Aramak

Güldeste

‘Gözümün Nuru Namaz’ 

17. yüzyılın Nakşibendî mürşidlerinden İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhû Mektûbât’ında şöyle der: 

Aziz kardeşim! Şunu bilesin ki, namaz İslâm’ın ikinci rüknü olup, bütün ibadetleri içinde toplayan bir ibadettir. Her ne kadar tek bir ibadet ise de bu toplayıcılık vasfı sebebiyle namaza ibadetleri toplayıcılık hükmü verilmiştir. Bu yüzden de Hak Teâlâ’ya yaklaştıran bütün ibadetlerin üstünde bir yeri vardır.

Miraç gecesi cennette Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme bahşedilen rü’yet nimeti, dünyaya indikten sonra dünyanın haline uygun olarak namazda gerçekleşmiştir. Bu sebepledir ki O şöyle buyurmuştur: “Namaz müminin miracıdır.” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1/497; Süyûtî, Şerhu Sünen-i İbn Mâce, 1/313)

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur:
“Kulun Rabbi’ne en yakın bulunduğu an (namazda) secdede olduğu andır.” (Müslim, Salât, 42; Ebû Davud, nr. 875; Tirmizî, nr. 3579)

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme gerçek anlamıyla tâbi olan büyükler de namazdayken bu dünyada rü’yet nimetinden bolca nasiplenirler. Rü’yete elverişli olmadığı için bu dünyada mümkün olmasa da rü’yetten nasiplenmeleri mümkün olmaktadır.

Eğer Allah Sübhânehû namazı emretmeseydi maksudun yüzündeki perdeyi kim kaldırırdı! Maksuda ulaşma konusunda sâlike kim rehberlik ederdi! Namaz, kederlilere lezzet bahşeder, uzaklık ve ayrılık acısı sebebiyle hasta olanlara rahatlık verir. Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin namaz için ezan okunmasını istemek maksadıyla şöyle buyurması bu manaya işaret etmektedir: “Ey Bilal, beni rahatlat…” (Ebû Davud, nr. 4985; Ahmed, el-Müsned, 5/364)

Şu hadis-i şerif de bu temenniye delalet eder: “Namaz gözümün nuru kılındı.” (Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 1; Ahmed, el-Müsned, 3/128)

Namaz dışında ve namazın hakikatinin bilincinden uzak gerçekleşen zevkler, vecdler, ilimler, haller, makamlar, nurlar, renkler, telvînler, temkinler, vasıflanabilen ve vasıflanamayan tecelliler, zuhurât… Bunların hepsi birtakım gölgeler ve misallerdir. Hatta hayal ve vehim ürünüdür. 

Namazın hakikatinin bilincinde olarak namaza duran kişi ise namaz esnasında sanki bu dünyadan çıkıp âhiret âlemine intikal eder. Şüphesiz o kişi bu esnada âhirete ait o büyük nimetten bolca nasiplenir. Gölgelik şaibesinden uzak olarak asıldan pay alır. Çünkü dünya hayatı gölge gibi üstünlüklerle sınırlıdır. Gölge olmanın ötesindeki muamele ise âhirete aittir. O halde gölgelikten değil, asıldan nasiplenmek için miraç mutlaka gerekmektedir ki, o da müminlerin namazıdır.

Bu bahtiyarlık bu ümmete mahsustur. Peygamberlerine tâbi olmaları sebebiyle bu nimetle şereflenmiş ve saadete ulaşmışlardır. Çünkü o Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Miraç gecesi dünyadan çıkıp âhiret âlemine geçmiş ve cennete girmiştir. 

Allahım! O büyük Peygamber’i ve ehlini mükâfatlandır. Bir peygamberi ümmeti adına mükâfatlandırdığın şeyin en hayırlısıyla onu ve ehlini bizden yana mükâfatlandır. Bütün peygamberleri de mükâfatlandır. Çünkü onlar insanları Hak Sübhânehû’ya çağırmış, O’na ulaştıran yolu göstermişlerdir.

Namazın hakikatine eremeyenler ve namaza özel üstünlükleri bilmeyenler, hastalıklarının çaresini başka yerlerde aramakta ve maksatlarına ulaşmak için farklı şeylere sarılmaktadır. Hatta bazıları namazın halden uzak olduğunu ileri sürdüler. Namazı uzaklaşma ve ayrılma olarak gördüler ve benzeri imkânsız durumlar iddia ettiler.

Değerli kardeşim! Bugün bu sözler insanların çoğuna ağır gelebilir. Onlar bu sözleri anlamaktan uzaktırlar. Ancak insaflı davranıp da bilgileri karşılaştırsa idiler, şer‘î ilimlere uygunluğu bakımından sözlerin sıhhatini ve zayıflığını araştırsaydılar ve şeriatın hangisini daha fazla yücelttiğini görseydiler belki de bu zorluktan kurtulurlardı.

Görmezler mi ki bu fakir, kitaplarında ve risalelerinde tarikat ve hakikatin şeriatın hizmetçisi olduğunu, Peygamber’in kendi velâyeti de olsa nübüvvetin velâyetten üstün olduğunu söylüyor. Peygamberliğin kemâlâtının yanında velâyetin kemâlâtının tartıya gelir bir tarafının olmadığını -keşke okyanusa nisbetle bir damla suyun hükmü kadar hükmü olsaydı- yazıp duruyor.

Bu sözlerden maksat, Hak Sübhânehû’nun nimetini göstermek ve bu tarikatın tâliplilerini teşvik etmektir. Yoksa kendimi başkalarından üstün tutmak değildir.

Bu mektubu değerlendirdikten sonra şayet sizde namazın sırlarını öğrenme şevki ve bazı üstün vasıflarına ulaşma arzusu uyanırsa ve bu arzu sizi rahatsız edecek kadar çoğalırsa, istihareler yaptıktan sonra bu taraflara gelirsiniz. Ömrünüzün bir parçasını da namazın sırlarını öğrenmek için harcamış olursunuz.

Allah Sübhânehû doğru yola ulaştırandır.

Selam olsun hidayete tâbi olanlara, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi veselleme sımsıkı sarılanlara. Hem O’na hem de âline salât ve selam olsun.


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy