Aramak

Tarihimizin İhtişamlı Eğitim Kurumu: Nizamiye Medreseleri

Büyük Selçuklu Devleti’nin meşhur veziri Nizâmülmülk tarafından kurulan ve Ortaçağ İslâm dünyasının en önemli eğitim kurumu haline gelen Nizamiye Medreseleri, hem İslâm dünyasındaki hem de Batı’daki eğitim kurumlarını derinden etkiledi. Talebelere burs, ilmî çalışmaların devlet güvencesine alınması gibi uygulamaları Oxford gibi meşhur üniversitelere ilham kaynağı oldu. Tarihimizin en önemli eğitim kurumlarından biri olan Nizamiye Medreseleri’nin özellikleri neydi ve onları bu kadar önemli kılan hususlar nelerdi?

Nizamiye Medreseleri’ni ortaya çıkaran tarihî şartlar neydi? Bu medreselerin ismi nereden geliyor?

Nizamiye Medreseleri, Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk tarafından, Sultan Alparslan’ın da izniyle kurulduğu için Nizamülmülk’ün ismine nisbetle anıldı. Bu medreseleri ortaya çıkaran en önemli etken ise o dönemde İslâm dünyasında ciddi bir tehlike oluşturan Şiî-Fâtımî anlayışla mücadele etmek ve Ehl-i Sünnet akideyi muhafaza etmekti. Yani bu medreseler, Şiî-Fâtımîler’in Sünnî Abbâsîler’i ve Selçuklular’ı yıpratmak amacıyla giriştikleri siyasî ve askerî faaliyetlerin yanı sıra dinî açıdan da yoğun bir propagandaya yürüttükleri dönemde ortaya çıktı.

Nizâmülmülk, Sultan Alparslan ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında Irak, Horasan, Mâverâünnehir, Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde medreseler kurdu. O dönemde siyasî ve askerî alanda bid’at ehli fırkalarla ciddi bir mücadele yürütülüyordu. Büyük bir devlet adamı ve âlim bir zât olan Nizâmülmülk, aynı mücadelenin ilmî alanda da verilmesi gerektiğini gördü. Bu büyük ihtiyacın karşılanması için çeşitli şehirlerde medreseler kurdurarak devletin ihtiyaç duyduğu kadı, müftü, hatip ve devlet kademelerinde görev alacak liyakatli kişileri yetiştirmeyi amaçlamıştı. Bu medreselerin bir diğer özelliği de imkânı olmayan talebelerin ihtiyaçlarını karşılamaktı.

Nizamiye medreseleri için İslâm dünyasının ilk medreseleri deniliyor. Tarihî kayıtlar açısından bu bilgi doğru mu?

Bazı tarihçilerin Nizamiye Medreseleri’ni ilk sistemli İslâm medreseleri olarak ifade ettikleri doğrudur. Fakat bu iddia doğru değildir. Büyük Selçuklular öncesinde Karahanlı döneminde ve sonrasında Tuğrul Bey zamanında da belli müfredata göre eğitim veren medreselerin var olduğunu biliyoruz. Bu bilginin ortaya atılma nedeni Bağdat Nizamiye Medresesi’nin dünyaya yayılan şöhretidir diyebiliriz. Ayrıca bu medreselerin kendilerinden önceki medreselerden farklı olarak devlet himayesinde kurulması da bu iddiaya temel oluşturan diğer bir düşüncedir.

Diğer taraftan Nizamiye Medreseleri’nin en şöhretlisi ve görkemlisi olan Bağdat Medresesi’nin 1067 tarihinde, yani Hicret’ten yaklaşık dört buçuk asır sonra hizmete açıldığı dikkate alındığında, geçen zaman içinde İslâm dünyasında “medrese” olarak adlandırılabilecek kurumsal eğitim faaliyeti yürütülmediği düşünülemez. Nizamiye’nin ayırt edici vasfı, kendinden önceki medreseler her biri sivil ve bağımsız birer teşebbüs iken, Nizamiye Medreseleri hem devlet tarafından kurulmuş olması hem de ortak müfradata bağlı birçok medresenin toplamını ifade etmesidir.

Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk, Sultan Alparslan’ı bu medreselerin açılması için nasıl ikna etti?

Soruyu “ikna etti” olarak değil de “Sultan’ı bu konuda gerekli çalışmaların yapılmasına nasıl teşvik etti” diye sorarsak daha doğru olur. Nizâmülmülk, devletin siyasî ve askerî alanda bahsettiğimiz Şiî/Batınî tehlikesiyle mücadele ettiğini ama bunun yanında ilmî açıdan da bir mücadelenin şart olduğunu dile getirdi. Ancak Ehl-i Sünnet anlayışına uygun medreselerle devletin bu tehlikeyle tüm boyutlarıyla mücadele edebileceğini anlattı. Zaten Sultan Alparslan da bütün İslâm âlemini ilgilendiren bu tehlikeyi görüyordu.

Nizamiye Medreseleri kaç taneydi ve en ünlüleri hangileriydi?

Biraz önce de ifade edildiği üzere Nizamiye Medreseleri’nin dünya çapında şöhret sahibi olanı ve en çok bilineni Bağdat Nizamiye Medresesi idi. Bunun yanında Basra, Herat, İsfahan, Nişabur, Musul, Belh, Merv ve Amür sayılabilir. Ancak, bugünkü verilerle bu medreselerin tam sayısını maalesef bilemiyoruz. Bağdat Medresesi bu medreselerin en ünlüsüdür fakat ilki değildir.

İlim tarihimiz açısından büyük önemi bulunan Nişabur Nizamiye Medresesi ne zaman inşa edildi ve burada kimler müderrislik yaptı?

İlk Nizamiye Medreseleri’nden biri olan Nişabur Nizamiye Medresesi’nin inşa tarihi hakkında net bir bilgi bulunmuyor. Fakat Sultan Alparslan’ın saltanatının ilk yıllarında kurulduğu anlaşılabiliyor. Nizâmülmülk’ün bu medreseyi İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî rahmetullahi aleyh adına yaptırdığı, bu büyük âlimin burada yirmi yıldan fazla ders verdiği ve derslerine 300 400 talebenin devam ettiği kaydedilmektedir. Bu medresenin bir diğer özelliği de müderris kadrosudur. Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî, İmam Kuşeyrî’nin oğlu Ebu Nasr Abdurrahim el-Kuşeyrî ve Muhammed el-Mervezî, İmam Cüveynî’den sonraki müderrisler arasında ismi zikredilen büyük âlimlerdir. Allah Tealâ onlara rahmet eylesin, hepsinden razı olsun.

Meşhur Bağdat Medresesi nasıl bir yapı idi ve ne zaman açıldı?

Medresenin mimarî planı talebelerin ders okuması, hocaların ders verebilmesi, yine talebelerin yeme içme ve barınma ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlanmıştı. Ayrıca hamam, mescid, kütüphane gibi unsurların bulunduğu bir külliye hüviyetindeydi. Eldeki tarihî vesikalardan öğrendiğimiz göre Bağdat Medresesi’nin inşası 1065 yılının Kasım ayında başlamış ve 1067’de yani iki sene sonra bitirilmişti. Vezir Nizâmülmülk katılamasa da Bağdat halifesinin hazır bulunduğu merasimle açılışı yapıldı. Bağdat Nizâmiye Medresesi, meşhur seyyahlar İbn Cübeyr ve İbn Battûta tarafından 1184 ve 1327’de ziyaret edilmiş ve seyahatnamelerinde anlatılmıştır. İbn Cübeyr bu medresenin Bağdat’ın en büyük ve en meşhur medresesi olduğunu söyler. İbn Battûta ise güzelliğinin darbımesel haline geldiğini belirtir.

Bu medreselerin masrafları nasıl karşılanıyordu?

Böyle önemli ve büyük medreselerin yaşaması ve devamlılığının sağlanması için gerekli tedbirlerin alınması kaçınılmazdı. O zamanki devlet aklı konuyla yakından ilgilendi. İlk olarak mevcut medreselerin idamesi, yenilerinin inşası için büyük bir vakıf kuruldu. Medrese için kurulan çarşıdan, arazilerden, dükkân ve hamamlardan elde edilen gelirler tahsis edildi. Bu gelirler talebelerin ve hocaların masraflarının karşılanmasına fazlasıyla yetiyordu. Hocalar, onların yardımcıları, diğer görevli ve hizmetliler ve talebeler maaşlarını, yiyeceklerini, elbiselerini ve eşyalarını okuldan almış oluyorlardı.

Nizamiye Medreseleri’nde hangi dersler okutuluyordu?

Nizamiye Medreseleri’nde genel anlamda Kur’an-ı Kerim ve Kur’an ilimleri, hadis, Şafiî fıkhı ve usulü, Eş’arî kelamı, Arap edebiyatı, Arapça grameri, hitabet, matematik ve ferâiz yani İslâm miras hukuku gibi dersler okutuluyordu.

Bu medreselerde hocalar dersleri nasıl işliyordu?

Hocalar talebelerden daha yüksek bir yerde, kürsüde oturarak ders veriyorlardı. Dersliklerin mimarîsi buna göre planlanmıştı. Ders saatleri ise hocaların ilmî derecelerine, mevsimlere ve dersin niteliğine göre değişiklik gösteriyordu. Bildiğimiz kadarıyla dersler hafta boyunca öğleden önce başlar, ikindi ile yatsı namazlarından sonra da devam ederdi. Cuma günü öğleden sonraki saatler hadis imlâsı, vaaz ve hitabete ayrılmıştı. Eğitim dili Arapça idi. Yirmi yaşını geçen talebeler kabul ediliyor, dört yıl boyunca eğitim alıyorlardı. Bu medreseler statü olarak yüksek okul seviyesinde olduğu için standart bir öğretim metodunun takip edilmediğini biliyoruz. Daha doğrusu hiçbir müderrise belli bir usul dayatılmıyordu. Yani her hocanın kendi uygun bulduğu bir metodu vardı ve onu uyguluyordu. Günümüzde de üniversitelerde aynı usul takip edilmektedir.

Sözlük

Müstevfî

Sözlükte “hakkın ödenmesini isteyen kimse” anlamına gelen müstevfî kelimesi, terim olarak devletin malî işleriyle ilgili divanın başkanını ve buna bağlı memurları ifade eder. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem döneminde zekâtı ve diğer vergileri tahsil etmekle görevli âmillerin bir merkezde topladıkları mallar bizzat kendileri, gönderilen bir emîr veya başka bir âmil tarafından Medine’ye götürülüp beytülmâle teslim edilir, Rasul-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam bunları gereken yerlere sarfederdi. Müstevfî, “devlet başkanının âmillerin zekât ve vergi olarak topladıkları malları alıp getirmekle görevlendirdiği kişi” olarak tanımlanırdı. Rasulullah aleyhissalâtu vesselamın Hz. Ali radıyallahu anhı zekât, humus, cizye gibi vergileri toplamak veya âmillerden alıp getirmek için görevlendirdiği ve bu görevin de bir nevi müstevfîlik olduğunu bilinmektedir.

Hisâb-Muhtesip

Arapça’da “hesap etmek, saymak, yeterli olmak” anlamlarındaki hasb (hisâb) kökünden türeyen ve “sevabını umarak bir işi yapmak, akıllı ve basiretli bir şekilde yönetmek, çirkin bir iş yapanı kınamak, hesaba çekmek” anlamlarına gelen “ihtisâb” masdarından isim olan “hisbe” kelimesi, terim olarak “emri bi’l-ma’rûf nehyi ani’l-münker” prensibi uyarınca gerçekleştirilen genel ahlâkı ve kamu düzenini koruma faaliyetlerini ve özellikle bununla görevli müesseseyi ifade eder. İşte bu işle görevli memura da “muhtesip” denirdi.

Râfizîler

Sözlükte “terk etmek, bırakmak, ayrılmak” anlamındaki “rafz” kökünden türeyen râfıza, “bir fikir veya bir gruptan ayrılan kişi yahut topluluk” demektir. Şiî fırkaları ile Şiî unsurları taşıyan bazı bâtınî gruplarına verilen isimdir.

Bâtıniyye

Nasların zâhirî manalarını kabul etmeyen, gerçek anlamları ancak Allah ile ilişki kurabilen “masum imam”ın bilebileceği temel görüşünü savunan bidat fırkaların ortak adıdır.

Amîd

Ortaçağ’da bazı İslâm ve Türk devletlerinde rastlanan bir ünvan ve memuriyet. Günümüzde ise dekan ve tuğgeneral anlamında kullanılmaktadır.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy