12 Temmuz 2023 günü âhirete irtihal eyleyen Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî kuddise sırruhû hicrî 1362, miladî 1943 yılında Siirt ilinin Baykan ilçesine bağlı Taruni köyünde doğmuştur. Babası Gavs-ı Âzam Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî kuddise sırruhû Nakşibendî–Hâlidî şeyhidir. Abdülbâkî el-Hüseynî hazretleri babasıyla birlikte yaklaşık bir buçuk yıl Taruni, sonra beş yıl Bilvanis, sonra on bir yıl Kasrik, sonra dokuz yıl Gadir köylerinde ikamet etmiştir. 1971 yılında yine babası Gavs-ı Kasrevî hazretleriyle birlikte Menzil köyüne yerleşmiştir.
Gavs-ı Sânî hazretlerinin çocukluk ve gençlik dönemi ilim tahsili ve hizmetle geçmiştir. Babasının 1972 senesinde âhirete irtihal etmesi üzerine ağabeyi Seydâ Muhammed Râşid el-Hüseynî hazretlerine intisap etmiştir. Ağabeyinin irşad döneminde seyrü sülûkunu tamamlamış ve halifelik icazeti almıştır. Muhammed Râşid el-Hüseynî hazretleri 1993 yılında vefat edince Adıyaman, Kâhta’ya bağlı Menzil köyünde irşada başlamıştır.
Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretleri niyet, ilim, tevbe, zikir, hizmet, tevazu gibi konular üzerinde özellikle durmuştur. Niyetin sürekli kontrol edilmesi gerektiğini sık sık hatırlatmıştır. İslâmî eğitim kurumlarının hem sayısının hem de imkânlarının artması için büyük gayret göstermiştir. Bu kurumlardan mezun olan ilim ehlini insanlara temel dinî bilgileri anlatmakla ve hayatın her alanında İslâmî ölçülere uygun bir şekilde hizmet edilmesine rehberlik etmekle görevlendirmiştir.
İrşadı boyunca hemen her vakit namazında ziyaretçileriyle birlikte tevbe etmiş, nice kimselerin kötülükleri terk ederek iyiliklere yönelmesine vesile olmuştur. Bütün müridlerini Nakşibendî tarîkatının usullerine uygun biçimde zikretmeye teşvik etmiştir. Zikrin kalbin zaruri bir ihtiyacı olduğunu, asla ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Sevenlerinin birlik içinde, istişare ahlâkıyla hizmet edebilmesi için pek çok kurum ve kuruluşun oluşumuna, işleyişine öncülük etmiştir. Kalp kırmaktan, kul hakkından azami ölçüde kaçınılmasını tavsiye etmiş ve böyle tehlikelerin bulunduğu durumlarda alttan almayı öğütlemiştir.
Gavs-ı Sânî hazretlerinin dünyanın dört bir yanından müridleri ve sevenleri vardı. Güzel ahlâkıyla rehberlik ettiği bu kimselerin bütün insanlığa faydalı olacak pek çok hayırlı işler yapmalarını sağladı. Nice eserin imar, inşa ve ihyâsına öncülük etti. Bütün mazlumlara, muhtaçlara yardım edilmesine, ümmet şuuruna, Türkiye’nin birliğine ve beraberliğine büyük önem verdi. Nakşibendî tarîkatının güzelliklerini bütün insanlığa yaşayarak ve yaşatarak gösterdi. Tasavvufun gayesinin İslâm’ın emir ve tavsiyelerini samimiyetle yerine getirmekten, Sünnet-i Seniyye’ye harfiyen ittiba etmekten ibaret olduğunu herkese hatırlattı.
Makamı âlî olsun, Cenâb-ı Mevlâ bizleri şefaatine mazhar eylesin.
