sefer de hayli soruşturduktan sonra hem âlim hem ârif bir zâta gider, durumunu ve pişmanlığını anlatır. O zât adama der ki: “Allah içten tevbeleri kabul edendir. Ne yapmış olursan ol, gerçekten tevbe edersen kabul eder. Fakat sana bu günahı işleten bu memleketi terk etmelisin. Filan yerde iyi insanlar var, oraya gidersen tevbeni koruyabilirsin.” Tevbekâr adam bu sözler üzerine vakit kaybetmeden yola düşer. Ne var ki yolun ortasında bir yerde emr-i Hak vâki olur, son nefesini verir. Ruhunu teslim almak için hem rahmet hem azap melekleri gelir adamın başına. Rahmet melekleri “Bu kimse tevbe etti, biz alacağız.” derken, azap melekleri “Yüz kişiyi öldürdü, bizim almamız gerekir!” derler. Aralarında anlaşamayınca terk ettiği memlekete mi, temiz bir hayat için hicrete koyulduğu yere mi daha yakın olduğunu ölçmeye karar verirler. Onlar yolu ölçerken Rahman ve Rahîm olan Hak Teâlâ başka melek ile adamın bedenini varacağı beldeye doğru bir miktar daha yaklaştırır. Böylece melekler adamın tevbesini tutmak üzere gideceği yere daha yakın olduğunu tespit ederler.

Bu menkıbeden hareketle soralım: Pişman olup tevbe edene bizim sırtımızı dönmeye hakkımız var mı?

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy