Çocukluğuma Gittim, Dönücem
Konar-göçer bir kültürden geldiğimiz için midir nedir, değişikliklere bizim kadar çabuk adapte olabilen bir millet daha yok bana kalırsa. Giyim kuşamda, beslenme alışkanlıklarımızda, insanî ilişkilerimizin ayarında ve daha bir sürü meselede bir anda hop diye yepyeni bir durumun içinde bulabiliyoruz kendimizi. Ve bazen bu değişimler öyle benimseniyor ki, sanki evvelce yapageldiğimiz şeyler kabahatten sayılıyor.
Gündemde yerini alan bir haber, çokça konuşulan bir TV programı, yeni çıkmış yahut yeni keşfedilmiş bir kitap bile toplumca deri değiştirmemiz için kâfi gelebilir. Nicedir de bunun bir tezahürü olarak psikoloji biliminin çizdiği güzergâhlar yön verir oldu hayatımıza.
Eskiden “adam sen de” deyip geçebileceğimiz, hatta farkına bile varmayacağımız meseleler artık incelenmesi gereken birer kadavra. Çoluğun çocuğun attığı adımı, aldığı nefesi masaya yatırıp; altındaki sebeplere sondaj yaparak probleme sebep olan arızalı parçayı söküp atmak istiyoruz. Biri de çıkıp demiyor ki “Yahu bu iş çocuk oyuncağı değil, koskoca bir bilim dalı! Bunun altyapısı var, teorisi var, öğretileri var, uygulama aşamasında yarım ton teknik bilgi ihtiyacı var; bulaşık yıkarken duygu analizi yapılmaz. Yapılsa da onun adı tedavi olmaz!”
Ama yok!.. Değil mi ki biz sabah kuşağı kadın programlarında onca uzman dinlemişiz, dizilerde onca travma tahliline şahit olmuşuz; pek tabii ki bir yandan taze fasulye ayıklarken bir yandan da ergen yavrumuzun çocukluğuna inebiliriz!
- Hikmetcaaan! Oğlum kalk o televizyonun başından artık, bak ödevlerin seni bekliyo çocuum! Bak hiç duyuyo mu beni. Yavrum yarın bana mı soracak öğretmenin o soruların cevabını? Hikmetcaaaağn!? Görüyosun di mi, duvardan ses var bundan yok! İnat damarı tuttu tutmaz olasıcanın. Sizin tarafa çekmiş bu da abisi gibi...
- Çocuğun ödevini de bizim tarafa bağladın ya helal olsun vallaa bravo!.. Hem inat etmiyo ki çocuk, beş dakikada otuz sekiz kere ödev dedin, o da bezdi artık heralde.
- Ha, bu normal yani öyle mi? Bezdiği için cevap vermiyor, bu mudur yani? Oh ne güzelmiş yaa! Hem o da söyletmesin o zaman otuz kere, ilk seferde kalksın yapsın. Hikmetcaaağğğğnn!
- Hanım biraz nefes aldır çocuğa, ayarlamıştır o zamanını nasıl olsa.
- Sendeki bu serinlik de Ayder Yaylası’nda yok! Ayol ne rahat adamsın? Çocukta kaç zamandır bi haller var diyorum, böyle bi dalgın dalgın bakıyo diyorum. Konuşmak istiyo ama inatla sessiz kalmayı seçiyo. Gözü konuşuyo ama ağzını bıçak açmıyo. Bi şeye mi içlendi naaptı? Konuşsam da nasıl olsa beni anlamazlar diye mi düşünüyo acaba...
- Genç çocuk hanım, olur böyle şeyler üstüne gitmeee.
- Gitmeyim de naapiim, bırakalım depresyona mı girsin kendi kendine? Kaç kere dedim sana, al karşına bi konuş, oğlum neyin var de. Bu yaşlar çok tehlikeli. İçine ata ata dert sahibi olmasın ilerde, evden ocaktan ırak...
- Daha neler yahu! Hiç bi şeyi yok oğlanın, öküz altında buzağı arama gözünü seveyim.
- Öküz altında aramıyorum, yavrumun geçmişinde arıyorum ben problemi! Davranış en son aşamadır diyor uzmanlar. Problem dediğin birike birike davranışa dönüşürmüş. Öyle pat diye bir gecede oluşmazmış anlayacağın. Düşünüyorum düşünüyorum, bütün ipuçları beni tek bi yere götürüyor... Acaba diyorum şeyden mi oldu.. Hani küçükken bi akşam gezdirmeye çıkmıştık biz bunu eski mahallede. Yolda Hayrettin Amca’yla hanımına rastlamıştık hatırlıyor musun?
- Aaa, evet nasıl unuturum, daha dün gibi... Çünkü Hayrettin Amca ve hanımı gezegenimizin yakınından yalnızca 350 yılda bir geçen birer kuyrukluyıldız, böyle ender bir hadiseyi unutmak ne mümkün canım!
- Dalga geçme! İşte o gün Hayrettin Amca bunu severken “Maşallah kocaman olmuş. Adın ne bakiim senin? Adını söylersen şeker verecek deden, söylemezsen yok.” demişti.
- İnan şu an final cümleni o kadar merak diyorum ki... Hem duymaya korkuyorum hem de merak ediyorum.
- Dinle bak... Hikmetcan da utanıp sıkılıp adını söyleyene kadar abisi ondan evvel adını söyleyivermişti de kapmıştı şekeri hani? Acaba diyorum, onun travması olmasın bu sinirlenince konuşmama şeysi?
- Ya sabır... hanım... bak... Hangi programda hangi uzmanı dinleyip de bu karara vardın bilmiyorum ama travma öyle bir şey değil. Bunlar çok normal şeyler, ne olur bu kadar abartma. Çocuğun derdi yoksa da dert sahibi edeceksin. Yani kalbini bozarsın. Benim bile cama çıkıp imdat diye bağırasım geliyo bazen!..
- Seninki de travmatiktir kesin! Bi çocukluğuna insek oohoo kim bilir nerde ne yaşadın ki bunalınca camı açıp bağırma fikri yerleşmiş bilinçaltına. Sizin köydeki evin camları küçüktü de mi?
- Köy mü? Evet. Yani ne bileyim ben, küçüktü heralde.
- Tamam işte, çocuk aklınla o pencereler senin dış dünya ile olan bağını temsil ediyordu zihninde. Evin içinden yani iç dünyandan sıkılıp bunalınca da bilinçaltın dış dünyaya yani pencereden dışarıya sığınıp teselli bulmuş bi şekilde...
- Çok haklısın... kesinlikle katılıyorum... şahane tespit! O zaman ben bi gidip dış dünyamda birkaç tur atayım madem. Hem yürürken bu çıkarımları bi iyice sindiririm, hem de oğlanı senin tahayyül hudutlarının şerrinden uzak tutmuş olurum. Şey... aman... yani seni bu zihinsel yolculuğunla baş başa bırakmış rahatsız etmemiş oluruz. Hikmetcan, hadi oğlum, dış dünyamıza koşalım beraber. Yok yok yolda giyersin ayakkabılarını boşver, koş sen!..
- Durun ayol nereye? Yavrum montunu alsaydın, soğuk dışarısı. Bana bak, yolda çocuğa Hayrettin Amca’dan bahsedeyim deme sakın, durduk yere deşmeyelim eski yaralarını! Kime diyorum beeeeey!.. Pencere altlarından uzak durun bak!
Aman dostlar! Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder derler. Yarım yamalak bilgimizle ne kimsenin ruh dünyasına teşhis koyalım ne de tedaviye yeltenelim. Zaten ibresi her geçen gün yerinden oynayan toplumsal ruh sağlığımızı bir de biz didik didik ederek bozmayalım. Bırakalım çocukluğumuza inilmesi gerekiyorsa işin ehli insin.
Biz kimseyi incitmeden, kalbimizi ve niyetimizi bozmadan, kulluğumuzun gereklerini unutmadan, kalp kırmadan alt sokağa kadar inebilelim yeter.