Aramak

Tevazu ile Yücelmek

Tevazu ile
Yücelmek

Nefsini bilen, haddini bilen, dolayısıyla Hakk’a boyun eğen kullarda kendini gösreten tevazu ahlâkı, hem Hakk’ın hem de halkın nezdinde sahibini yücelten bir haslettir.

İnsanoğlunun yaratılış gayesinin özünde kulluk vardır. Ne zaman ki insan bu gayeye uygun davranıp kulluğunu idrak eder, o zaman hem dünyası hem de âhireti mamur olur. 

Kulluk insanoğlunun yaratılış özelliğine yani fıtratına uygundur. Bir damlacık sudan yaratıldığını unutmayıp (Kıyâmet 37) Rabbi’nin azâmeti karşısında boynunu büken ve hayatını O’nun çizdiği sınırlara göre şekillendiren insan, nefs ve şeytana esir olmamış, kendisine hatta bütün dünyaya hâkim olmuş demektir. O artık selim akılla düşünen herkesin kabul edeceği, özlemini duyduğu bütün erdemlerin kendisinde toplandığı kişidir. Ahsen-i Takvîm sırrına mazhar olmuş, Muhammedî ahlâk ile donanmıştır.

Şüphesiz bütün faziletlerin, erdemlerin kaynağı Yüce Mevlâ’dır. Yani bütün güzellikler ve övgüye layık hasletler O’ndandır. O’nun lütfu ve ikramıdır. Bu lütufların üzerinde tezahür ettiği şahsiyet ise Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemdir. Zira O en yüce ahlâk üzere yaratılmış (Kalem 4), insanlığın önüne örnek ve model olarak konulmuştur. (Ahzâb 21)

Güzel ahlâkın unsurlarından biri de tevazudur. “Alçak gönüllü olmak” şeklinde tarif edilen tevazu, kendini başkalarından üstün görmemektir. Nefsini bilen, haddini bilen, dolayısıyla Hakk’a boyun eğen kullarda kendini gösteren tevazu ahlâkı, hem Hakk’ın hem de halkın nezdinde sahibini yücelten bir haslettir. 

Bu durumun zıddı olan kibir ise nefsini ve Rabbi’ni tanımamanın yol açtığı şeytanî bir tavırdır. Şeytanı boyun eğdirmeyen ve inkâra düşüren şey kibirden başkası değildir. Bundan dolayıdır ki kibirden korunanlar ve tevazu örtüsüne bürünenler şeytanın hilelerinin farkında olanlardır. Bu farkındalık da ancak Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin ve ashabının yoluna tâbi olup, vâris-i enbiyâ olan âlim ve ârif zatları takip etmekle elde edilir.

O’nun tevazu ahlâkı

Her hali bize örnek olan Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, insanların en mütevazı olanıydı. “Beni Rabbim terbiye etti, ne de güzel terbiye etti.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1/12) buyuran o kutlu elçi ve O’nun şahsında bütün müminler ayet-i kerime ile tevazuya şöyle davet edilmekte ve bu halleri şu ifadelerle övülmektedir:

“Sana tâbi olan müminlere kanatlarını indir (alçak gönüllü davran.)” (Şuarâ 215; Hicr 88)

“Allah’ın rahmetinden dolayı sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış; karar verince de Allah’a tevekkül et. Doğrusu Allah kendisine güvenip dayananları sever.” (Âl-i İmrân 159)

“Rahmân’ın kulları yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, ‘selâm’ der (geçer)ler.” (Furkan 63)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhunun rivayetiyle Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Sadaka vermekle mal eksilmez. Allah Teâlâ affeden kulunun değerini artırır. Allah rızası için alçak gönüllü olanı Allah yüceltir.” (Müslim, Birr 69)

Hz. Âişe radıyallahu anhâ validemize, “Allah Resûlü evinde ne yapardı?” diye sorulduğunda, “Ev işiyle uğraşır, namaz vakti gelince namaza giderdi.” diye haber vermektedir. (Buhârî, Ezan 44) 

Yine Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin terbiyesinde yetişen Enes radıyallahu anhu çocukların yanından geçerken onlara selam verirdi ve derdi ki: “Allah Resûlü de böyle yapardı.” (Müslim, Selâm 15)

İhtiyaçlarını karşılamak için ihtiyar kadınlarla ve fakirlerle birlikte yürümekten çekinmeyen Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Mekke’nin fethi gününde biat etmek için gelen ve huzura çıkınca titremeye başlayan adama: “Sakin ol, ben kral değilim. Ben Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” diyerek onu teskin etmiştir. (İbn Mâce, Et’ime 30) 

Sahabeden Ebû Rifâa radıyallahu anhunun başından geçen olay, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ashabına nasıl tevazu ile davrandığını göstermektedir. Ebû Rifâa radıyallahu anhu şöyle anlatır: 

“Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem müminlere bir şeyler anlatırken yanına vardım ve; “Ey Allah’ın Resûlü, dinini bilmeyen bir garip geldi. Sorup öğrenmek istiyor” dedim. Bana dönüp baktı, konuşmasını kesip yanıma geldi. Hemen O’na bir tabure getirdiler. Oturdu ve Allah Teâlâ’nın kendisine öğrettiği bazı şeyleri bana öğretmeye başladı. Sonra tekrar konuşmasına dönerek tamamladı.” (Müslim, Cuma 60)

Tevazu sahiplerinin halleri

Hakikatte mütevazı olmak, sadece görünüşte halim selim olmak değildir. Tevazu kalbin amelidir. Kalpte yerleşmiş bir ahlâktır. Takva ve Allah korkusunun düşünceye ve davranışlara yansımasıdır. Şayet kalp bu kıvamda olmazsa tevazu için yapılan hareketler yapmacık olur. Kişinin bilerek, isteyerek ve planlayarak mütevazı biri gibi görünmeye çalışması aslında kibirdir. Bu manada tevazu, zikir hali ile yani kalbin uyanık olmasıyla irtibatlıdır. Aynı zamanda tevazu, teslimiyet ve ihlâsın bir tezahürüdür. 

Kurban vazifesinden bahseden Hac sûresindeki ayet, Allah Teâlâ’ya teslim olan alçak gönüllü müminlerden bahsederken, devamındaki ayette ise tevazu sahiplerinin halleri şöyle sıralanır:

“Onlar, (Allah’a teslim olan o alçak gönüllüler) öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Başlarına gelen musibetlere sabrederler. Namazı dosdoğru kılar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda infak ederler.” (Hac 35)

Dünya hayatını, Resûl-i Kibriyâ sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in rehberliğinde tevazu ahlâkının gereğine göre ihya eden müminler için Mevlâmız âhiret hayatını şöyle müjdelemektedir:

“İşte âhiret yurdu. Biz onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. (En güzel) akıbet takva sahiplerinindir.” (Kasas 83)




Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy