Aramak

Hikmet

12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahimehullah “Minhâcü’l-Ârifîn: Âriflerin Yolu” adlı meşhur eserinde şöyle der:

Kulun her hareketi, her işi için niyet gereklidir. Hadis-i şerifte niyetin önemi şöyle belirtilmiştir: 

“Ameller ancak niyetlere göre karşılık bulur. Herkes için niyet ettiğinin karşılığı vardır.” (Buhârî, İmân 41; Ebû Davud Talâk, 11)

“Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır.” (Taberânî, Mu‘cemü’l-Kebîr, nr. 5942)

Vakitlerin değişmesiyle niyetler de değişir. Mürid niyetinin bu değişikliğinden dolayı içinde sıkıntı duyar, rahatsız olur. Manevi hayatı olmayan insanlar ise bu hususta rahattırlar. Mürid için niyetini korumaktan daha zor bir iş yoktur.

Kalbini dilinin kıblesi kıl. Zikir esnasında rubûbiyetin heybetini ve kulluğunu hakkıyla yerine getirememenin mahcubiyetini hisset. Bil ki Allah Teâlâ kalbindeki sırları biliyor, yaptıklarının iç yüzünü görüyor ve gizli konuşmalarını işitiyor. Kalbini hüzünle yıka ve orada korku ateşini yak. Kalbinden gaflet perdesini kaldırdığında, senin Allah’ı zikrettiğin gibi O da seni zikreder. 

Ayet-i kerimede şöyle buyruluyor: “Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür.” (Ankebût 45) Çünkü sen O’na muhtaç olduğun için zikredersin. O ise sana ihtiyacı olmadığı halde seni anar. Kalpler ancak Allah Teâlâ’nın zikriyle mutmain olur ve O’nun zikri geçince titrer. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra‘d 28)

“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen kimselerdir.” (Enfâl 2)

Zikir iki çeşittir. Birincisi hâlis zikirdir. Bu, kalbin Allah’tan başka bir şeyle meşgul olmayıp sadece Allah’ın zikrine bağlanmasıyla olur. İkincisi ise saf zikirdir. Bu da zikirden başka bütün maksat ve yönelişleri yok etmekle gerçekleşir. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Seni gereği gibi övmekten âcizim. Sen kendini övdüğün şekilde yücesin.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 58)

Kulun aldığı ve verdiği her nefes Allah Teâlâ’nın bir nimetidir. Kul, aldığı ve verdiği her nefeste bu nimetin şükrünü yerine getirmek zorundadır. Şükrün en aşağı derecesi nimetin Cenâb-ı Hak’tan olduğunu bilmek, O’nun verdiklerine razı olmak, verdiği nimetlerle O’na muhalefet etmemektir. Şükrü tamamlayan şey ise, ne kadar gayret etseler de insanların Allah Teâlâ’nın en küçük bir nimetinin şükrünü bile eda etmekten âciz olduklarını kabullenmektir. Çünkü O’nun kulu şükrüne muvaffak kılması da yine şükrü gerektiren bir nimettir. Böylece her şükre bir şükür lazım gelir. 

Cenâb-ı Hak bir kulu dost edindiğinde onun yükünü hafifletir ve yapabildiği az bir şeyle ondan razı olur. Yapamayacağını ve kendisini zayıf düşüreceğini bildiği şeylerin yükünü de ondan hafifletir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “Rabbinin ihsânı kısıtlanmış değildir.” (İsrâ 20)



Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy