Ebû Leheb, Allah Resûlü’ne karşı her zaman düşmanlarıyla hareket etmiş, hem kendisi hem de karısı Ümmü Cemîl, O’na eziyet etmişlerdir. İşte bu eziyetler üzerine Tebbet suresi nâzil olmuştur. Sure şu mealdeki ayet-i celîle ile başlar:
Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.”
Tebbet suresi, ‘Mesed suresi’ diye de bilinir. Mushaftaki sıralamada yüz on birinci, iniş sırasına göre altıncı suredir. Mekke döneminde Fâtiha suresinden sonra, Tekvîr suresinden önce nâzil olmuştur. Beş ayettir.
Tebbet suresinin kendisinden önceki Nasr sure-i celîlesi ile bağlantısı vardır. Şöyle ki: Cenâb-ı Mevlâ Nasr suresinde günahlarından ve kusurlarından dolayı tevbe edenlerin tevbesini kabul edeceğini bildirmiştir. Bu müjde günahlarından pişman olanlar içindir; Ebû Leheb gibi inat ve ısrar edenler için değil. Onun için bitmeyecek bir azap hazırlanmıştır. Cenâb-ı Hak bu durumu açıklayarak şöyle buyurmuştur: “Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.”
Peygamber düşmanlığıyla geçen hayat
Ebû Leheb, Abdülmuttalib’in oğlu ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin amcasıdır. Asıl adı Abdüluzza’dır ve parlak yüzlü olduğundan veya öfkelendiğinde yanakları kızardığı için babası ona “alev gibi, çok parlak” manasına gelen “Ebû Leheb” lakabını vermiştir.
Daha önce Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi çok sevdiği, hatta iki oğlunu onun kızlarıyla evlendirdiği halde peygamber olduktan sonra O’nun azılı düşmanı olmuştur.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem herkesin Allah katında eşit olduğunu; insanların sadece dinî ve ahlâkî faziletine göre değerlendirilebileceğini söylüyordu. Ebû Leheb ise zengin, kibirli, gururlu biriydi. Fakir ve zayıf insanların kendisiyle eşit sayılmasını kabullenemiyordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem panayırda dolaşarak insanları Allah Teâlâ’nın dinine davet ettiği sırada Ebû Leheb de arkasından gider ve oradakilere O’nun sözlerini yalanlardı. Sihirbaz ve yalancı olduğunu, kavmini birbirine düşürdüğünü, bu yüzden sözlerine itibar edilmemesi gerektiğini söylerdi.
Ebû Leheb, Allah Resûlü’ne karşı her zaman düşmanlarıyla hareket etmiş, hem kendisi hem de karısı Ümmü Cemîl, O’na eziyet etmişlerdir. İşte bu eziyetler üzerine Tebbet sûresi nâzil olmuştur.
Ayet-i celîlenin tahakkuku
Nüzûl sırası dikkate alındığında ilk defa bu ayetlerle bir müşrikin ismen zikredilerek karısıyla birlikte tehdit edildiği görülür. Hatta Rûhu’l-Beyân tefsirinde şöyle denilir:
“Kur’an-ı Kerim’de Ebû Leheb künyesinden başka hiçbir künye yoktur. Onun Abdüluzza olan ismi zikredilmemiştir. Çünkü Uzza put ismiydi. Ve bir put ismine izafeten isim koymak, kullanmak haramdır.”
Tebbet suresinin nâzil olması üzerine Ebû Leheb’in oğulları babalarının emriyle Hz. Peygamber’in iki kızını boşadılar.
Ebû Leheb, müşrikler safında Bedir Savaşı’na bizzat katılamamıştı. Maddî yardımda bulunarak Ebû Cehil’in kardeşi Âs b. Hişam’ı kendi yerine göndermişti. Kendisi çiçek hastalığına benzer bir hastalığa tutulmuş, Kureyş’in yenildiğini haber alınca savaştan yedi gün sonra kahrından ölmüştü.
Âlûsî ve diğer müfessirlerin naklettiğine göre Kureyşliler Ebû Leheb’in tutulduğu “adese” denilen hastalıktan vebadan sakındıkları gibi sakındıkları için ailesinden dahi kimse yanına yaklaşmamıştır. Bu yüzden ölüsü üç gün evde kalıp kokmuştu. Nihayet utandıkları için Sudanlılardan birkaç kişiyi ücret karşılığı tutarak gömdürmüşlerdi. Bir rivayete göre bir çukur kazıp sopalarla içine itmişler ve örtünceye kadar da üzerine taş atmışlardı. Başka bir rivayete göre de çukur kazmayıp bir duvarın dibine koymuşlar ve sonra da üzeri örtülünceye kadar taş atmışlardı.
Demek ki hadise, Kur’an’ın on beş sene önceden haber verdiği gibi cereyan etmişti. Ancak durum sadece bundan ibaret değildi. Ebû Leheb dünyada maksadına ulaşamadığı gibi âhirette de hem cismânî hem de ruhânî bir azaba uğrayarak helâk olmuştu.
Ebû Leheb’in kızı Dürre Müslüman olarak Medine’ye hicret etmiş, oğulları Utbe ile Muttalib Mekke’nin fethinden sonra İslâm’ı kabul etmişlerdir.
Nüzûl sebebi
Sure-i celîlenin sebeb-i nüzûlü şöyledir:
Rivayete göre; “En yakın akrabanı uyar.” (Şuarâ, 214) ayet-i kerimesi inince Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem Safâ Tepesi’ne çıktı, akrabalarını topladı ve onları şöyle uyardı:
– Ey Muttaliboğulları! Ey Fihroğulları! Size ‘şu dağın eteğinde süvariler var’ desem bana inanır mısınız?
– Evet, dediler.
– Şu dağın eteğinde baskın yapıp sizi öldürmek, malınızı yağmalamak için hazır bekleyen bir topluluk olduğunu haber versem beni tasdik eder misiniz, etmez misiniz, buyurdu.
– Neden tasdik etmeyelim, dediler; sen daha önce hiç yalan söylemedin.
Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem;
– O halde ben kıyametten önce size gönderilmiş bir uyarıcıyım, buyurdu.
Bunun üzerine amcası Ebû Leheb:
– “Tebben lek!” (Helâk olasın!) Bizi bunun için mi davet ettin, dedi.
Allah Resûlü’ne atmak üzere yerden bir taş aldı. Ancak Allah Teâlâ ona mani oldu ve atamadı.
Ebû Leheb böyle yaparak Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin kalbini rencide edince Cenâb-ı Hak O’nu teselli için şu mealdeki ayetleri indirdi:
“Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir iple karısı da ateşe girecek.” (Buhârî, Tefsir 111/1,2; Tirmizî, Tefsir,111/1)
Ebû Leheb’in sevmediği ismi
Ayet-i celîlenin Arapça orijinalinde geçen “Tebbet” ifadesi “helâk olsun, kurusun” manasında bedduadır. Ebû Leheb hakkında inmiştir. Çünkü o eziyet vermek amacıyla Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin yoluna gizlice dikenler koymuş, karısı da yardım etmişti.
Burada Ebû Leheb’in eli zikredilmişse de kastedilen Ebû Leheb’in kendisidir. O, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin amcası olmasına rağmen O’na en çok düşmanlık edenlerdendi. Çok eziyetler etmiş, rencide edecek çok ağır sözler söylemiştir.
Leheb isminde oğlu olmadığı halde kendisi cehennemlik olduğuna işaret için “Ebû Leheb: Cehennem ateşinin babası” diye çağrılmıştır. Bazı rivayetlere göre Abdüluzza ve Ebû Leheb gibi birçok ismi varsa da bunlardan Ebû Leheb ismiyle çağrılmayı hiç sevmezmiş. Ancak Resûlullah’a reva gördüğü ezaya karşılık Cenâb-ı Hak onu sevmediği bu isimle zikretmiştir. Böylece Ebû Leheb âhirette azaba düçar olacağı gibi dünyada da sevmediği ismiyle anılacak ve acı çekecektir. Gerçekten de Kur’ân-ı Kerîm’de isminin böyle zikredilmesi onu çok kırmıştır.
