İzzet ve Şeref Kimin?
Yüce Rabbimiz Müberra Kitabı’nda mealen: “Asıl izzet Allah’ındır, O’nun Resulü’nündür, müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler!” buyurmaktadır. (Münafikûn 8)
İzzet; güç, kuvvet, kudret, şeref sahibi olmayı ifade eder. Zıddı zillettir ve düşüklük, hor ve hakir olmak manasına gelir.
Allah Teâlâ el-Azîz’dir. O ebedi bir izzet, şeref, azamet, üstünlük, yücelik ve kudret sahibidir. Her türlü üstünlük, galibiyet, güç, kuvvet ona aittir. Yüce Allah’ın el-Azîz sıfatı Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette hatırlatılmıştır.
Allah Teâlâ biz mümin kullarını da izzet ve şeref sahibi kılmıştır. Mümin, şerefini ve haysiyetini imanından alır. Her zaman güçlü, şerefli, kıymetli ve değerlidir. Mümin olmayanlar ise bu şerefe ulaşamazlar. Ebedi zelil ve hakirdirler.
Kur’an-ı Kerim’deki pek çok ayet kâfirlerin, münafıkların güçlü ve kuvvetli göründükleri hallerde dahi korkak ve güçsüz olduklarını haber vermektedir. Müminler ise kâfirlerin kalbine korku verir. Ayette mealen: “Ben inkâr edenlerin kalplerine korku salacağım” buyurulmaktadır. (Enfal 12) Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salma özelliği verilerek bana yardım edildi.” (Buhârî, Teyemmüm 1)
Ebrehe’nin fillerle güçlendirilmiş ordusunun ibretlik hali Fîl suresinde haber verilir. Kısa surelerde yer alması sebebiyle de çokça okunarak bu hakikat bize sürekli hatırlatılır. Yüce Allah zamanın en güçlü, en karşı konulmaz ordusunu un ufak etmiş, onların perişan ve mağlup olmuş halini yenilip çiğnenmiş bir ekin yaprağına benzetmiştir.
Bu hadise, tarihin eski bir döneminde yaşanıp bitmiş zannedilmemelidir. Kâfirler görünüşte güçlü görünseler de her zaman mağlup, psikolojik olarak korku ve endişe içinde, moralleri daima bozuktur.
Münafikûn suresinde onların hem dış görünüşleri hem de iç âlemleri haber verilir. Buna göre, bakıldığında güçlü kuvvetli görünürler. Hatta güçleri karşısında hayrete düşülür. Bir söz söylediklerinde gerçeği mükemmel dile getirdikleri, muhteşem cümleler kurdukları zannedilir. Ama onlar bir yere yaslanmış odun kütükleri gibidir. Kuvvet ve cüsseleri bir işe yaramaz. Her gürültüyü kendi aleyhlerine zannederler.
İmam Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyh tefsirinde der ki: Sahabiler ticaretle zengin olan ve böylece güç kuvvet kazanan müşrikleri veya Yahudileri görünce hayret ettiler: “Allah’ın düşmanları mal mülk içindeler. Bizler ise açlıktan ve sıkıntıdan helâk oluyoruz” dediler. Bu hadise üzerine şu ayetler nazil olmuştur: “İnkâr edenlerin (gönüllerince) diyar diyar dolaşmaları sakın seni yanıltmasın. Kısa süren bir faydalanma! Sonra ise sığınakları cehennem. O ne kötü bir mesken!” (Âl-i İmrân 196-197)
Böylece kâfirlerin görünen gücüne itibar edilmemesi hatırlatılmaktadır.
Karun, Hz. Musa aleyhisselamın yakın akrabası idi. Malı mülkü o kadar çoktu ki sadece hazinelerinin anahtarları bile bir grup görevli tarafından zor taşınırdı. Yanında binlerce adamı ile gezer, halkın karşısına öyle çıkardı. İnsanlar ona imrenirdi. Karun bu zenginliğin fazilet sahibi biri olduğu için kendisine verildiğini zannediyor ve şımarıyordu. Halk da ona özenir, “Keşke Karun’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi!” derlerdi. Fakat Allah Teâlâ onu ve mülkünü yerin dibine geçirdi. Çok zelil ve hakir bir duruma geldi. Malı mülkü kendisini kurtaramadı.
Daha dün Karun’un yerinde olmayı isteyenler bu defa; “Yazıklar olsun bize! Demek ki, Allah rızkı kullarından dilediğine bol bol, dilediğine de ölçülü veriyormuş. Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirmişti. Vah ki vah! Demek inkârcılar iflâh olmazmış!” dediler. (Bkz: Kasas 79-82)
Mümin, zalimin zulmüne maruz kalabilir, eziyet görebilir, haksızlığa uğrayabilir, vatanından sürülebilir ama hiçbir zaman zelil, hakir ve mağlup olmaz. Öldürülüp şehit de edilebilir. Ama bu durum onun mağlup ve zelil olduğunu göstermez. Çünkü Allah onlar için “Onlara ölü demeyin; onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız” (Bakara 154) buyurmuştur.
Mümini şerefli yapan imanıdır. Allah Teâlâ’yı, peygamberini tanıması, mukaddesatına sarılmasıdır. Kâfir ise her ne kadar görünürde üstünlük kursa da o hep düşüktür, mağluptur. Allah’ın emrine karşı gelen, fıtratının zıddına hareket edenin ruhu hiçbir zaman huzur bulmaz.
Müslüman düşmanla karşılaştığında o gözüne pire gibi gelir. Kâfirin gözünde Müslüman ise büyüdükçe büyür. Allah Teâlâ “Kâfirlerin kalplerine korku salacağız” buyurmaktadır. (Ali İmran 151) İslâm’a karşı olan herkesin kalbinde savaşırken veya Müslümanlarla tartışırken daima bir korku bulunur. Çünkü müminin dayanağı Rabbi’dir. Kâfirin ise dayanağı, besleneceği manevi bir kuvveti yoktur.
Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde Müslümana sürekli âhiret nimetleri, mükâfatlarının ebedî oluşu, zevk ve sefasının hiç bitmeyeceği sürekli hatırlatılarak geçici güç ve keyiflere itibar etmemeleri gerektiğini vurgulanıyor.
Mümin ebedî, kâfir geçici bir nimet ve fırsata sahiptir. Beş on dakikalığına veya kısa süreliğine emanet olarak bırakılan bir nimetle sevinilir mi?
Allah Teâlâ kendisine yönelen kulunu ibadeti ile izzet sahibi kılar. Günahta ise zillet ve düşüklük vardır. Şeytan ilâhî emre karşı gelerek zelil olmuştur. Onun kıyamete kadar sürecek ömrü de ona bir kıymet kazandırmamıştır. Çünkü ilâhî huzurdan kovulmuştur.
Kâfirlerin rahat yaşam görüntüleri, onlara verilen dünya nimetleri kendileri için bir ikram değildir. Aksine, azaplarını artırmak içindir.
Bugün Filistin başta olmak üzere Müslümanlar her ne kadar zulüm ve baskı altında olsa da, onlara bakıldığında izzetli duruşları, şerefli yaşamları, korkusuz hayatları gözler önündedir. Gözlerinden yenilmişlik değil, galibiyet ve cesaret okunmaktadır. Kâfirler ise sayı ve savaş aletleri bakımından kat be kat üstün görünseler de endişeleri, korkuları, telaşları yüzlerinden okunmakta, davranışlarına yansımaktadır.
Mümin iman şerefinin farkına varmalı, onun gücünü bilmeli, daima üstün olanın müminler olduğunu unutmamalıdır.
Cenâb-ı Mevlâ bizi iman şerefinden ayırmasın, küfür ve gaflet karanlığından muhafaza eylesin.
Tevfik ve inayeti ile...