İffet; genel olarak insanın nefsinin hevâ ve heveslerine kapılmasına engel olan ahlâkî bir erdem. Haram olan hayvanî ve bayağı davranışlardan uzak durmak demek.
Hayâ ise kişinin dinen çirkin sayılan davranışlardan utanıp kaçınması anlamına gelir. Hayânın imanın tezahürü olduğuna dair “Hayâ imandandır” hadis-i şerifi herkes tarafından bilinir. Kimi âlimlere göre hayâ iffetin neticesi bir erdemdir. Kınalızâde Ali Efendi hayâ duygusunu iffet duygusunu oluşturan unsurlar arasında zikreder. Anlıyoruz ki, hayâ ve iffet birbirini tamamlayan iki ahlâk.
İbn Mesud radıyallahu anhu şu hadisi rivâyet eder: “Bir gün Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:
– Allah’tan hakkıyla hayâ edin!
Biz dedik ki:
– Ya Resûlallah! Elhamdülillah, biz hayâ ediyoruz.
Bunun üzerine O şöyle buyurdu:
– O sizin anladığınız gibi hayâ değil! Allah’tan hayâ etmek, başını ve başında olan organlarını, mideni ve midene bağlı organlarını haramdan koruman, dünya hayatının süsüne kendini kaptırmaman, ölümü unutmamandır. Âhireti isteyen dünyanın süsünü bırakır. Kim bunu yaparsa Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.”
Şu halde hayâ ve iffet hayatımızın her alanında kendine yer bulan kavramlar. Ancak ne yazık ki bugün halk arasında “iffetli olmak” sadece kadınlar için ve “zinadan uzak durmak” şeklinde anlaşılır oldu.
İffet kelimesinin anlamları arasında elbette bu anlam da var. Ancak sadece bu boyuta indirgenince, ne yazık ki kelime anlamının da sığlaştığını, zinadan uzak durarak iffetli olduğunu söyleyenlerin diğer önemli ahlâki değerlerden ödün verdiğini görmeye başladık. Namuslu olduğunu iddia ettikleri halde hak yiyenlerin, işçisine zulmedenlerin, fırsatçılık yapanların sayıları hayli arttı.
Birisi sosyal medyada başından geçen bir hadiseyi anlatmıştı:
“Bir gün markette alışveriş yapıyordum. Sebze alacakken iki farklı kasadaki domatesin arasında fiyat farkı olduğunu gördüm. Fiyatlarının neden farklı olduğunu anlamadım çünkü ikisi de aynı domatesti. Yanıma başka birisi geldi ve söylenerek pahalı olandan aldı. Kasada onunla karşılaştım. Kasiyere ucuz olan domatesten aldığını söyledi.
Dönüşte otobüsle gidiyordum. Otobüse binen orta yaşlı bir adam akbilinin olmadığını söyleyerek otobüs şoförüne beş lira uzattı. Şoför beş lirayı cebine koydu ve onun yerine akbil basmadan yola devam etti.”
Adamın anlattığı bu iki hikâye de iffet eksikliğine örnek. Bu kişiler üç kuruş para için hakka girmekte beis görmüyor. O anda suçunu tespit edecek ve belki de hesap soracak kimseyi görmediği için böyle bir işe kalkışıyor. Oysa iffetli ve hayâlı olsalar Allah Teâlâ’nın kendilerini gördüğünü hatırlar, başkalarının hakkına girmekten korkarlardı.
Kalbin iffeti
İffetin farklı tanımları olsa da bu tanımların ortak noktası gözü haramdan korumak. Fakat yalnızca bu açıdan bakmak konuyu eksik bırakır. İffet, mümin için hayatın pek çok alanını kapsayan geniş bir anlama sahip.
Herkesin aklına ilk gelen manayla, gözü haramdan korumakla başlayalım. Büyüklerin sözlerine bakınca kişinin gözünü haramdan korumasının kalbin iffetini muhafaza etmek için bir şart olduğunu görüyoruz. Kişinin gözünü haramdan koruması Rabbimiz’in bir emri. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de böyle buyurmuş. Göz, baktığı şeylerle kalpte iz bırakan bir araç. Asıl maksat nazargâh-ı ilâhî olan kalp ve onun muhafazası.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in belki de en çok uyardığı konu kalbi muhafaza etmek. Çünkü Allah Teâlâ’nın insanda en çok değer verdiği şey kalptir. Ayet-i kerimede mealen şöyle buyuruluyor: “İnsanların diriltileceği, Allah’a temiz bir kalple gelenden başka, kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün beni mahcup etme.” (Şu’arâ 88-89)
Kalp ilâhî bir cevherdir. İnsanın özü, sırları onda saklıdır. İmanın yeridir. Bu yüzden Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak ve O’na yakın olmak kalbin ıslah olmasıyla mümkündür. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in buyurduğu gibi: “Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır. O et parçası sağlam olursa bütün beden sağlam olur. Dikkat edin! O et parçası kalptir!” (Buhârî, 52)
Kalbi ıslah etmek de temizliğini muhafaza etmek de gözü, kulağı ve dili haramdan korumakla mümkün. Bir insan harama bakarak, haram dinleyerek, haramla beslenerek kalbini nasıl koruyabilir? Nasıl onu Yaratıcısı’na döndürebilir? Oysa gözünü, kulağını, elini ve dilini haramdan sakınan mümin kalbini Yüce Mevlâ’nın tecellilerine hazır hale getirmiş demektir. Böyle kalp incelir, iffet sahibi olur. Günah işlemek bir yana, günaha yaklaşmaktan hayâ eder.
Kalbin bu hali devam ettikçe günahların onda bıraktığı lekeler temizlenir. Nihayetinde Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin de buyurduğu gibi kalbinde imanın halavetini yani tadını, hazzını hissetmeye başlar. İbadetlerinden zevk alır. Âleme ibret nazarıyla bakar, sebeplerin arkasındaki hakiki müsebbibi görür. Bütün mümin kardeşlerinin hayırlı olduğuna inanır. Onlara samimiyetle, merhamet ve şefkatle yaklaşır. Böylece ıslah olan kalp, bedeni de ıslah etmiş olur.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu konuda şu müjdeyi veriyor: “Bakmak, şeytanın zehirli oklarından biridir. Kim Allah korkusundan mahremi olmayan birine bakmaktan vazgeçerse, Allah ona öyle bir iman ihsan eder ki, tadını kalbinin derinliklerinde duyar.”
(Hakim, Müstedrek, 4/314)
‘Mümin Erkeklere Söyle’
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar. Irzlarını (iffet ve namuslarını) korusunlar. Çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır.” (Nur 30)
İffet kavramı bugün sadece kadınla bağdaştırılıyor. Oysa bunun dinî bir dayanağı yok. Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Nebevî’de gözleri haramdan koruma, zinadan kaçınma ve iffeti koruma hususunda cinsiyet ayrımı bulunmuyor; kadın ve erkek eşit derecede sorumlu tutuluyor.
Kadına tesettür emirleri açıklandığı gibi, erkeklere de “Mümin erkeklere söyle…” diye iffetini muhafaza etmeleri emrediliyor. Hatta Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu konuda erkeklere daha büyük bir sorumluluk yükleyerek şöyle buyuruyor: “Yabancı (nâmahrem) kadınlar karşısında siz iffetli olun ki, sizin kadınlarınız da iffetli olsunlar. Babalarınıza iyilik edin ki çocuklarınız da size iyilik etsinler.” (Hâkim, IV, 170/7258)
Mümin kadınların ne kadar iffet ve hayâlı olmaları gerekiyorsa erkeklerin de aynı oranda, belki daha fazla iffet ve hayâya sahip olmaları gerekiyor. Ancak yaratılış gereği kadınlar, erkeklerden farklı olarak cazibe sahibidir. Bundan dolayı kadından bakışlarını koruması istendiği gibi bakışlardan da korunması da istenmiştir.
Dinî metinlerde iffetten konu açıldığında akla ilk gelen isimlerden biri Hz. Yusuf aleyhisselam değil midir? Günümüz erkekleri için onun kıssasında birçok güzel örnek vardır. Çünkü bugünün dünyasıyla Hz. Yusuf aleyhisselamın içinde bulunduğu saray ortamı arasında birçok yönden benzerlikler olduğu söylenebilir.
Bugün kişinin iffetine saldıran, nefsin isteklerini körükleyen pek çok günah yolu var. Üstelik bu günahlara giden yollar hiç olmadığı kadar kolay. Neredeyse kafasını çevirdiği her yönde bir haram varken gözü korumak gerçekten zor. Küfürlü konuşmanın, gıybet etmenin, haset ve kindarlığın normal sayıldığı bir toplumda kalbi muhafaza etmek, odağını Allah Teâlâ’ya çevirebilmek zor, fakat mükâfatı çok büyük bir erdem.
Nefsin arzularıyla çepeçevre kuşatılmış bugünün insanının kendisini koruyabilmesi, ancak Rabbi’ne sığınıp iffeti kalkan haline getirmekle mümkün. Hayatın tek amacını haz olarak öne süren hâkim kültüre rağmen hayâ ve iffetiyle yaşamak isteyen müminler, özellikle mümin gençler Hz. Yusuf aleyhisselamı hatırına getirmeli. Onun iffetli ve ihlâslı tutumunu kuşanarak haramlardan kaçınmalı ve böylece peygamber ahlâkını hayatına taşımalı.
Bir mümin Hz. Yusuf aleyhisselamla benzer bir imtihana maruz kaldığında nefsini iffetsizlikten korumak için Allah Teâlâ’nın bir emri olarak “Zinaya yaklaşmayın. Zira o bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra 32) ayetini sürekli hatırında tutmalıdır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin şu hadis-i şerifinde bahsettiği kimselerden olmak için Rabbi’ne niyaz etmelidir:
“Şu altı şeyi yapanın cennete girmesine kefilim: Doğru konuşan, verdiği sözü yerine getiren, emanete riayet eden, namusunu koruyan, gözlerini haramdan sakınan ve ellerini kötülükten çeken.” (Ahmed, Müsned, V, 323)
Bu zamanda Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin şu duasını kalbimizin bir köşesine yazalım: “Yâ Rabbi! Senden hidayet, takvâ ve iffet diliyorum.” (Ahmed, Müsned, I, 389, 439)
Dil ve düşünceden başlayarak
Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: “Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki bacağı arasındakini koruma (iffet) sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.” (Buhârî, Rikak 23)
Bu hadis-i şerifte iffetle beraber sadece şehvetin değil dilin zikredilmesini düşünmek gerekir. İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh dil hakkında şunları söylüyor: “Dil küçük bir organ olmasına rağmen itaati ve günahı büyük bir organdır. Çünkü imanın da küfrün de şahitliği dil ile olur. Dilin imkânı çoktur. Zikir ve tesbihler, emr-i maruf, nehy-i münker gibi birçok hayırlı iş onunla yapılır. Aynı zamanda yalan, küfür, gıybet ve mâlâyânî sözler de onunla olur. Düşüncenin imkânları ise dilden de çoktur.”
Dilin ve düşüncenin iffeti, bunları Allah için kullanmaktır. Dilde iffetli olmak hayır konuşmaktır. İnsanın söylediği her sözün âhirette karşısına çıkacağının bilincinde olması ve buna göre hareket etmesidir.
Düşüncede iffetli olmak ise kendi halini beğenmekten, kendini hayırlı ve ilâhî rızaya layık biri gibi görmekten utanmak, daha iyi olmak için Allah Teâlâ’dan inâyet istemeye devam etmektir.
Dilinde ve düşüncesinde iffetli olan müminin sözleri, diğer mümin kardeşlerine şifadır. Böyle mümin kaba saba, terbiyesiz, bayağı ve ayak takımının küfürlü sözlerini kullanmaz. Başkalarına karşı her konuda saygılıdır ve elinden gelenin en iyisini yapacak şekilde yardıma hazırdır. Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem gibi.
Câbir radıyallahu anhudan rivayetle Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Bana en sevgili ve kıyamet gününde en yakın olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Benim en sevmeyeceğim, kıyamet günü de benden en uzakta olanınız gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.”
Orada bulunan bazıları: “Ey Allah’ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir?” diye sordular. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Yüksekten atanlar, mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!” cevabını verdi. (Tirmizi, Birr, 70)
Reyting uğruna
Toplumun, özellikle de hayırlı maksatlarla bir araya gelmiş cemaatin ahlâkı koruyan ve sürdüren bir yapısı vardır. Önceki asırlarda kişi bir ahlâksızlık edecek olsa toplum tarafından kınanmaktan korkardı. Yalan söylemekten, gıybetten çekinilir, hakka hukuka dikkat edilir, çiftler edep sınırlarını aşamaz, kılık kıyafete çeki düzen verilirdi. Bunlar geçmiş güzellemesi değil, toplumun ahlâkî erdemleri koruduğuna dair örneklerdir.
Günümüzde sosyal medyadaki sahte kimlikler, yani kimliksizlik ve sınırsızlık insanları beğeni peşinde koşan birer ilgi delisine çevirdi. Bu mecralarda “ifade özgürlüğü” adı altında istediğine istediğini diyebilme imkânı nice haksızlıkların, edepsizliğin ve tacizlerin yolunu açmış oldu. Farklı olma, kimsenin yapmadığını yapma çabası milyonlarca insanı insanlığından kopartıyor.
Kitle iletişim araçları ferdi, aileyi ve toplumu aynı zaman diliminde etkileyip, algı ve anlayışını, hayata bakışını değiştirebiliyor. Dizisiyle filmiyle sinema endüstrisi, sanal içerikler, sosyal medya uygulamaları görünürde ilgi avcılığı yapmakla beraber aslında değer sistemini dönüştürüyor. Yani neyin iyi ve kötü, neyin doğru ve yanlış, neyin güzel ve çirkin olduğunu, geleneksel kabulleri yıkarak yeniden inşa ediyor. Bu inşanın temelini ise insanın hayvanî tarafı yani nefs oluşturuyor. Mahremiyetin yerini teşhir, vakarın yerini vahşi şöhret tutkusu, affediciliğin yerini kindarlık ve intikam arzusu, her aklına geleni söyleme hoyratlığı alıyor.
Artık habercilik de kirlenmiş durumda. Haber, siyasî, sosyal ve kültürel yönlendirme için kullanılıyor. Bunun için yalan, abartma veya saklama son derece yaygın. Haber sunumu ise tamamen ilginçleştirme ve reyting üzerine kurulu.
Bir yerde okumuştum. Bir kanalın istihbarat şefi, bir trafik kazası haberi için muhabirinden kazada ölen kadının güzel fotoğraflarını bulmasını istiyor. Ölen kadının güzel bir fotoğrafını kullanmak kime ne fayda sağlayabilir? Tabii ki kanala faydası var. Böylece haber daha dramatik ve ilgi çekici hale getirilmiş oluyor. Acı bir örnek ama hâkim kültürün hayâ ve iffet ahlâkının tam karşısında durduğunu örnekliyor.
Aile içindeki mahrem meseleleri kameralar karşısında açıklamak ya da bir odaya kapatılan insanların ödül ve şöhret için hiçbir ahlâkla örtüşmeyen halleri medyanın yeni gözdesi. Bu da aynı soruna işaret ediyor.
Toplumun ahlâkî değerlerine savaş açmış, sadece nefsi yücelten bir medya var önümüzde maalesef. Fakat bunun tersi de mümkün. Zor ama mümkün. Sadat-ı Kiram’a bakınca görüyoruz bunu. İnternet, televizyon, basılı yayın, radyo… Bütün bu medya araçlarının hayır yolunda kullanılabileceğini, kirleten değil temizleyen, vakit öldüren değil vaktin kıymetini öğreten olabileceğini anlıyoruz. Allah bu niyetle güzel hizmetler yapanlardan razı olsun.
İstemekten hayâ etmek
İffet kavramının duymaya alışık olmadığımız bir manası daha var. Mal mülk, yeme içme hususunda kanaatkâr olmak, nefsi şımartmamak da iffetin anlam kapsamına giriyor. Üstelik Kur’an-ı Kerim’de de bu şekilde bildirilen yerler var. Kur’an-ı Kerim’de, ihtiyaç sahibi oldukları halde bu hallerini başkalarından gizleyerek kimseye el avuç açmadan, yüzsuyu dökmeden yaşayan kimselerden iffetli kimseler olarak bahsedilmiş. Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor: “İffetlerinden dolayı, bilmeyen (o fakirleri) zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. (Onlar) İnsanlardan arsızca istemezler.” (Bakara 273)
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de bu konuda şöyle buyuruyor: “Kim iffetli davranırsa Allah onu iffetli kılar. Kim insanlara muhtaç olmamak isterse, Allah onu müstağni kılar. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir.” (Buhârî, Müslim)
Kişinin çalışmaya gücü yetmiyorsa ya da elinden gelen gayreti gösteriyor, ancak yine de darlıktan çıkamıyorsa başkalarından yardım almasında bir beis yoktur. Fakat gücü yettiği halde insanlardan istemek, başkalarının sırtından geçinmek ve bedavacı bir zihniyetle hayat sürdürmek iffetsizliktir; Müslümana yakışmaz.
Mümin almak yerine, vererek yaşamayı tercih eder. Böyle yaşamaya çalışır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin “Veren el alan elden daha üstündür” (Müslim) hadis-i şerifini ilke haline getirmeye çalışır. Buna göre yaşamaya çalışır.
Bir mümin insanlardan değil, Rabbi’nden samimiyetle istemeyi öğrenirse kimseye muhtaç olmadan hayat sürdürmenin ilk adımını atmış olur. Çünkü her şeyin sahibi ve mâliki Allah Teâlâ’dır. Ferahlığı da varlığı da O verir.
Müslüman en sıkıntılı zamanlarda dahi iffetini muhafaza etmeli. Başkalarına el açmaması ve haram kazançlara göz dikmemesi Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin tavsiyesidir.
Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Ebu Zerr radıyallahu anhuya bir takım sorular soruyordu. Ebu Zerr radıyallahu anhu, Resûlullah’ın sorduğu sorulara “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” diyerek söylediklerini pür dikkat dinliyordu. Resûlullah şöyle sordu:
– Ebu Zerr, yatağından kalkıp mescide gidemeyecek ya da mescide gidip yatağına dönemeyecek kadar açlığa maruz kalsan ne yaparsın?
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle cevap verdi:
– Bu durumda dahi iffetli olman gerekir. (İbn Mâce, Fiten 10)
İffetli bir nesil için
Özellikle gençler için zor zamanlarda yaşıyoruz. Cinsî sapkınlıkları yücelten küresel propaganda, insanı kendi nefsine gömen sanal dünya, çıplaklık ve teşhir kültürü, gençleri bütün anlam derinlikleriyle iffet ahlâkından kopartıyor.
Bugün özellikle gençleri hedef alan iffetsiz ve hayâsız bir yaşamın propagandası dünyayı esir almış durumda. “Gençlik bir kez yaşanır, öyleyse özgür yaşa, canın ne istiyorsa onu yap” benzeri sloganlarla gençliğin vahiy ahlâkından uzaklaşması teşvik ediliyor. İslâm’ın insana sunduğu, dünyada huzur âhirette saadet vaadeden güzel ahlâk yerine “özgür birey, özgüveni tam, mahalle baskısına aldırış etmeyen, kendi olmayı başarabilen genç” gibi telkinlerle yönlendiriliyor.
Oysa genç ya da yaşlı, her Müslümanın ölçüsü, gayesi Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak ve O’nun insan için belirlediği sınırlar içinde yaşamak olmalı. Bizim vazifemiz, hevâ ve hevesin esiri olmadan, dünyanın ayartıcılığına kapılmadan hayâ ve iffeti kendimize ahlâk edinmek. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in izinden gitmek için Rabbimiz’e niyâz etmek.
Terbiye ailede başlar
Bahsettiğimiz tehlikelere karşı gençlere iffetin önemini anlatabilmek ve ahlâkî değerleri aşılamak hayatî öneme sahiptir. Bu da önce aile bireylerinin canlı birer iffet örneği olmalarıyla mümkündür.
Aile, gençlerin karakterlerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Hiçbir aile çocuklarına sahip çıkma yükümlülüğünü cami imamına, öğretmenine veya Kur’an kursu hocasına terk etmemeli. Kendi sorumluluklarını camiye veya okula aktardığını düşünenler yanılır.
Evet cami, okul, medrese gençlerin yetiştirilmesinde son derece önemli ve etkin merkezlerdir; bunun aksi düşünülemez. Ancak bu merkezlerin varlığı gençlerin sağlam bir kişilik inşası için tek başına yeterli değildir. Gerçek sorumluluk ve yönlendirme ailenin üzerindedir. Aile eğer bu sorumluluğu başkalarına yüklemeye çalışırsa, muhtemel sorunların çözümü neredeyse imkânsız hale gelir. Ailenin taşıdığı kutsallık büyük ölçüde bu sorumluluktan kaynaklanır. Bu sadece çocuk doğurmak ve onun geçimini temin etmekten ibaret değildir. Onları sağlam karakterli ve iffetli kişiler olarak yetiştirmek ailenin asıl hedefi olmalıdır.
Ebeveynler çocuklarına daima hayır dua etmelidir. Onların yaşadığı çağı, şartları anlamak önemlidir. Büyüklerimizin yaşadığı dönemle gençlerin yaşadığı veya yaşayacağı dönemi karşılaştırmak yanıltıcı olabilir. Allah Teâlâ herkesi kendi zamanına göre sınar.
Yapılması gereken, imanımızdan ve ahlâkî değerlerimizden taviz vermeden yöntemleri gençlerin yaşadığı veya yaşayacağı zamana göre esnek tutmak. Değişmemesi gereken, iman ve ahlâk ilkeleri olmalıdır. Büyüklerin kendi zamanındaki şartları gençlere uyarlaması anlamsız bir uğraş olacaktır, gençleri onlardan uzaklaştıracaktır.
Evet; içinde bulunduğumuz şartlar hiç kolay değil. Fakat unutmayalım; zorlukla beraber kolaylık, külfetle birlikte nimet var. Sahih niyet ve hayırlı çaba güzel sonuçlar doğuracaktır inşallah.