Aramak

Yüreğine Tutun, Sadece Yüreğine

İpek böceği koza içinde bir dünya kurdu kendine. İçine doğru büyüyen, içine doğru genişleyen kocaman bir dünya...

“İçimiz en büyük şansımızdır.” diyorlar. Öyledir, içimiz hepimizin sahip olduğu bir şanstır. Fakat kim farkında şansının, yani içinin, yani yüreğinin?

Yoksulluğun ve yoksunluğun içimizi genişlettiği doğru mu? Dıştaki yoksunluklar mı içimizi zaman zaman hatırlatan bize? Dışımız seyreldikçe, kimsesizleştikçe mi yoğunlaışyor içimiz? Dışta genişlettiğimiz her alan içte daralmaya mı yol açıyor?

Hırçın denizde kara dalgalarla bouştuğumuzda hatırlıyoruz bir yüreğimiz olduğunu ve yüreğimize tutunarak karaya çkabileceğimizi. Kara toprağı kara dalgalardan daha mı emin biliyoruz ki, yüreimizi bırakveriyoruz limana erince. Çöl ortasında bîtap düştüğümüzde hatırlıyoruz yüreğimizi ve o hatırlayla bir vahada buluyoruz kendimizi. Karanlıklarda gülümseyen bir ışık, kış ortasında solmayan bir bahar oluveriyor içimiz.

Karları eritemediğimizde, çölü tüketemediğimizde ve kara dalgalarla boy ölçüşemediğimizde yüreğimiz ne vefalı bir dost, ne güzel bir arkadaştır!

Yürek semavî bir ülkedir, rengini gökten, bahardan ve güneşten alan. Ve söylendiği gibi, uçmak isterken o semavî ülkeye, ayağını takılacaktır yerdeki gölgelere. Önce gölgelerden kurtulmak gerek. Göze, kulağa, ele değen; gönüle ırak olan gölgelerden.

Neden karadır gölgeler? İçin değil, dışın yansıması olduğundan mı?

Baba ocağından ayrı kalan değil, kalbinden uzak düşendir gurbetteki. Ömrü boyunca nedensiz bir sıla hasreti yaşar. Susuzdur, fakat içinin neden yandığını bilmez. Yangının gölgesini suya düşürerek söndüreceğini sanır. Fakat gölge, suya da kara düşer ve gölge kanmaz, kandırmaz susuzluğunu.

Kalbe doğru yol almak zordur fakat gereklidir. Çünkü “sen kalbine danış” bir düsturdur karar arefesinde. Yüreğin kararında şefkat var, merhamet var, vicdan var. Vicdan sahibi yüreklerdir, rahmetten bir katre inmiş olan. Güneşin girmediği rutubetli odalara tek ışık vicdan sahibi bir yürektir.

Elin, kulağın ve gözün sana ihanet ettiğinde, cürümlerini bir bir sayıp döktüğünde, gönlündür sana sahip çıkacak olan. Çünkü vefa gönüldedir. Çünkü cürümlerinden dolayı ne kadar pişman olduğunu, günler geceler boyu ne ızdıraplar çektiğini bilen de gönüldür. Pimanlık, tevbe ve ızdrap da gönüldedir. Kara dalgalardan kurtuluşu kollar kendinden bilir, kendi güçlü kulaçlarından bilir. Halbuki gönüldeki küçük bir ışık, içten bir yakarış kurtarmıştır seni. Balığın karnındaki Yunus’u da kurtaran gönülden başkası değil.

Koza, içinde neyi sarmalar, neyi gizler, neyi büyütür? Gökkuşağı kanatlı o güzelim kelebeği mi?

Kelebek kozadan çıkınca kısacık sürer yaşam. Kem gözler değer sanki ipekten kanatlarına. İçimizde sustukça büyüyen, hiçbir alfabede karşılığı olmayan sözler de sese dönüşünce, kalabalıklar, gürültüler arasında kaybolur gider kelebek gibi. İçimizde sakladığımızda birbirine ulanır. Ulanır da öteler ötesi yarin gönlüne ulaşır.

İçine yapacağın yolculuk sonucunda ulaşırsın yüreğinle birlikte sevgiline. Gölgeleri çiğneyerek ve üst üste vurulu kilitleri kırarak varırsın eşiğine. Gözün kapalı, dilin kalbine gömülüdür. Perdeler kalkar aradan. Kalbin bir, sevgin bir, sevgilin bir.

Kağıttan sığınakların yırtılmadan, köpükten korunakların erimeden gönüle girmek, gönüller fethetmek var. Çünkü gönüllerdir sevgilinin evi.

O uçsuz bucaksız enginlikte huzurla salınır gemiler, güvenle uçar kelebekler. Göklerin yıkılmayacağından da eminsindir artık. Ve o mülkte yürekler bir kelebek kanadı kadar incedir, bir sonbahar yaprağı gibi titrer incitmek korkusuyla bir başka yüreği.

Ve nevbahar hayaliyle dalına sımsıkı yapışan hazan yaprakları olmazsa, güneş bir daha doğmaz.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy