Aramak

Hikmet

12. yüzyılın meşhur sûfî âlimi İmam Gazâlî rahimehullah
Kimyâ-yı Saâdet” adlı eserinde şöyle der: 

Tevbe sabırsız olmaz. Hatta hiçbir ibadeti yapmak ve hiçbir günahtan el çekmek, sabırsız mümkün olmaz. Bunun için Allah Resûlü sallallahu aleyhi veselleme imanın ne olduğu sorulunca; “Sabır ve müsamahadır” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuâbü’l-İmân, nr. 9711, 9712; Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, nr. 1854). Yine buyurmuştur ki: “Sabır imanın yarısıdır.” (Beyhakî, Şuâbü’l-İmân, nr. 9515-9717; ez-Zühdü’l-Kebîr, nr. 984)

Sabrın fazilet ve üstünlüğü sebebiyle Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ yetmişten fazla yerde onu zikreder ve her yüksek dereceyi sabra dayandırır. Hatta din yolunda önder olmayı da sabra havale ederek; “Onlardan bazılarını, sabrettiklerinde emrimizle doğru yolu gösteren rehberler yaptık.” (Secde 24) buyurmuştur. Yine nihayetsiz sevapları sabra havale edip buyurur ki: “Sadece sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenir.” (Zümer 10)

Allah Teâlâ sabredenlerin dışında hiç kimsede mağfiret, rahmet ve hidayetin üçünü bir arada toplamamıştır. Buyurmuştur ki: “Onlar için Rablerinden mağfiretler ve rahmet vardır; onlar gerçekten hidayete ulaşmış (doğru yolu bulmuş) kimselerdir.” (Bakara 157)

Sabır insana ait bir özelliktir. Hayvanların sabrı yoktur, onlar pek çok bakımdan eksiktir. Meleklerin ise sabra ihtiyacı yoktur; onlar da kâmildir ve nefsaniyetten temizdir. O halde bütün hayvanlar içgüdülerine uyar, başka istekleri yoktur. Melekler de Allah Teâlâ’nın aşkına dalmışlardır. Onları aşktan alıkoyan bir şey yoktur ki, onu engellemek için sabra muhtaç olsunlar. 

İnsan ise başlangıçta hayvanların sıfatı üzere yaratılmıştır. Çünkü ona yiyecek, giyecek, süs, oyun ve eğlence hırsı musallat edilmiştir. Sonra bulûğ çağında onda meleklerin nurundan bir nur meydana gelir. O nurla işlerin nereye vardığını görür. Hatta onun için iki melek görevlendirilir. Hayvanlar ise bundan mahrumdur. Bu meleklerden biri insana yol gösterir. Şöyle ki: 

O meleğin nurlarından bir nur insana geçer. Bu nurla işlerin sonucunu anlayıp her işin doğru yanını görür. Böylece kendi zâtını öğrenir, Cenâb-ı Hakk’ı tanır ve nefsin bütün isteklerinin başının tatlı, ama sonunun da acı ve felaket olduğunu anlar. Yine rahatının ve huzurunun çabucak geçeceğini, geride sıkıntı ve azap kalacağını kavrar. Bu hidayettir ve hayvanlara nasip olmaz. 

Fakat yine de bu hidayet tek başına yeterli değildir. Çünkü kişi zararda olduğunu bilip, bunu giderecek kudrete sahip değilse hidayetin ne faydası olur? Hasta da hastalığın zararlı olduğunu bilir, ancak onu gideremez. İşte bunun için Allah Teâlâ diğer meleği de ona destek olması için görevlendirir. Böylece insan zararlı şeylerden el çekebilir ve nefsin aşırı istekleri harekete geçince, onların gelecekteki zararlarından kurtulmak için nefse karşı koyma isteği de harekete geçer. Şehvetler şeytanın askeri olduğu gibi, karşı koyma arzusu da meleklerin askeridir. Biz bu nefse direnme isteğine ve kuvvetine “dinî sebep” diyoruz. Şehvet kuvvetine de “hevâ” diyoruz.

O halde bu iki asker arasında daima savaş ve muhalefet vardır. Birinin yap dediğine diğeri yapma der. İnsan da bu kuvvet arasında kalır. Eğer dinî kuvvet hevâya karşı koymaya ısrar ederse onun bu ısrarına “sabır” denir. Şayet hevâ isteğini yenip uzaklaştırırsa buna “zafer” denir. Birbirleriyle kavga ve mücadele ettikleri müddetçe, buna “nefs cihadı” denir. 

O halde sabrın manası, dinî kuvvetin hevâ karşısında direnmesidir. Bu iki askerin birbirlerine muhalefet etmediği yerde sabır olmaz. Meleklerin sabra ihtiyaçlarının olmaması, çocuklarda ve hayvanlarda sabır kuvvetinin bulunmaması bundandır.


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy