Fakr
Sözlüklerde, maddî ve manevî bakımdan muhtaç olma, yoksulluk, ihtiyaç duyulan şeye sahip olunmaması, mahrumiyet gibi manalara gelen “fakr”, tasavvufi bir kavram olarak kulun her anlamda Allah’a muhtaç olmasını ifade eder. Yine tasavvufta “fakir”, istek ve alışkanlıkların etkisinden tam anlamıyla kurtulup, sadece Allah’a muhtaç olduğunun idrakine varmış kişidir. Fakr makamına ulaşan kişi Allah’ta fâni olmuştur. Bu sebeple sûfîler demiştir ki: “Sadece Allah’a muhtaç olduğunu bilen derviş, zengin bile olsa aslında fakirdir.”
Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, “Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız (fakirsiniz). Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgü ve hamde layık olan ise ancak Allah’tır.” (Fâtır 15) buyurarak, kendisine karşı tüm insanların fakir ve aciz olduğu hatırlatır. İmam Kuşeyrî hazretleri bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle der:
“Fakirlik iki kısma ayrılır. Birincisi yaratılış, ikincisi nitelik fakirliğidir. Yaratılış fakirliği herkes için geçerlidir. Her yaratılmış kendisini yaratana muhtaçtır. Her şey yokluktan var olmuştur. Bu durumda o kendisini izhar ve inşâ etmesi için yaratana muhtaçtır. Bunun ardından âhirette varlığını sürdürmesi için yaratana muhtaçtır. Allah Ganî (zengin ve muhtaç olmayan), kul fakirdir. Kul kendi zâtında fakir iken, Allah müstağni ve ganîdir.
İkinci, yani nitelik fakirliğine gelince: Bu tecerrüt (dünyaya ait her şeyden vazgeçip Allah’a yönelme) demektir. Sıradan insanların fakirliği maldan ayrı kalmak ve yoksunluktur. Seçkinlerin fakirliği ise sebeplerden soyutlanmaktır.”
Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem; “Saçı başı dağınık, eli yüzü tozlu, kapılardan kovulmuş öyleleri vardır ki bu şöyle olacak diye yemin etseler, Allah onların dediğini yapar.” buyurmuştur. (Müslim) Yine buyurmuştur ki: “Size cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf görüldükleri için kimsenin önemsemediği ve fakat şöyle olacak diye yemin etseler, isteklerini Allah’ın gerçekleştireceği kimselerdir.” (Buhârî)
Bu hadis-i şerifler hakiki zenginliği malda mülkte değil, Hakk’a kullukta bulmuş kişileri övmekte ve böyle kişilerin dualarının kabul edildiğini bildirmektedir. Nitekim İbn Atâullah İskenderî kuddise sırruhû şöyle sorar: “Allah’ı bulan kişi neyi kaybetmiştir? Ve O’nu kaybeden neyi bulmuştur?”
Ma’rûf-i Kerhî kuddise sırruhû hazretleri tasavvufta fakr halinin önemini şöyle anlatır:
“Tasavvuf; hakikat, marifet ve sırları almak ve halkın elinde bulunandan ümit kesmektir. Ârif ve zâhid olmaktır.”
Şu halde Hakk’a giden yol insanlardan ümidi kesmek yani onlardan hiçbir şey istememek ve sadece Allah’a güvenmekten geçer.
Semnûn Muhîb hazretlerine tasavvuf nedir diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “Ne bir şeye sahip olman ne de bir şeyin sana sahip olmasıdır.”
Bu sözdeki mana, sûfînin tüm varlığın sahibinin Hak Teâlâ olduğunu bilmesi ve bu sebeple kendisini bir şeye sahip hissetmemesidir. Çünkü kendi de dâhil, bütün varlık O’na aittir ve sadece O’nun sayesinde ayakta durmaktadır. Bu sebeple Hak’tan gayrı hiçbir şey sûfînin kalbinde yer etmez. Ayrıca O’ndan başka hiçbir kimse, hiçbir şey kalbini ele geçiremez.
Şakîk-i Belhî hazretleri fakrı şöyle açıklar: “Fakr öyle bir ateştir ki kimin kalbine düştü ise vücudu (bütün varlığı) altın oldu.”
Dünyevî zenginlik ve fakirlik kalp ehli dervişin gözünde birdir. Asıl gereken, kulun Allah’a karşı fakir olduğu şuuruna ermesidir. Çünkü Allah Teâlâ bütün âlemlerden müstağnidir; yarattığı hiçbir varlığa muhtaç değildir. O’nun sevgisini kazanan bir kişiden daha zengini olamaz.
Ebu Hüseyin Nurî hazretleri, fakr sahibi hakkında şöyle demiştir: “Fakr sahibinin vasfı, elinde bir şey bulunmadığı zaman kalbinin sakin olması, bulunduğu zaman da başkasını kendine tercih etmektir.”
Fakr makamına eren derviş, kalbinden mal mülk sevgisini çıkartmıştır. Eline bir şey geçtiği zaman onu kardeşlerine ikram eder, yani insanları kendisine tercih eder.
Ebu Hafs hazretleri ise şöyle buyurur: “Kulu Mevlâ’sına götüren en iyi vasıta, bütün hallerinde O’na ihtiyacı olduğunu bilmesi, bütün fiillerinde Sünnet’e bağlı kalması ve rızkını helal yoldan aramasıdır.”
Sûfîler, sahip oldukları her şeyin Allah’ın bir lütfu olduğunun farkındadır ve bu sebeple sürekli hamd ve şükür halindedir. Varlıktan dolayı şımarmaz, yokluktan dolayı da utanmazlar. Her durumda Allah Teâlâ’dan razı, her hareketleri Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’ye uygundur.
Ebu Said Ebu’l-Hayr hazretleri, “Fakr, Allah ile ganî (zengin) olmaktır” buyurarak kulun her halini Rabbi’ne arz etmesi ve kullara değil O’na güvenmesi gerektiğini söyler.
Kalben mâsivâyı terk etme, sebepleri yaratanın Allah Teâlâ olduğunu bilerek bütün ihtiyaçlarını yalnız O’na açma ve yaratılmışlardan bir şey beklememe hali olan fakr, tasavvuftaki “fenâ” hali ile ilgilidir. Kişi ne kadar fakr haline ulaşırsa o nispette fenâ makamına geçiş yapabilir.
Fakr haline ulaşan kişi aslında en zengin kişidir. Çünkü “Mutlak Zengin” olan Allah Teâlâ’nın sevgisini ve yakınlığını kazanmıştır.
Kısaca fakr, bir mülke sahip olmamak değil, sahip olunan dünya metaına sahiplik hissi taşımamak ve esir olmamaktır. O halde hakiki hürriyete ermiş kişiler ancak fakr ehli olanlardır.