Resûlullah sallalahu aleyhi vesellemin gerektiğinde amcasını bile sevmediği ismiyle zikretmesi O’nun din işlerinde kimseye ayrıcalık tanımadığının, müsamaha göstermediğinin bir delilidir. Eğer müsamaha göstermiş olsaydı amcasına gösterirdi. Bu da dine dair işlerde hiç kimse için iltimasın, adam kayırmanın caiz olmadığına delildir.
Ayet-i celîledeki nükteler
Ayet-i celîlede mealen “Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da” şeklinde buyrulmaktadır. Bu hitap şeklinde bazı nükteler vardır.
Burada ayet-i celîle Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme; “De ki: Eli kurusun!” şeklinde inmemiştir. Bunun sebebi, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kendi sözleriyle amcasına karşı hakaret etmiş ve ağır konuşmuş olmasın diyedir. Amcası ona düşmanlık ve hakaret etse bile. Ayrıca Peygamberimiz âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir; yüce bir ahlâk üzeredir. Bu sebeple O’nun yerine Ebû Leheb’e Cenâb-ı Hak cevap vermiş, bizzat kendisi böyle hitap etmiştir.
“Eli kurusun” ferman-ı ilâhîsi mecazî bir ifadedir. Ebû Leheb iflâs etsin, elinde avucunda bir şey kalmasın, tutacağını tutamasın, her tuttuğu boşa çıksın ve helâk olsun anlamlarında bir bedduadır.
Ayet-i celîlede ikinci kez zikredilen “kurudu” ifadesi tekrar gibi görünse de hakikatte tekrar yoktur. Çünkü ilk zikredilen dua, ikincisi haberdir. Bu bedduanın, yani helâkin muhakkak gerçekleşeceğini haber vermektedir. Buna göre mana şöyle olur: “Ebû Leheb helâk olsun ve helâk oldu.” Yani “dua kabul olundu” demektir. Ya da ilkiyle kastedilen kendisi ikinciyle kastedilen amelinin helâk olmasıdır. Bu durumda mana şöyle olur:
“Ebû Leheb, Resûlullah hakkında çok hileler planladı. Birçok kötülük için çalıştı ama hiçbirine muvaffak olamadı ve bütün amelleri boşa gitti. Nihayetinde nasipsizlik ve hüsranla zarar içinde kaldı.”
Bir başka manaya göre Ebû Leheb’in dünyasının ve âhiretinin harap olduğuna işaret için ellerinin helâk olduğu beyan olunmuştur. Yahut elinin biri menfaati elde etmeye, diğeri de zararı def etmeye işaret ettiği ve bir şey yapamayarak helâk olduğu manası da anlaşılabilir. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme iman etmediğinden menfaat elde edemediği gibi âhiret azabından kurtulamaması yönüyle zararı da giderememiştir. Böylece Ebû Leheb’in elleri bütün hayırdan mahrum olmuş, yani kurumuştur.
Kur’an’da adı geçen tek müşrik
Peygamber’e düşmanlıkta ileri giden ve İslâm’ın yayılmasına engel olmak için her türlü fitne ateşini alevlendirmeye çalışan Ebû Cehil ve benzeri azgın kâfirlerin küfür ve taşkınlıkları Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılmış, fakat hiçbirinin adı açıkça zikredilmemiştir. Buna rağmen Ebû Leheb’in ismine özellikle yer verilmesi, üstelik bu surenin müminlerin zaferini konu edinen Nasr suresiyle tevhidi konu edinen İhlâs suresi arasında bulunmasının bazı hikmetleri vardır.
Birincisi: Ebû Leheb’e, “Ey suçlular! Bugün müminlerden ayrılın.” (Yâsin 59) ayetinin ifade ettiği anlam üzere şer tarafında bir üstünlük verilmektedir. Onun, Peygamber düşmanları arasında dikkate değer bir ayrıcalığa sahip olduğuna işaret eder. Çünkü Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin baba bir amcası olması sebebiyle özel bir şerefi vardı.
Fakat o bu şeref ve nimetin değerini bilmedi ve O’na yardım edeceği yerde aksine engel olmak için düşmanların önde gelenlerinden oldu. İşte bu yüzden Allah Teâlâ onun, İslâm düşmanlarının hepsinden daha fazla teessüfe layık olduğunu bildirmiş, Peygamber’inin şanını yüceltmiştir.
İkinci hikmet ise şudur: “Ebû Leheb” şahsı gösteren bir künye olmakla beraber sözlük anlamı “Alev Babası” demektir. Yani Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme karşı ateş püsküren ve cehennemi hak eden kâfirlerin hepsinin temsilcisi gibidir. Onun helâki hepsinin helâkine misal yapılmıştır. Yani maksat sadece Ebû Leheb’in şahsını belirtmek değildir. Onun vasfına ve bu vasıfta ona benzeyenlerin hallerine de işaret edilmiştir.
Yukarıda da zikredildiği üzere “ateş gibi” manasına gelen Ebû Leheb (Alev Babası) künyesi ona başlangıçta övgü manası düşünülerek verilmiştir. Ancak en şiddetli ateşin cehennem ateşi olması dolayısıyla Ebû Leheb ismi, kendisini ateşe sürükleyen “cehennemlik” unvanına dönüştürülmüş, fiil ve hareketleri itibarıyla da “cehennemin babası” olarak anılmıştır.
Ayet-i kerîmede bu nüktenin kastedildiğine özellikle “(O) alevli bir ateşe girecektir” ayetiyle işaret edilmiştir. Yani Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin amcası olmak gibi yüksek bir yakınlığa, soy ve şerefe sahip olduğu halde iman etmeyip düşmanlık ve küfürde ısrar ettiğinden dolayı helâk oldu. Soy ve şeref Ebû Leheb’i kurtarmazsa Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme buğz edip tevbe etmeyen diğer insanların ne kadar bedbaht olacakları ibret nazarıyla düşünülmelidir.
Ebû Leheb’in eli kurudu, kendisi helâk oldu, asırlar boyu Kur’ân-ı Kerîm’de çirkin halinin anlatılmasıyla şerrin sembol ismi olarak anıldı. Her kim Allah Resûlü’nün getirmiş olduğu hükümleri inkâr ederse Ebû Leheb’in yolundan gitmiş olur. Sonu da ona benzer. Böyle kimse dünyada Allah Teâlâ’dan kopma ateşine, âhirette de cehennem ateşine düşer. Allah muhafaza etsin.
Hak Sübhânehû ve Teâlâ en iyi bilendir.
Faydalanılan Kaynaklar
(Mukâtil b. Süleyman, et-Tefsîrü’l-Kebîr; İbni İshak, es-Sîre; Taberî, Câmiu’l-Beyân; Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân; Ebu’l-Leys Semerkandî, Tefsîru’l- Kur’an; İbn Fürek, el-İbâne an Turuki’l-Kâsidîn; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve; Abdulkerim el-Kuşeyrî, Letâifu’l-İşârât; Râğıb el-Isfahânî, Müfredât; Fahruddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr; Celâleddin es-Süyûtî, Esbâbü’n-Nüzûl; en-Nahcuvânî, el-Fevâtihu’l-İlâhiyye; Ebussuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm; İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân; Hasîrîzâde Elif Efendi, en-Nûru’l-Furkân; Konyalı Mehmed Vehbi, Hülâsatü’l-Beyân; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili; Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meal-i Âlîsi ve Tefsiri; Diyanet İslam Ansiklopedisi)