Aramak

Tükenmeyen Hazine

Kanaat, sağladığı huzurla emniyetli bir liman gibidir. Zengin olsun fakir olsun, bütün müminlerin bu limana sığınması gerekir. Kanaat ehli dünya işi için ahiret işini terk etmez. Allah’ın kanunlarını rızık endişesiyle çiğnemez.
Kanaat, İslâm ahlâkının dünya ve ahiret saadetimize vesile olacak erdemlerinden biridir. Kaynaklarımızda “Allah Tealâ’nın takdir buyurduğu rızka rıza göstermek” olarak tarif edilmiştir. Her mümin kanaat sahibi olmalıdır. Nitekim elli dört farz diye bildiğimiz temel yükümlülükler içinde kanaat da vardır. Efendimiz s.a.v. “Kanaat tükenmeyen hazinedir” buyurmuştur. Dünyevî zenginlik ne kadar büyük olursa olsun bir sonu varken kanaat sahibinin derunî saadeti ve gönül huzuru hiç bitmez. Bir nimete nail olsa hemen şükreder. O nimeti Rabbiyle bir irtibat vesilesi bilir. Ulaşamadığı nimet için de durum böyledir, yine şükür halinde “Elhamdülillahi alâ külli hâl / Her halimize hamd olsun” der. Böylelikle mahrumiyet duygusundan kaynaklanan iç huzursuzluğundan, şikâyet ve endişelerden kendisini ve etrafındakileri kurtarmış olur. Allah Tealâ yeryüzünü nimetleriyle donatmıştır. Her insan için de bu nimetlerden belli bir kısmını takdir etmiştir. İşte bu rızıktır, rızka da bizatihi Cenab-ı Hak, kefil olmuştur. Allah Tealâ kişinin rızkını daha anne karnındayken yazmış, takdir edilen rızıkları insanlara ulaştıracak melekleri dahi tayin etmiştir. Öyle ki kişinin dünyada rızkını araması gibi, bu melekler de rızkı ulaştırmak için kişiyi ararlar. Fakat bu rızkın ulaşmasına kişinin istek ve gayreti vesiledir. Kişi kendisi için takdir edilen rızka kanaat ettiği müddetçe dünya ve ahirette selamette olur. Ancak bu rızkı kazanma hususunda tembellik ederse zillete düçar olur, takdir edilene rıza göstermezse de hırs ve tamah hastalığına yakalanır. Sahip olduklarının saadet ve huzurunu yaşayamaz. İbrahim b. Edhem k.s. bu hususta şöyle uyarmıştır: “Hırs ve tamahın çok olması insanı gam ve ümitsizliğe sürükler.” Çünkü kanaati olmayan bir kimseye çok fazla nimet verilse bile başkalarının sahip oldukları ile zihnini ve kalbini devamlı meşgul eder. Bu da hırsa sevk eder. Hırs ihlâsı öldüren, huzuru bozan, kişiyi perişan eden, ömür sermayesini dünyanın peşinde tüketen tehlikeli bir hastalıktır. Emniyetli bir liman Kanaat sahibi müminlerin belirgin bazı vasıfları vardır. Bunların başında başkasının elinde bulunanlara tamah etmemeleri ve Allah’ın kendilerine verdiği maddi manevi nimetlere şükretmeleri gelir. Kanaat sahipleri rızıklarını temin için çalışırlar ancak asla helal dairenin dışına çıkmazlar. Dara düşünce de, “Ya Rezzak”, “Ya Fettah” diyerek Allah’tan isterler. Çalışmanın, ve her türlü dünyevî kaynağın bir vesile olduğunu bilirler, yalnız Allah’tan isterler. Allah yolunda infak etmeye ayrıca önem verirler. Zira bu haslet dünya malına düşkünlüğü kırmak için çok değerli salih amellerden biridir. Yaygın anlayış, kanaati sadece yoksul müminlerde bulunması gereken bir ahlâk olarak görüyor. Oysa her mümin kanaat üzere yaşamalıdır. Fakir ve zengin bu ahlâkta müşterektir. Zenginin kanaati zekât, hac, kurban ve sadaka gibi malî sorumluluklarını eksiksiz ve zamanında yerine getirmesiyle, ayrıca malını haram ve şüpheliden korumasıyla olur. Kişinin büyük ticaret yapması, güzel giyinmesi, iyi araçlara binmesi Allah’ın ihsanıdır. Bunlar kanaatkâr olmaya mani değildir. Ancak ölçü Allah’ın dinidir. Ne zaman bir zengin faiz yoluyla ticaretini büyütmeye çalışıyorsa dinin sınırlarının dışına çıkmış, selametli kanaat limanından uzaklaşmış demektir. Evet; hırs ve tamah yıkıcı fırtınaya benzer. Kanaat, sağladığı huzurla emniyetli bir liman gibidir. Zengin olsun fakir olsun, bütün müminlerin bu limana sığınması gerekir. Kanaat ehli, dünya işi için ahiret işini terk etmez. Allah’ın kanunlarını rızık endişesiyle çiğnemez. Mesela namaz vakti gelince namazını kılar. O an yapması gereken, işinden önce namaz kılmaktır. Dünya onların ahiret bizim olsun “Şüphesiz ki sen yüce bir ahlâk üzerinesin” ayetinin muhatabı Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. kanaatiyle de biz müminlere en güzel örnektir. Efendimiz’in kanaat ahlâkının çarpıcı bir örneğiyle bitirelim: Hz. Ömer r.a. bir gün Rasulullah s.a.v.’in yanına gelir. Odasına girdiğinde O’nu yerde, hurma lifinden dokunmuş kaba bir hasırın üstünde uyuyor halde görür. Odaya şöyle bir göz atar. İçeride hepi topu yerdeki hasır, birkaç avuç arpa, kuru bir deri parçası ve birkaç ağaç yaprağı vardır. Hüzünlenir. Önce sessiz sessiz ağlamaya başlar. Gözyaşları yüzünden sakalına akmaktadır. Sonra kendini iyice kaybeder ve hıçkıra hıçkıra bir çocuğun ağlaması gibi ağlamaya başlar. Efendimiz s.a.v. uyanmıştır. Sorar: – Hattapoğlu, niçin ağlıyorsun? Hz. Ömer r.a. daha da şiddetli ağlamaya başlar. Çünkü Fahr-i Kainat o esnada doğrulduğunda, üstünde yattığı hurma lifleri yüzünde çizik çizik izler bırakmıştır. Hz. Ömer biraz sakinleştikten sonra şöyle der: – Ey Allah’ın Rasulü, Bizanslılar imparatorlarını saraylarda lüks içinde, İranlılar kisralarını ihtişamla yaşatıyorlar. Oysa onlar senin kapının hizmetçiliğine bile layık değiller. İzin ver, biz de seni layık olduğun şekilde yaşatalım. Efendimiz s.a.v. tebessüm ederek şu cevabı verir: – Ey Ömer, istemez misin dünya onların, ahiret bizim olsun.”
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy