Bu Mızrak Bu Çuvala Sığar mı?
7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail topraklarına yönelik gerçekleştirdiği roket saldırılarıyla başlayan kriz, gelinen noktada insanlık tarihinin utanç tablolarından birine dönüştü. İsrail, çoğunluğu kadın ve çocuk, on binlerce insanı katletti, katletmeye devam ediyor. Füzelerle saldırıyor; yetmiyor, son teknoloji silahlarla donattığı askerlerle saldırıyor; yetmiyor, Avrupa’dan getirttiği paralı askerlerle saldırıyor! Netanyahu, kendisinden önce başbakanlık yapmış ve “kasap” lakabıyla nam salmış Ariel Şaron gibi isimleri bile gölgede bırakıyor. Vaziyet öyle bir hal aldı ki, İsrailli Siyonist bazı siyasetçiler bile yeter artık demeye başladı. Ama Netanyahu, Gazze’de yönetebileceği bir siyasî atmosfer oluşturana dek durmayacak. Bunun için de Gazze’den Hamas’ı ve İsrail’e karşı gelebilecek sivilleri tamamen ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Tel Aviv yönetimi faili olduğu insanlık dramının 7 Ekim’deki saldırıları bahane ederek meşru olduğunu iddia ediyor. Katliama sessiz kalan hatta destek veren sözde büyük devletlerin arkasına sığındığı gerekçe de bu maalesef. İsrail, Gazze’ye saldırmak için herhangi bir bahaneye ihtiyaç duymadı bugüne kadar. Ama 7 Ekim’de olanlar, tıpkı 11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’de yaşananların gerekçe gösterildiği gibi İsrail ve destekçilerine bahane oldu. Netanyahu, bir de dünyanın gözlerinin içine bakarak İsrail ordusunun ne kadar ahlâklı olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Birileri bu yalanlara, yalan olduğu gün gibi ortadayken inanabilir. Kamuoyunu da bu şekilde yönlendirmeye çalışabilir. Ancak, yüreğinde merhametin ve vicdanın zerresini taşıyanlar İsrail askerlerinin vahşice soykırım yaptıklarını görüyor ve duyuyor. Açıkça ifade edelim ki bu mızrak bu çuvala sığmayacak. Ve Ortadoğu’ya İngilizler tarafından fitne tohumu olarak ekilen İsrail isimli devlet görünümlü terör örgütü, yaptıklarının hesabını tek tek ödeyecek.
Katliamın Diğer Ortağı:
Siyonist İsrail Halkı
Her milletin içerisinde iyiler ve kötüler var. Yekpare, iyi yahut kötü olarak tanımlayabileceğimiz bir topluluk yeryüzünde bulunmuyor. Dolayısıyla bireyleri değerlendirirken göz önünde bulundurduğumuz temel kriteri toplumlar için de göz önünde bulundurmalıyız: Bir topluluk içerisinde iyiler yoğunluktaysa, kötüler bir süre sonra onların arasında kaybolur. Kötüler yoğunluktaysa, iyileri de bir süre sonra maalesef kendilerine benzetir. Sayıları hayli sınırlı olmakla birlikte İsrail’de yaşayıp, vahşete tepki gösteren Yahudiler de var. Ancak ne yazık ki, uzaktan bakıldığında sivil gibi görünen kitleler, sokaklara çıkıp kafa kesme işareti yaparak “Müslümanlara ölüm” diye bağırabiliyorlar. Özel harp eğitimi sahalarında anaokulu çağındaki çocuklarının ellerine bomba ve otomatik tüfek vererek savaşa hazırlayan bu kitle, bugün Şifa Hastanesi’nin yeni doğan ünitesinde hayatta kalma mücadelesi veren bebekleri de düşman gibi görüyor.
İsrailli bazı gazeteciler her ne kadar durumun tam olarak böyle olmadığı yolunda propaganda yapmaya çalışsalar da, Siyonizm rüzgârı Tel Aviv’den Filistin topraklarına doğru oldukça sert esiyor. Ve Filistinli yazar Mahmud Derviş’in ifade ettiği gibi, savunulduğunun aksine, insanî ve medeni değerler üzerine inşa edilmeyen, aksine silahın ve şiddetin yolunu tercih eden Siyonizm, kendisi için doğru bulduğu şeyleri başkaları için sakıncalı olarak görüyor. Askerinden vatandaşına, siyasetçisinden bürokratına kadar tüm Siyonistler için böyle.
Anlatmaya çalıştığım şeyi az ve öz bir şekilde ifade eden, Necip Fazıl Kısakürek’e isnad edilen ancak ona ait olmayan bir söz var: “Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lânetlilerdir.” Siyonist Yahudiler, yumurtalarını pişirmek için belki de son kez dünyayı ateşe verdiler. Ama bu ateş önce onları yakacak.
Gazze İkinci Dubai Olur Mu?
Savaşlar, elbette yalnızca dinî sâiklerle olmuyor. Bir yeri kuşatma ve ele geçirme, inanca dair nedenleri barındırdığı gibi stratejik ve ekonomik sebeplere de dayanıyor. Hatta din, çoğunlukla çıkar hesaplarının maskesi olarak kullanılıyor. İsrail’in 19. yüzyılın sonlarında Filistin topraklarına gelmesi, İngilizlerin gölgesinde yavaş yavaş buraya yerleşmesi ve 1948’de resmen kuruluşu, Yahudiler için bazı dinî anlamlar taşısa da İngiltere ve sonrasında ABD için başka manalar ifade ediyor. Keza bugün Filistin topraklarının kalan kısmının işgali, İsrail için yapbozun eksik kalan kısımlarının tamamlanması demek. Ancak bununla birlikte, asıl gerekçenin Gazze’nin bulunduğu coğrafyanın önemi olduğunu söylememiz gerekiyor. Enerjinin uluslararası ilişkilerde önemli bir yer işgal ettiği bu dönemde Gazze Şeridi kıyısından otuz kilometre açıkta bulunan iki doğalgaz rezervi İsrail’in iştahını kabartıyor. 1999’da İngiliz gaz şirketine bölgeyi araştırmaları için izin verildiğinde keşfedilen bu rezervlerin hacminin 38 milyar metreküp olduğu iddia ediliyor.
Keza, Akdeniz sahilinde bulunan ve turizm açısından ikinci bir Dubai potansiyeline sahip Gazze’nin, İsrail için farklı bir gelir kapısı olması planlanıyor. Tel Aviv yönetimiyle mücadele etmeyecek, karşı karşıya gelmeyecek bir siyasî irade, İsrail’in bölgedeki planlarını hayata geçirmesi için farklı fırsatlar oluşturacak. İşte, karşımızda böylesine gözü dönmüş bir zihniyet var. Bu zihniyet, ikiyüzlü yaklaşımla kirli emellerine ulaşmak için kan dökmeyi meslek haline getirmiş durumda. Üstelik bebek kanı.
Başkasının yurdunu tamamen kendi çıkarlarına uygun hale getirebilmek için gözü dönen sapkın kitleler, inşallah emellerine ulaşamayacak. Gazze’den yeni bir Dubai çıkarmak isteyen Siyonistlerin emelleri boşa çıkacak. Çünkü artık dünya halklarının önemli bir kısmı İsrail devletinden nefret ediyor. Bu nefret dalga dalga büyüyerek Siyonizm denen illeti dünyanın kalbinden söküp atacak.
İkinci “One Minute” Vakası
Tarih 29 Ocak 2009. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İsviçre’nin Davos şehrinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu Paneli’ne konuşmacı olarak davet edilmişti. Konuklardan biri de İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’ti. Panelin moderatörü David Ignatius, Başbakan Erdoğan’ın İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarını dünyanın önünde Peres’in yüzüne karşı haykırmaya başladığında araya girmiş ve Başbakan Erdoğan’ı susturmaya çalışmıştı. Yapılana çok sinirlenen Erdoğan, Ignatius’a sert çıkarak “One minute!” demiş, Peres’e de yarım kalan ifadelerini söyledikten sonra Davos’a bir daha gelmeyeceğini ifade ederek toplantıyı terk etmişti. İsrail, belki de ilk defa hakikatlerle yüzleşmek zorunda kaldığı için uluslararası kamuoyunun önünde rezil olmuştu. Ve bu çıkış yenilemez, karşısında durulamaz zannedilen İsrail için tokat etkisi yapmıştı. O günden sonra Türkiye-İsrail ilişkilerinde dalgalanma yaşansa da Başbakan Erdoğan, İslâm coğrafyasında kahraman haline gelmişti.
Geçen ay, bu olaya çok benzeyen başka bir gelişme yaşandı. Almanya’ya ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırımı Almanya başbakanının yanında Almanların yüzüne haykırdı. “Bizim İsrail’e borcumuz yok. Borçlu olsak bu kadar rahat konuşamayız ama borçlu olanlar rahat konuşamıyor. Biz holokost (soykırım) cenderesinden geçmedik. Öyle bir durumumuz da yok.” ifadelerini kullanan Erdoğan, Türkiye’nin Almanya’dan Eurofighter savaş uçağı almak istediğini hatırlatan gazeteciye de; “Dünyada savaş uçaklarını üreten sadece Almanya mı? Birçok yerden bunların çalışmasını yaparız, temin ederiz.” diyerek Avrupa’ya meydan okudu.
“Her Firavun’un bir Musa’sı vardır” derler. Türkiye, beş asır önce olduğu gibi bir talimatla yüz yıl devam edecek bir süreci başlatamıyor belki. Birilerinin beklediği gibi ordularını İsrail’e gönderip mazlumların imdadına da yetişemiyor. Ama şimdilerde yaşananlar, beklenenin çok da uzakta olmadığına işaret ediyor. İnşallah o günleri hep birlikte göreceğiz.
Son Ümit Evanjelikler
İsrail bir yandan vahşice masum sivillere saldırmaya devam ederken, diğer taraftan uluslararası kamuoyunda kulis faaliyetlerini de sürdürüyor. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ekseninde yapılan çalışmalar, Yahudi lobisinin desteğiyle karşılık buluyor. Amerikalı siyasetçiler her ortamda İsrail’in haklı olduğu tezini 7 Ekim operasyonlarını öne sürerek ortaya koyuyor. Kendisi de Yahudi olan Amerikan Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ortadoğu seyahatinde ilk olarak İsrail’e gitmiş ve Yahudi olduğunun altını çizen bir açıklama yapmıştı. Ardından da Ürdün’de İsrail’e komşu ülkelerin dışişleri bakanlarıyla buluşarak Filistin’e yardım etmemeleri hususunda telkinde bulunmuştu. Türkiye’ye de geldi Blinken. Ama Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, kendisine olması gerektiği gibi davranarak, Türkiye’nin iki devletli çözüm önerisini ona da deklare ettirdi.
İsrail Başbakanı Netanyahu da, Amerikalı ve Avrupalı liderlere temas ederek, İslâm ülkelerinin devlet başkanlarını ise tehdit ederek katliama kılıf uydurmaya çalışıyor. Tehdit edemediği, açıklamalarından da hayli rahatsız olduğu bir lider var: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Hamas’ın terör örgütü olduğu argümanını zinhar reddeden ve “topraklarını korumaya çalışan bir kurtuluş ve mücahitler grubu” olarak tanımlayan Erdoğan, İsrail’i de terör devleti olarak tanımlamıştı. Bu açıklamaları içine sindiremeyen Netanyahu, Erdoğan’a cevap verdi. Bununla da yetinmeyerek İsrail’i ziyarete gelen Evanjelik Rahip Franklin Graham’a şikâyet etti.
Evanjeliklerin Amerika’daki gücü malum. Ama ne olursa olsun, hırsızın haklıyı ayyaşa şikâyet etmesi, ancak mizah malzemesi olabilir. Türkiye bir dip dalga oluşturdu. Gazzeliler şehadet aşkıyla direnerek dünya halklarını harekete geçirdi. İlerleyen günler İsrail, Amerika, Amerika’yı yönettiğini iddia eden Yahudi lobisi ve Evanjelikler için hüsranla sonuçlanacak.