Nasihatleri
Hadis-i şerif âlimlerin peygamberlerin vârisleri olduğunu bildirir. Bu miras elbette mal mülk değil, Kur’an ve Sünnet’tir. Fakat her âlim bu mirasta hak sahibi olamaz. Ancak ilmiyle âmil, amelinde ihlâslı ârif zatlar Peygamber vârisidir. Onlar Allah Teâlâ’nın sâlih kulları, sâdık dostlarıdır.
Nice kapılar onların gayretleriyle açıldı. Nazarları, sohbetleri hidayete vesile oldu. Yolunu kaybedenler onların himmetiyle istikamet buldu. Onları görenler Allah’ı hatırladı. Talebeleri onların nasihatleriyle olgunlaştı.
Böyle âlimlerin aramızdan ayrılıp vuslata yürümeleri daima sarsıcı oldu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: “Âlimin ölümü İslâm’da bir gediktir. Gece ve gündüz birbiri ardınca geldiği müddetçe bu gediği hiçbir şey kapatamaz.” (Dârimî, Mukaddime 32)
Geçtiğimiz ay âhirete irtihâl eden Gavs-ı Sânî Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî hazretlerinin “el-Minhâcü’s-Senî” kitabından Nasihatler bölümünü sunuyoruz.
Din kardeşlerim! Sizlere Kur’an ve Sünnet’e sımsıkı sarılmanızı nasihat ediyorum. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru yol üzeresin.” (Zuhruf 43)
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân 31)
“Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamberi’ne itaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed 33)
Her sâlik, İmam Ebü’l-Hasan el-Eş’arî ve İmam Ebû Mansûr el-Mâtürîdî rahmetullahi aleyhimâdan birinin görüşünü benimseyip fırka-i nâciye olan Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’in yoluna uyarak itikadını düzeltmelidir.
Dört mezhepten birine uyarak taharet, namaz, zekât ve hac gibi ihtiyaç duyulan fıkıh konularını öğrenmelidir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“İlmi talep etmek her Müslümana farzdır.” (İbn Mâce, Mukaddime, 17 nr. 224; Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Evsat, 1/7 nr. 9)
Tüm vakitleri, özellikle de şu vakitleri ihyâ etmelerini nasihat ediyorum:
• Akşam ve yatsı namazları arasındaki vakti,
• Fecr ve güneşin doğuşu arasındaki vakti,
• Bereket ve tecellilerin ihsan edildiği ve duaların icabet edildiği seher vaktini.
Şeyh İbrahim ed-Desûkî kuddise sırruhû şöyle buyurmuştur:
“Sâdık mürid, ganimet ve hazinelerin açıldığı vakitte uyurken tarikatı sevdiğini nasıl iddia edebilir!”
Vakitler, namaz, oruç, zikir, Kur’an-ı Kerim kıraati, râbıta ve başka sâlih ameller ile ihyâ edilebilir.
Vakti namazla ihyâ etmek, namazları cemaatle kılarak ve vakit namazların sünnetleri, vitir, duhâ, teheccüd, evvâbîn, tesbih, abdest, tahiyyatü’l-mescid namazlarına devam ederek olur.
Vakti oruçla ihyâ etmek, Şevval ayının altı günlük orucunu, Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günü orucunu (Aşure orucunu) ve Kurban Bayramının arefe orucunu ve diğer nâfile oruçları tutarak olur.
Vakti zikirle ihyâ etmek, şeyhin telkin ettiği virdi çekerek, Delâilü’l-Hayrât’tan her gün bir hizb okuyarak, farz namazlardan sonra tesbihat yaparak ve hatm-i hâcegân yaparak olur.
Vakti Kur’an-ı Kerim kıraatiyle ihyâ etmek, her gün bir veya daha fazla cüz okuyarak; yine her gün Yâsîn suresi, ikindiden sonra Nebe suresi ve yatsıdan sonra ise Mülk suresini okuyarak olur.
Vakti rabıtâ ile ihya etmek, Ramazan ayı haricinde akşam ile yatsı arasında râbıta yapmaya devam ederek, Ramazan ayında ise öğle ile ikindi arasında yaparak olur.
Yine kıymetli kardeşlerime, emrettiği ve nehyettiği şeyler hususunda Allah Teâlâ’ya itaat ederek O’na karşı takva sahibi olmalarını nasihat ediyorum. Nitekim Hak Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de kullarına takvayı emretmiştir.
“Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmran 102)
“O halde, gücünüz yettiği kadar Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Tegâbün 16)
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Nerede olursan ol, Allah’a karşı gelmekten sakın.” (Bezzâr, el-Müsned, 9/416 nr. 4022)
Kardeşlerimin mübah olan işlerini ve hareketlerini niyetleriyle ibadete dönüştürmeleri gerekir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Halbuki onlara ihlâsla Allah’a kulluk etmeleri, Hanîfler olarak O’na yürekten inanıp boyun eğmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmişti. Doğru din de işte budur.” (Beyyine 5)
Yemek yemekten maksat nefsi hoşnut etmek değil, aksine ibadet için kuvvetlenmek olmalıdır. Aynı şekilde elbise giymekten maksat da ibadet ve namazın edası için süslenmek olmalıdır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin.” (A’râf 31)
Aynı şekilde bu niyetle uykuları da bizzat ibadet olur. Uykuda oldukları sürece ibadeti eda etme niyetinde oldukları için sanki ibadet ediyor gibi olurlar. Eğer başlarda bu niyet mümkün olmuyorsa, onu elde edinceye kadar kendilerini zorlamaları ve Allah Teâlâ’ya sığınıp yalvarmaları gerekir.
Yine zina, haksız yere adam öldürme ve faiz gibi büyük günahlardan, kıbleye karşı küçük ve büyük abdest giderme gibi küçük günahlardan da kaçınmaları gerekir. Zira küçük günahlara devam edilirse bunlar büyük günahlara dönüşür.
Yine gözlerini haramlardan muhafaza etmeleri gerekir. Çünkü harama nazar etmek, özellikle de şehvetle bakmak öldüren bir zehir ve kalplere isabet edip öldüren bir ok gibidir.
Yine bütün işlerinde helâl şeyleri aramaları gerekir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (Bakara 172)
Yine Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Ey insanlar! Allah güzeldir ve ancak güzeli kabul eder.” (Müslim, Zekât, 19 nr. 1015; Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân, 3 nr. 2989)
Yine abdestli olmaya özen göstermeleri gerekir. Çünkü abdest, bereket ve temizliktir. Devamlı abdestli olmak, imanın kemâlindendir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Bütün işlerinizde orta yolu tutup dosdoğru olun ve amel edin. En hayırlı ameliniz namazdır ve abdesti sadece (kâmil) mümin muhafaza eder (devamlı abdestli olur).” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 37/108 nr. 22433)
Yine Müslümanlara hizmet etmeleri gerekir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Kim Müslüman bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da o kimsenin ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim de bir Müslümanın ayıplarını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıplarını örter.” (Buhârî, Mezâlim, 3 nr. 2442; Müslim, Birr, 15 nr. 2580)
Yine şaka yapmakta aşırıya gitmekten kaçınmaları gerekir. Çünkü bu kalbi manen öldürür ve onu zulmet kaplar. Bunu ancak kalbi nurlanmış kimse bilir. Zulmet ehli ise onun âfetini hissetmez. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Din kardeşinle münakaşa etme, ona (zarar veren) şakalar yapma ve ona yerine getiremeyeceğin şeyi vaadetme.” (Tirmizî, Birr, 58 nr. 1995; Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 142 nr. 394; Beyhakî, Şuabü’l-İmân, 11/16 nr. 8073)
Yine kahkaha ile gülmekten kaçınmaları gerekir. Çünkü bu da manen kalbi öldürür. Bu sebeple Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem kahkaha ile gülmezdi, tebessüm ederdi.
