Aramak

Allah'a Yardım Etmek Ne Demek?

Kur’an-ı Kerim’de beş ayrı ayette, çok dikkat çekici bir şekilde insanların Allah’a yardım etmelerinden söz edilmektedir. Yani bizzat Yüce Allah kullarının kendisine yardımından bahsetmekte ve kendisine yardım etmelerini istemektedir.

İnsan toplum içinde yaşayan sosyal bir varlıktır. Toplumsal hayatta insanlar birbirlerine muhtaçtırlar. Bu yüzden her açıdan birbirlerini desteklemek durumundadırlar. Yoksa sağlıklı bir yaşam kurmak mümkün değildir. Nitekim toplumsal yardımlaşmayı teşvik eden sayısız ayet ve hadis bulunmaktadır ki bütün bunları burada zikretmek bu yazının maksadını aşar. 

Ancak Kur’an-ı Kerim’de beş ayrı ayette, çok dikkat çekici bir şekilde insanların birbirlerine yardımlarından ayrı olarak Allah’a yardım etmelerinden söz edilmektedir. Yani bizzat Yüce Allah kullarının kendisine yardımından bahsetmekte ve kendisine yardım etmelerini istemektedir. Bizim burada dikkat çekmek istediğimiz budur. Bu ayetler şunlardır:

Beş ayet bir tefsir

1. “İsa onlardaki inkârcılığı sezince, ‘Allah’a yardımcılarım kim?’, dedi. Havariler dediler: “Biziz Allah’ın yardımcıları; Allah’a iman ettik, şahit ol, biz Müslümanlarız.” (Âl-i İmrân 52)

2. “Allah kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder.” (Hac 40)

3. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed 7)

4. “(Ganimet malları) Allah’tan bir lütuf ve rızanın peşine düşerek yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’a ve Peygamberi’ne yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte sâdık olanlar onlardır.” (Haşr 8)

5. “Ey iman edenler, Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havarilerine, ‘Allah’a yardımcılarım kimdir?’ diye sorduğunda havariler, ‘Biziz Allah’ın yardımcıları’ demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğulları’ndan bir kısmı iman etmiş, diğer bir kısmı da inkâr etmişti. Nihayet biz inananları düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.” (Sâf 14) 

Yukarıdaki ayet-i kerimelerin ikisinde Hz. İsa aleyhisselamın ve havarilerinin dilinden Allah’a yardımdan söz edilmektedir. Hz. İsa, İsrailoğulları’ndaki inkârcılığı sezince, Allah’a yardımcılarının kim olduğunu sormuş, havariler de kendilerinin Allah’ın yardımcıları olduğunu söylemişlerdir. 

Diğer iki ayette ise Allah, kendisine yardım edenlere kendisinin de yardım edeceğini söylemektedir. Bir diğer ayette de Allah’a ve Peygamberi’ne yardım eden muhacirler söz konusu edilmektedir.

Meali verilen ayet-i kerimelerde Allah’a yardım etmede kullanılan kelimeler, ‘nasara’ kökünden gelen “ensâr: yardımcılar” “yensuru: yardım eder”, “tensuru: yardım edersin”, “yensurûne: yardım ederler” kelimeleridir ve bilinen anlamlarıyla birisinin diğerine yardım etmesi anlamında veya bunun türevleri olarak kullanılmaktadırlar.

Yüce Allah’ın her şeyden müstağni olduğu ve elbette hiç kimsenin yardımına asla ihtiyacı olmadığı, dolayısıyla kulun Allah’a yardımının söz konusu olamayacağı çok açık bir durumdur. Öyleyse buradaki kulun Allah’a yardımının hakiki anlamıyla değil de temsilî olarak mecaz anlamıyla olduğu son derece açıktır. Zaten aksi durum itikadî açıdan da problem oluşturur.

Nitekim bütün müfessirlerimiz, söz konusu yardımın bizzat Yüce Allah’ın kendisine değil de O’nun dinine, yoluna, peygamberine, cemaatine ve O’ndan taraf olan müminlere yardım olduğu konusunda hemfikirdirler. 

Bir diğer anlam

Bizim burada asıl dikkat çekmek istediğimiz başka bir yön vardır ki o da buradaki Allah’a yardımın yukarıdaki anlamlarından farklı bir şekilde tefsir edilmesidir. Özellikle tasavvufî tefsirlerde var olduğunu düşündüğümüz bu yardımın, söz konusu anlamları yanında “evliyaullaha, Allah dostlarına yapılan yardım” anlamına geldiğidir. 

Biz bu yazımızda bütün tasavvufî tefsirlere bakma imkânı bulamadık. Ancak örnek olarak müracaat ettiğimiz Celvetî tarikatı şeyhi ve İbn Arabî (v.1240) takipçisi İsmail Hakkı Bursevî rahmetullahi aleyhin (v.1751) Ruhu’l-Beyan tefsirinde aynı anlamın verildiğini gördük.

Yine burada asıl dikkat çekmek istediğimiz diğer bir yön de itikattaki iki büyük mezhep imamımızdan biri olan ve Hanefi mezhebi mensuplarının akaid imamı olan büyük müctehid, kelamcı ve müfessir İmam Mâturîdî rahmetullahi aleyhin (v.944) görüşü ile İsmail Hakkı Bursevî’nin görüşünün çakışmasıdır. Yani Bursevî’den asırlar önce Mâturîdî aşağı yukarı onunla aynı şeyleri paylaşmıştır. Hatta ondan daha vurgulu ifadeler kullanarak meseleyi daha açık bir şekilde izah etmiştir. Bursevî gibi sûfî bir müfessirin yanında Mâturîdî gibi doğrudan sûfî olmayan kelamcı bir müfessirin, üstelik mezhep imamımız olan bir müfessirin aynı noktaya işaret etmesi çok orijinal ve çok manidardır.

Diğer müfessirler gibi İmam Mâturîdî de, yukarıdaki ayetlerdeki yardımın elbette Allah’ın dinine, yoluna ve peygamberine yapılacak yardım olduğunu söylemektedir. Ancak bunun yanında farklı bir yaklaşım göstermekte ve Allah’a yapılacak yardımın evliyaullaha, Allah dostlarına yapılacak yardım olduğuna vurguda bulunmaktadır. 

Bununla ilgili olarak İmam Mâturîdî rahmetullahi aleyh, Âl-i İmrân suresi 52. ayetini şu şekilde tefsir etmektedir:

“Şüphesiz ki Yüce Allah kendisine yardım edilme ihtiyacından çok yücedir. Dolayısıyla bu sözle biz Allah’ın dininin yardımcılarıyız ve peygamberinin yardımcılarıyız yahut kendilerine tazim amacıyla Allah’ın dostlarının yardımcılarıyız denilmek istenmiştir. 

‘Siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder’ (Muhammed 7) mealindeki ayet de böyledir. Şüphe yok ki Allah’a yardım edilmez, ancak O’nun dinine ve peygamberlerine veya evliyasına/dostlarına yardım edilebilir. 

Nitekim ‘Onlar Allah’ı aldatmaya kalkışıyorlar’ (Bakara 9) mealindeki ayet de bunun gibidir. Allah asla aldatılamaz. O’na tuzak kurulamaz. Fakat onlar, Allah’ın dinine ve dostlarına tuzak kurduklarında, Allah bunu kendi zâtına nispet etmektedir. 

Buna göre müminler Allah’ın dinine, peygamberine ve velîsine/dostuna yardım ettiklerinde, Allah bu yardımı kendi zâtına yapılmış saymaktadır.” 

Yardımın şekli

İmam Mâturîdî rahmetullahi aleyh, Muhammed suresi 7. ayetini de şöyle tefsir etmektedir: 

“Ey iman edenler! Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder. Yani siz Allah’ın dinine yardım ederseniz O da size yardım eder. Yahut siz Allah’ın velîlerine/dostlarına yardım ederseniz, O da düşmanlarınıza karşı size yardım eder. 

Bizim, Allah’ın rızasını kazanmak uğruna O’nun dinine ve dostlarına yardım etmemiz iki şekilde olur:

Birincisi, bu yardımı bazen canımızla yaparız bazen da malımızla. 

İkincisi, bize emredilen delilleri ve ayetleri göstermek suretiyle O’nun dinine deliller ve kanıtlarla yardım ederiz. 

Allah’ın bize yardımı da iki şekilde olur: 

Birincisi, kendilerini mağlup etmek ve hükmümüz altına almak için düşmanlarımıza karşı bize yardım eder. Ancak bu yardım her zaman ve her durumda olmaz, bazı hallerde ve bazı zamanlarda gerçekleşir. 

İkincisi, Allah’ın bize yardımı, bazı savaşlarda mağlup edilsek, hâkimiyet altına alınsak ve düşman da bize gâlip gelip hükmü altına alsa bile, nihaî akıbeti bizim lehimize çevirmesi şeklinde olur.” 

İsmail Hakkı Bursevî rahmetullahi aleyh de Hac suresi 40. ayetin tefsirinde, “Allah kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Yani evliyasına ve dinine yardım edene yardım eder” demektedir. Böylelikle, Mâturîdî gibi, Allah’a yapılacak yardımın, Allah’ın diniyle birlikte evliyasına yapılacak yardım olduğuna dikkat çekmektedir. Peşinden, “Allah, muhacirleri ve ensarı Arapların güçlü olanlarına, İran hükümdarlarına ve Rum imparatorlarına karşı gâlip kılması ve ülkelerini onlara vâris kılması ile onlara vaadini yerine getirmiştir” diye ilave etmektedir. 

Devamında, Alâeddin Semerkandî rahmetullahi aleyhin (v.1456) Bahru’l-Ulûm tefsirinden naklen de şunları söylemektedir: 

“Yani kudreti ve izzeti ile din düşmanlarını helâk etmekle onlara yardım eder. Allah onlara düşmanlarla mücadelede kılıçlarını, mızraklarını ve diğer silahlarını kullanmaları, mallarını ve canlarını feda etmeleri suretiyle kendisine yardım etmekle mükellef kılmış, bu emre uymakla da dinî ve dünyevî faydalara kavuşmuşlardır. 

Peki; Yüce Allah güçlü, yüce ve gâlip olduğuna göre, yardım edeceğini vaad ettiği halde bazı durumlarda Müslümanlar niçin bozguna uğramışlardır?

Bunun cevabı şudur ki, yardım ve galibiyet şerefli bir makamdır, kâfirin haline münasip değildir. Ancak Allah sıkıntıyı bazen kâfirlere, bazen de müminlere verir. 

Şayet sıkıntıyı her zaman kâfirlere verse ve her zaman müminlerden kaldırsa, imanın hak ve onun dışındakilerin bâtıl olduğu noktasında kesin bilgi hâsıl olur. Böyle olunca da yükümlülük, sevap ve ceza bâtıl olmuş olur. 

Bu yüzden Allah, şüpheler baki kalsın ve yükümlü kişi İslâm’ın doğruluğuna delalet eden delilleri araştırarak o şüpheleri gidersin diye sıkıntıyı bazen ehl-i imana, bazen de ehl-i küfre verir. Ki böylece müminin Allah katındaki sevabı muazzam olsun. 

Çünkü mümin bazen günah işler, sıkıntının şiddeti onun için dünyada kefaret olur. Ama sıkıntının şiddeti kâfirin üzerine Allah’tan bir gazap olur. Nitekim veba müminler için rahmet, kâfirler için ise öfke ve azaptır. 

Bazı büyükler şöyle demiştir: Hükümdarlar zâhirde, Allah’ın dostları bâtında savaşırlar. Hükümdarlar savaşırken Allah’ın dostları da bâtında onlara yardım ederler. Yoksa muvaffak olamazlar. 

Neden onlara yardım?

Demek ki İmam Mâturîdî ve İsmail Hakkı Bursevî rahmetullahi aleyhimâ, yukarıdaki ayetlerdeki müminlerin Allah’a yardım etmelerini Allah dostlarına/evliyaullaha yardım etmeleri şeklinde tefsir etmişlerdir ki bu son derece orijinal ve son derece manidardır. 

Her iki müfessirin ilgili ayetleri bu şekilde tefsir etmelerinin sebeplerini düşündüğümüzde şu iki hususa işaret etmemiz mümkündür:

• Allah, kendi dostlarını/evliyasını o kadar çok sevmektedir ki, gerçek anlamda onlara yapılan yardımı mecâzî anlamda kendisine yapılmış saymaktadır.

• Allah dostları fenâfillaha, bekâbillaha ulaşmış kişilerdir. Yani Allah’ta fâni olmuşlar ve Allah ile bâki kalmışlardır. Onlar kendi nefsânî sıfatlarından sıyrılmışlar, ilâhî sıfatların tecellileri ile bezenmişler, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmışlardır. 

Hadis-i kudsîde buyurulduğu gibi “Allah onların gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olmuştur.” (Buhârî) Yine hadis-i şerifte buyurulduğu üzere “Onlar, görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan kişilerdir.” (İbn Mâce) 

Hal böyle olunca Allah dostları, kendilerinde Allah’ın isim ve sıfatlarının en kâmil manada tecelli ettiği kişiler olmaktadır. Bu, onların kendi benliklerinden sıyrılmaları ve Hakk’a bir ayna olmaları anlamındadır. Hak, kendi varlığını onların aynasından göstermektedir. Böyle olunca onları gören mecâzî anlamda Hakk’ı görmüş demektir. İşte bundan dolayı olsa gerektir ki Yüce Allah onları kendisine nispet ederek, onlara yapılan yardımı kendisine yapılmış saymaktadır.

Allah’ın dostlarına/evliyasına yardım etmek Allah’a yardım etmek olduğuna göre, tasavvuf ehlinin bu hususta çok şanslı ve avantajlı olduğu söylenmelidir. Çünkü onların bağlı oldukları mürşid-i kâmiller bütün bu özellikleri kendilerinde toplayan ve üzerlerinde taşıyan Allah dostlarıdır. Böyle olunca mürşidlerinin müesseselerinde, vakıflarında, eğitim kurumlarında yer alarak ve herhangi bir şekilde hizmetinde bulunarak mürşidlerine yardım etmeleri, mecâzî anlamda Allah’a yardım etmeleri anlamına gelmektedir.

Ne mutlu Allah’a yardım edenlere! Allah’ın yardımı da şüphesiz onların üzerine olacaktır.

Kaynaklar

Ebû Mansûr el-Mâtûridî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2015, II.347, XIII.419
İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, Mektebetu Eser, İstanbul 1389, VI.40.
Abdulkadir Alioğlu, “Allah’ın Yoluna Kim Yardım Edecek?”, Semerkand Dergisi, Yıl: 19, Sayı: 224, S. 20-21


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy