Aramak

Yol Üstüne Bir Yolculuk

Geçtiği yolda da izi olmalı yolcunun. Yolların, yolcunun içinde bıraktığı izleri dışarıya yansıtmalı yolcu. Boşuna geçmemiş olmak için yollardan, ya takip edilecek izler bırakmalı ya da izlerini fark edip ardından gelenler hiç olmazsa adını anmalı. Yol ve yolcu… Neler söylemez ki bu iki kelime insana. İkisi birbirinden asla ayrı olamaz. Yol varsa yolcu vardır, yolcu yoksa yol yoktur. Yollar ve yolcular… Dile ah, göze nem, gönüle bir sam yeli bırakır çoğu zaman. Yollar hem kavuşturan, hem ayırandır. Yolcu ya hasret türküleriyle dilini ateşe daldırmış ya da gurbeti ardında bırakmış vuslata doğru koşarken gönlünü gökyüzünün bütün yıldızlarıyla donatmıştır. Yollar ki kavuşturur sevinç olur; ayırır hüzün olur. Her halükârda yollarda yolcuların değil, yolların yolcularda derin izleri kalır. Yollar ki ya vedadır ya da merhabadır yolcunun dilinde. Yolların derûnunda umutlar, yolcunun heybesinde hep hatıralar saklıdır. Yolcuları geçtikleri yollardan tanırız. Yolların yolcularda bıraktığı izler işaret taşı olur ardından gelenler için. Yolların, yolcusunda bir izi yoksa, hatırlanacak yüzü de sözü de kalmamış demektir yolcunun. Yolcuları taşıyan bunca yol varken, yolculuk daha bitmeden, o yollardan hiç geçmemiş gibi diğer yolcular tarafından unutulmak ne hazin bir durumdur! Geçtiği yolda da izi olmalı yolcunun. Yolların, yolcunun içinde bıraktığı izleri dışarıya yansıtmalı yolcu. Boşuna geçmemiş olmak için ya takip edilecek izler bırakmalı ya da ardından gelenler izlerini fark edip hiç olmazsa adını anmalı. Bunca yürüyüşün sonunda bir “hiç”e varmak, hiçliğe ulaşmak çok acı… İnsan bir yolcudur Uzun bir yolculuğa talip olmakla başlar insanın hikâyesi. Alem-i ervahtan aldığı biletle başlayan dünya yolculuğu kabir kapısından sonra da devam eder. Dünya hayatına veda ettiği demde ardında kalanlar tarafında “son yolculuğuna” uğurlanırken, aslında dünya hanında bir süre konaklayıp yolculuğun devam edeceği anlamındadır bu uğurlanış. Dünya bir duraklama, dinlenme, gölgelenme yeri değil mi? “İki kapılı bir han” olan dünya kapıları, devam eden yolculukta bir giriş ve çıkış kapısıdır aslında. Uğranılan han’ın öncesinden başlayan ve sonrasında da devam edecek bir yolculuk var mutlaka. İki kapılı hanın hangi katında, hangi odasında kalınırsa kalınsın, yürünen koridorlar hangi renkte ve desende olursa olsun, çıkış kapısından sonra bütün yollar aynı yöne çevrilir. İşaretler tek yönedir ve yolcunun yolunu seçme şansı kalmamıştır artık. Yani yollar değişir, yolcular değişir ama asla değişmez menzil! Hangi yoldan, hangi şekilde, kim olursa olsun gelen varacağı yer aynı durak olacaktır. Kılavuzsuz yol yürünmez Elinde olmadan, farkına varılmadan girilir ilk kapıdan. Sonrasında yollar çoğalır yolcunun önünde. Hangi yol salimen ulaştırır menzile, hangi yol uçurumlara düşürür yolcusunu, bilemez yolcu. Yolunu kaybeder. Yolda yolsuz kalma, yoldan çıkma ihtimali az değildir. Yol almaktır yolcunun görevi. O dursa da dakikalar, saatler, günler geçer gider üzerinden. Yollar yürür yolcunun hücrelerinde. Yüzünden, dizinden, ellerinden geçen yollardır. Bir zaman sonra dinlendiğini, durduğunu sandığı mekanlarda bile onun için yorulur. Durmak yoktur yolcu için. Yolcu yolda olandır. Konakladığımızı sandığımız han içinde bile bizleri çeşitli kısımlarına yönlendiren levhalar, işaret taşları bulunur ki, onlar da yolcu olduğumuzu hatırlatır her an. Uyuduğumuz anda da devam eder ki bu yolculuk. Uyku bizim yol, zamanın yolcu olduğu vakittir. Yani yolcusu değişse de, yoldur her daim yürünen. Dur durak bilmeyen bir yolculukta yolcu nereye gider? Yol aradığı demlerde yardımına kim yetişir? Yol eri olmak, yol bilir olmak için işaret levhalarını da görür olmak, o levhalarda yazılanları iyi okumak gerek… Hangi yolcu dikenli, sarp yollardan geçmek ister ki? Hele önümüzde birden çok yön levhası varsa ve biz onların nereye varacağını da tam bilmiyorsak… “Çatallı yol ağzında şaşırıp kaldım Derviş! / Söyle hangi patika gül dağına gidermiş” mısralarındaki şaşkınlık, ve yolda yolsuz kalma çaresizliği içinde oluruz. İşte tam orada, o anda bocalarken, çaresiz bir şekilde yolumuzu ararken bir kılavuza, rehbere ya da yolumuz üzerindeki levhaların bizi nereye götüreceğine dair kesin bilgisi olanlara ihtiyacımız olmaz mı? Şairin “Son Peygamber kılavuz” deyişi her yolcu için bir işaret taşı olsa gerektir. Ya da o kılavuzun ardından giden Yunuslar bulmak gerek ki “Yunus Emrem yolsuzlara yol gösterdi ne hoş eder.” deyişiyle, hem yola düşenler, hem de yol gösterenler için bir saadet vesilesi olsun. Gönlüne yürü yolcu! Yolcunun sırat-ı müstakim üzere olması, içindeki sesin işaret ettiği yol üzere yürümesiyle mümkündür. Asıl yolculuk insanın kendi içine doğru yürümesidir. Bütün yakarışlar içe doğru bir yürüyüştür. Gönülden gönüllere, gönüllü yürüyüşlerle yollar asıl anlamını, yolcular gerçek maksudunu bulacaktır. Gönlüne yürüyen yolcunun yollarını her daim güller bürüyecek ve geçtiği her yere ardından bahar meltemi bırakacaktır. Erdemsiz, bencil yürüyüşlerin son durağında elde kalan hüzünlü bir yalnızlıktır. Çünkü bu sonlu yolda yolcu olan sadece insan değil, belki birlikte yürüdüğü, hedefine koyduğu, ardından yetişirim diye koştuğu her arzu da bir yolcudur. Ve onların da yolu gün gelir çatallaşır, insan kendi içindeki yol ile baş başa kalır. “Hayata beraber başladığımız / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir” dedirtecek bir derin boşluk kalır geriye ki, o boşluğu dolduracak ve ardından pişmanlıklar bırakmayacak tek çare, herkesin kendi yolunda ve kendi içine yapacağı yolculukların asıl menzile ulaştıracağı bilincinin olmasıdır. “Git git bitmezdi, eskiden ne güzeldi yollar / Yeni bir yol başlangıcıydı her yol sonu” diye eski yolculuklara hasret duymanın sebebi de, insanın yine insanla iç’e, yani gönüle yapılan yolculukların aranmasından başka bir şey değildir. O yolculuklarda her dem yeni bir perde açılır ve gönlün koştuğu sonsuzlukta önüne yeni bir yol serilirdi. O yolcular ki gönül dağlarında yakarlardı ateşleri ve “İbrahim’i düşünürlerdi.” Ve o yollar Hira’dan, Tur’dan geçerdi. Bunun içindir ki uzadıkça uzardı yollar, yolculuklar… Yolcu duası O eski zaman yolcularının her adımda dualar dökülürdü dillerinden. Ninelerin ak yazmaları ıslanır, dedelerin ak sakalları titrerdi: “Bizi doğru yolundan ayırma. Yolda kalmışlara, yoldan çıkmışlara, yolunu kaybedenlere yardım et Rabbim. Bizleri doğru yoluna ilet...” Onların dizi dibinde, daha yolu ve yolculuğu bilmediğimiz demlerde minik dudaklarımızdan çıkan “amin”lerle sesimizi katardık rüzgârlara. Ve o rüzgârların serinliğidir hâlâ içimizde esmekte olan. O yolculardır ki “rehber”lerinin gösterdiği yol üzre yürümüşler, yürüyorlar. Yollarımız dikensiz, aydınlık ve içimize doğru kıvrılıp gidiyorsa “yol”a bakıp yolcuyu bildiğimizdendir. “Yol O’nun”sa yolcusu da O’nundur. Yolcusuna bakıp yol’u bulmak yanıltabilir. Önce yol… Nereye gider, nereye götürür?… Onun içindir ki yola bakıp yolcuyu bilmek gerek. Yolculuğu boyunca kimse “yolsuz” olmasın vesselam. 
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy