Külfet ve Nimet
Nakşibendiyye’nin Müceddidî kolunun pîri, 17. asrın meşhur âlimi İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû Mektûbât’ında şöyle der:
Ey oğul! Bu dünya bir imtihan ve sıkıntı yurdudur. Görünüşü her çeşit süslerle bezenmiştir. Yüzü, rengârenk boyanmış, saç örgüleriyle ve sahte yanaklarla zoraki güzelleştirilmiş çirkin bir kadının yüzüne benzer.
İlk bakışta hoş gözükür. Güzel, genç ve parıltılı olduğu sanılır. Gerçekte ise üzerine güzel koku serpilmiş bir leşe, kurtların ve sineklerin üşüştüğü bir çöplüğe benzer. Susuz insanın su zannettiği bir serap ve şeker görüntüsünde bir zehir olup, gerçekte harabe ve devamı olmayan kısacık bir andır. Bu çirkinliği ve kaba sabalığı ile beraber kendine teslim olanlara muamelesi anlatılanlardan çok daha kötüdür.
Ona âşık olan düşmüş ve çarpılmış sayılır. Ona tutulan delidir, kandırılmıştır. Her kim onun görüntüsüne meftun olursa onun yüzüne ebedi hüsran damgası vurulur. Onun tadına bakanın, güzelliğini seyre koyulanın nasibi sonsuz bir pişmanlıktır.
Kâinatın övüncü Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Dünya ile âhiret birbirine kumadır. Biri razı olsa diğeri darılır.” (İbn Hibbân, es-Sahîh, nr. 6019; İbnü’l Mübârek, ez-Zühd, nr. 594)
O halde kim dünyayı razı ederse âhireti kendisine darıltmış demektir, kesinlikle âhiretten nasibi olmaz. Allah Sübhânehû dünyaya ve dünya ehline muhabbet beslemekten sizi ve bizi korusun.
Ey oğul! Dünya nedir bilir misin? Kadınlar, oğullar, mal, şan şöhret, liderlik, eğlence ve oyun gibi seni Hak Sübhânehû’dan uzaklaştıran ve O’na ulaşmanı engelleyen her şey dünyadır. Boş şeylerle meşgul olmak da dünyaya dâhildir.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ’nın bir kuldan yüz çevirdiğinin işareti, kulun kendisini ilgilendirmeyen işlerle meşgul olmasıdır.” (Beyhakî, ez-Zühd, nr. 72; Ebû Nuaym, Hilye, 9/343)
Ey oğul! Hak Sübhânehû sonsuz inayetiyle sana yardım etti ve seni gençliğinin baharında tevbe etmeye muvaffak kıldı. Yüce Nakşî silsilesi dervişlerinden birinin eliyle seni tarikata intisaba muvaffak kıldı. Hâlâ o tevbeye sâdık mısın yoksa nefsin seni sahte ve geçici güzelliklerle aldattı mı bilmiyorum. Tevbede sebat edip istikamet üzere olmak zordur. Zira gençliğinin baharındasın. Dünya malına ulaşma vesileleri kolaydır. Akranlarının çoğu da bu anlamda uygun değildir.
Ey oğul! Esas mesele, mübahların fazlasından kaçınmak ve zaruret miktarıyla yetinmektir. Bunu da kulluk vazifelerini yerine getirebilmek için kuvvet bulmak, derlenip toparlanmak niyeti ile yapmalıdır. Mesela yemekten maksat Allah Teâlâ’ya ibadet için güç ve kuvvet kazanmaktır. Giyinmekten maksat avret yerlerini örtmek, soğuk ve sıcağa karşı korunmaktır. Diğer zaruri mübahlar da bu şekilde değerlendirilmelidir.
Nakşî büyükleri azîmetle amel etmeyi tercih etmişler ve mümkün mertebe ruhsatlardan kaçınmışlardır. Zaruret miktarı ile yetinmek azîmettir. Bu yüce davranışa ulaşmak mümkün olmazsa, en azından mübahlar dairesini aşıp şüpheli ve haram alana kaymamalıdır.
Allah Sübhânehû bütün cömertliğini sergileyerek birçok nimetten tam olarak faydalanmayı mübah kılmış, bu nimetlerden faydalanma alanını da gayet geniş tutmuştur. Bu mübah nimetlerin hazları bir yana, kulun işledikleri karşılığında Mevlâ’nın razı olmasına denk bir saadet olabilir mi? Bir kişinin yaptığı işi efendisinin beğenmemesinden daha büyük sıkıntı var mıdır?
Allah Teâlâ’nın cennette razı ve hoşnut olması cennetten daha hayırlıdır. Cehennemdeki gazabı cehennemden daha kötüdür. Bir kimse kendi çocuğunu dilediğini yapmakta nasıl başıboş bırakmaz ise, insan da Mevlâ’nın emirlerine uyması gereken bir kuldur.
Çok iyi düşünmek ve kalbi çalıştırmak gerekir. Yarın kıyamet gününde pişmanlık ve hüsrana uğramaktan daha çetin bir şey yoktur. Çalışma zamanı şüphesiz gençlik çağıdır. Akıllı olan, hayatının bu dönemini zayi etmeyip fırsatı değerlendirir. Çünkü ilerisi belirsizdir. Herkes ihtiyarlık çağına ulaşamaz. Ulaşsa bile kendisini toparlaması mümkün olmayabilir. Bunun da mümkün olduğunu kabul etsek bile güç ve kuvvetten düştüğü için ihtiyarlık döneminde yükümlü olduğu emirleri tam olarak yerine getirmeye güç yetiremeyebilir. Ama şu an manevi yönden toparlanma imkânlarının hepsi mevcuttur.
Anne ve babanın sağ olması da yine Hak Sübhânehû’nun sana sunmuş olduğu fırsatlardandır. Çünkü geçimini onlar temin etmektedir. Zaman fırsatları değerlendirme, güç ve iktidar dönemidir. O halde bugünün işini yarına bırakmanın ve “sonra yaparım” düşüncesine kapılmanın ne mazereti olabilir? Hangi özür bu ihmali meşrulaştırır? Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şöyle buyurmuştur: “Sonra yaparım diye işleri ihmal edenler helak oldu.” (Deylemî, el-Firdevs, 2420; Ebû Nuaym, Hilye, 3/338, 6/55)
Evet, bugün âhiret işleriyle olan meşguliyetin, dünya işlerini yarına ertelemene sebep oluyorsa gerçekten çok güzel. Fakat dünya işleri uğruna âhiret işlerini ertelemek çok talihsiz bir durumdur.
Gençliğin baharında, nefs ve şeytan gibi din düşmanlarının insanı kuşattığı bir zamanda yapılan azıcık amelin değeri, diğer zamanlarda yapılan amellerden kat kat üstündür. Bu durum şu misale benzer. Güçlü ve atılgan askerlerin düşman saldırısı esnasındaki itibarları daha fazladır. Onların bu andaki sıradan bir gayreti, küçük bir sebatı bile büyük itibar görür. Ama aynı davranış düşmanın şerrinden emin olunduğu zamanlarda aynı itibarı görmez.
Ey oğul! Bütün mevcudatın hülâsası olan insanın yaratılmasından maksat oyun ve eğlence değildir. Yemek, içmek ve uyumak da değildir. Yaratılıştaki amaç insanın kulluk vazifelerinin yerine getirmesi; Allah Teâlâ’ya karşı acziyet içinde muhtaç olduğunu bilmesi, daima O’na sığınma ve boyun eğme durumuna ulaşmasıdır.
Şeriat-ı Muhammedî’nin getirdiği ibadetlerin edasının amacı, kulların menfaati ve hayrıdır. Yoksa bu ibadetlerin şanı yüce olan Allah Teâlâ’ya bir yararı yoktur. O halde bunlar sonsuz bir minnettarlık ve şükran duygusu içinde yerine getirilmeli, emirlere boyun büküp sarılmak ve yasaklardan kaçınmak için elden gelen gayret gösterilmelidir.
Allah Sübhânehû, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde emirler ve yasaklar koymakla kullarına ikramda bulunmuştur. Öyleyse bu büyük nimete layıkıyla şükretmemiz, minnettarlık ve şükran duyguları içinde şeriatın hükümlerini yerine getirmek için çaba sarf etmemiz gerekir.