Yine Allah Teâlâ’dan korkmaları ve affını ümit etmeleri gerekir. Dolayısıyla yaptıkları ibadetleri ve zikirleri görmemeleri icap eder. Aksine, Allah Teâlâ’nın lütuf ve keremi olmasaydı, bu amelleri sebebiyle (riya ve benzeri nedenlerden dolayı) azaba müstahak olurlardı.
Yine kötüleri terk edip iyilerle birlikte olmaları gerekir. Çünkü iyilerle birlikte olmak hayra sevk eder. Kötülerle birlikte olmak ise şerre sürükler. Nitekim şöyle denilmiştir:
“Ruh rüzgâr gibidir. Bir miske uğrarsa güzel kokar. Bir leşe uğrarsa kötü kokar.”
Sâlihlerle beraber olmak, şüphesiz kalplerin iksiridir. Fakat bunun tesirinin hemen görülmesi şart değildir. Uzun zaman sonra bile olsa onlara muhabbet duymakla mutlaka ortaya çıkar. Nitekim Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“İyi arkadaşla kötü arkadaş, misk satan kimse ile körük üfüren demirci gibidir. Misk satan ya sana onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku alırsın. Körük üfüren demirci ise bedenini veya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku alırsın!” (Buhârî, Büyû, 38 nr. 2101, Zebâih, 31 nr. 5534; Müslim, Birr, 45 nr. 2628)
Yine uykuyu azaltmaları, dillerini boş ve bâtıl sözlerden muhafaza etmeleri gerekir. Çünkü dilini koruyup kalbini istikamet üzere kılan kimseye sırlar açılır.
Yine münkirlerden kaçınmaları gerekir. Zira onların arasına karışmak kalbin katılaşmasına sebep olur. Bununla birlikte yemeği, namazı terk eden veya tarikata karşı çıkan bir kimse tarafından yapılmış olmamalıdır.
Yine tasavvuf mertebelerinde yükselmekle aldanmamaları gerekir. Çünkü en büyük keramet Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin Sünnet-i Seniyye’sine tâbi olmak ve bid’atlardan kaçınmaktır.
Yine misvak kullanmanın müstehap olduğu yerlerde misvak kullanmaları gerekir. Çünkü misvak ağzı temizler, Rahmân’ın rızasını kazanmaya vesile olur, şeytanı uzaklaştırır ve ölüm anında kelime-i şehadeti hatırlatır. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Eğer ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, muhakkak onlara misvak kullanmalarını emrederdim.” (Buhârî, Temennî, 9 nr. 7240, Cum’a, 8 nr. 887; Müslim, Tahâret, 15 nr. 252)
Yine fıkıh kitaplarında beyan edildiği şekliyle giyinmelidir. Yani başları açık olmamalı, elbiseleri geniş ve temiz olmalıdır. Bunlara benzer hususlara da dikkat etmeleri gerekir. Çünkü zâhirî edebin güzelliği, bâtınî edebin güzelliği için bir alamettir. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
“Allah güzeldir, güzelliği sever.” (Müslim, İmân, 39 nr. 91)
Yine ahlâk-ı zemîmeden yani kötü ahlâktan kaçınmaları gerekir. Çünkü bunlar kişiyi helâke sürükler ve yoldan alıkoyar. Ahlâk-ı zemîmeden bazıları şunlardır: Kin, haset, ucb, kibir, cimrilik, tamah, dünya sevgisi, şöhret ve riyâset sevdası.
Yine ahlâk-ı hamîde yani güzel ahlâk ile ahlâklanmaları gerekir. Çünkü güzel ahlâk kıyamet günü mîzandaki en ağır şeydir. Nitekim Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemden de böyle bir hadis-i şerif rivayet edilmiştir. Ahlâk-ı hamîdeden bazıları da şunlardır: İffet, tevazu, kalp temizliği, cömertlik, sabır, vefa, kanaat, zühd ve tevekkül.