Suriye krizinin başladığı 2011’de hepimizin bir ümidi vardı: Demokratik mekanizmaları harekete geçirmesi beklenen, ancak inadından bir türlü vazgeçmeyen Beşşar Esed’in sivil eylemler sonucu koltuğunu terk ederek, yüz yıl kadar önce aynı devletin çatısı altında yaşadığımız Suriyelilerin tam anlamıyla özgürlüğe kavuşması... Aslına bakılırsa, Baas rejiminin lideri, özellikle 2007’den sonra Türkiye ile kurduğu oldukça üst düzey ilişkilerin neticesi olarak eski günlerin geride kaldığına, ülkesinin daha millî iradeye dayalı bir zeminde hareket edeceğine dair ip uçları vermeye başlamıştı. Öyle ki, Suriye adeta Türkiye’ye eklemlenmiş gibi görünüyor; vize uygulamasının kaldırılması, inşa edilen ticarî ve kültürel ilişkiler komşumuzun geleceği için umut vaad ediyordu. İngiltere’de eğitim almış, Batı’yı gören, babası gibi zor bir karakterin ardından diyaloğa açık, hürriyetleri önceleyen profil çizen Beşşar Esed’in, kendi halkını bu kadar pervasızca, vahşice katledeceği o dönemde gündeme getirilse kimse inanmazdı. Sonuçta Arap Baharı diye adlandırılan, fakat bu coğrafya için kara kışa dönen süreçle birlikte kendisine tepki olarak başlayan sivil ayaklanma bir süre sonra iç savaşa dönüştü ve bugün içinden çıkılmaz bir hale geldi.
Türkiye de, uzun yıllar sağında solunda oluşturulan ateş çemberini; aynı inancı, tarihi ve kültürel mirası paylaştığı kitlelerin maruz kaldığı zulümleri görmezden gelerek “yurtta sulh, cihanda sulh” yaklaşımını merkezde tutan bir diplomasi ile karşılamayı benimsemişti. Fakat, 2007’de artık siyaseten muktedir hale gelen iktidar yavaş yavaş kabuğunu kırmaya ve gücü nispetinde mazlum coğrafyalara el uzatmaya başladı. Karşılığını da buldu ve dünyanın dört bir yanında beklenen, ümit beslenen bir devlet haline geldi. Belki de bu hissiyatın verdiği güçle, Suriye’de de zorba bir rejime karşı halkı örgütleme ve küresel döngünün en önemli aktörlerinden birinin desteğini arkasına alarak ülkeye müdahale etme yolunu seçti. Heyhat ki, akıbetin ne Türkiye’nin ne de bağımsız bir rejime sahip olmak isteyen Suriyelilerin beklediği şekilde tezahür etmediğini görüyoruz: Sayısı yüzbinleri aşan can kaybı ve milyonlarca mülteci... Ortadoğu’nun ortası sayılabilecek bir bölgede çıkartılan yangına, olması gerektiği gibi müdahale edemedik. Merhum Enver Paşa’nın yüz yıl önceki gözü karalığının bir benzeri, az kalsın bir milletin geleceğine sebep olacaktı. Tarih tekerrür etti ve maalesef biz aynı hatayı bir kez daha tekrarlamış olduk.
Uluslararası ilişkilerin temel dinamiklerinden biri de hiç şüphe yok ki “zararın neresinden dönersen kârdır” sözünde ifadesini bulan hatada ısrar etmeme tavrı olsa gerek. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2016’da yayınladığı bir bayram mesajında; “Suriye meselesinin, terörün, sunî gerilimlerin sebep olduğu krizleri aşıp, kopan ilişkileri yeniden tamir ediyoruz. Yolumuza çıkan engelleri, bir bir kaldırıyoruz” diyerek, tadilat devrinin başladığını ilan etmişti. Peş peşe yaşanan krizlere rağmen Türkiye, Suriye konusunda doğru hamleler yaparak gerginliği asgariye düşürmeye, dahası bertaraf etmeye çalıştı. Rusya ve İran’ı karşımıza alarak Suriye’de lehimize adım atamayacağını fark etti ve Astana Barış Görüşmeleri’yle başlayan, Soçi’deki üçlü müzakereyle devam eden, Ankara’da geçtiğimiz ay Putin, Ruhani ve Erdoğan arasında yapılan toplantıyla iyiden iyiye teşekkül eden yeni bir atmosferin oluşmasına öncülük etti.
Ankara Zirvesi’nde öncelikle ülkede bir Anayasa Komitesi kurulmasına dair mutabakata varıldı. Hatta komite üyelerinin kimlerden oluşacağı bile görüşüldü. Bu, Suriye krizinin çözülmesine ilişkin en mühim köşe taşlarından biri. Rusya, her ne kadar “operasyonları” tamamen bitirmeye ikna olmasa da “sınırlı operasyon” hususunda garanti veriyor. İran’ın beklentisi de Şam ile Ankara arasındaki gerginliğin sona ererek görüşmelere başlanması. Bu da meselenin çözümü için hayatî öneme sahip. Türkiye de Fırat’ın güneyine doğru yaklaşık 450 kilometrelik bölgede güvenli alan oluşturulması düşüncesini net bir şekilde anlatabilmiş durumda. Böylelikle üç milyon Suriyelinin topraklarına dönme ihtimali belirecek.
Ankara Zirvesi, 2011’den itibaren süregelen iç savaşın noktalanması için ciddi bir eşik oldu. Ve bu eşik başarıyla aşıldı. Türkiye, Suriye ile yüksek düzeyli görüşmeye sıcak bakmasa da daha alt seviyede masaya oturulacak. Bu durum, Esed’in bugüne kadar kanla yazdığı trajedinin onaylanması anlamına gelmiyor elbette. Fakat, daha fazla masumun katlinin önüne geçilmesi için elzem hale geldi. Ümidimiz Suriye’nin en kısa zamanda istikrarlı günlerine geri dönmesi.