Aramak

Bir Mektubu Bekler Gibi

Bir Mektubu Bekler Gibi

Lisedeydim... Yaşım gibi telaşlarımın da küçük olduğu o günlerden bir gün annem, bir grup güzel insanı misafir etti evimize. Öyle güzel insanlardı ki... Daha ilk gördüğümde yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissettim hepsiyle. Evimiz kırk yıldır evleriymiş gibi neşeyle ve bol muhabbetle içildi çaylar o gün. Ve ben, ilk o gün tanıştım Semerkand’la.

Bu ne güzel bir dergiydi böyle! Samimi, doyurucu, keyifli, sıcacık.  Her ay bekler olmuştum bu nadide misafirimizi artık. Dergi güzel olmasına güzeldi ama tek marifeti güzelliği değildi. Davetkârdı da. Yollara düşürdü beni. Tanıştırdı, buluşturdu. Sonra daha bir başka beklemeye başladım dergimi. Ondan gelen bir mektubu bekler gibi..

O dönemlerde kalemle iyiden iyiye haşır neşir olmaya başladığım için, bir yandan da önüne geçilemez bir yazma açlığı ile okuyordum her bir satırı. İlk önce mizah köşesinden başlardım. Vaktim yoksa bile alelacele o köşeyi muhakkak okurdum. Sanki ileride olup bitecekleri bilirmişim gibi. Sonra ayın konusunu, dünya gündemini, tarihe ışık tutan satırları yudum yudum içerdim. Bir gün ben de yazacağım böyle bir köşede, derdim. Okurların gönderdiği metinleri yayınlayan köşeye bir yazı bile göndermiştim hatta. Yazım sonraki ay yayınlanınca kendimi Nobel almış gibi hissettim, yalan yok. 

Yıllar geçti. Her ay okumayı beklediğim dergime, bu kez her ay yazmaya başladığım günler geldi. Okurlarımızla birlikte okuduk. Birlikte güldük. Birlikte kızdık. Birlikte hüzünlendik. Birbirini hiç görmeyen, belki çoğu hiç de göremeyecek olan kocaman bir aile olduk. Biz, birlikte çok güzel olduk. 

Bu vesile ile tüm çalışma arkadaşlarıma emekleri için hem bir yazar, hem de bir okur olarak teşekkür ediyorum. Ve siz kıymetli aile üyelerimize de selam ve muhabbetlerimi gönderiyorum.

Gamze Esra Gürler

Adresini Arayan Mektup

Yıl 1999, lise ikinci sınıftaydım. O yıllar küçük bir ilçede çalışıyor babam. Okuldan sonra gidecek başka bir yer olmadığından sık sık babamın iş yerine gider, orada zaman geçirirdim. 

Yine böyle bir gidişimde babamı elindeki bir dergiyi incelerken buldum. Derginin kapağında ufuktaki tepe üzerinde bulutlar içinde tek minareli bir cami ve ötesinde yine bulutlar adeta sonsuzluğa bir deniz gibi uzanıyordu. Semerkand’ın ilk sayısından bahsediyorum. Dergimizin ilk çiçeği. Mutluydu babam, sanki uzaklardaki bir dostundan mektup almış gibiydi. 

Sıkıntılı yıllardı. Adına “postmodern darbe” denilen, etkisinin bin yıl süreceği iddia edilen bir darbenin olanca ağırlığı vardı babamın üzerinde. Böyle boş iddialara yüzlerce yıllık irfan geleneğinin vakarıyla “her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası” der gibiydi Semerkand’ın ilk sayısı. 

Dergi o yıllar posta ile geliyordu, postanın durumu ise malum. Bekle ha bekle! Gelmek bilmeyen bir mektubu bekler gibi. Öncesinde pek çok farklı dergi girmişti evimize. Fakat Semerkand bambaşka duygularla beklenirdi. Hürmet ve hasretle okunurdu. Başyazı, Hâl Dili, Tavan Arası ve diğerleri yıllar içinde değişen kalemlerine rağmen daima aynı ruhu yansıtan yazılar. İnce elenip sık dokunduğu her halinden belli olan kıymetli bir emek. 

Yıllar içinde beraberinde çıkan kardeş dergilerle nice kıymetli dosyalar işledi Semerkand. Bünyesindeki yayınevleriyle nice kıymetli eserin basılmasına vesile oldu. Yıllar içinde giderek büyüyen tertemiz bir ilim pınarı. Derginin çıkmasına öncülük eden nesli pâk bir büyüğümüzün o yıllarda dediği gibi “okunsun diye” yola çıkan ve yoluna devam eden bir dergi. 

Dost meclislerinde “bu ay dergide şu konuyu okudum” diye başlayan sohbetlerin katığı idi Semerkand. “En azından başyazıyı oku” diyerek tembellik edenlerimize çıkışırdı büyüklerimiz. Dergileri genelde hoş ve faydalı vakit geçirmenin aracı olarak görmeme rağmen Semerkand’a pek bu gözle bakamadım. Çünkü birkaç okumadan sonra öyle gelişi güzel okunacak gibi değildi. Her okuduğumda kafama takılan bir meselenin cevabını bulduğumu görürdüm. Bunda bir olağanüstülük yoktu aslında. Biz ilimden, tefekkürden öyle uzaktık ki dergimiz bize her sayıda azar azar nasiplenmenin yolunu açıyordu. Elhak, hâlâ öyledir. 

Semerkand evimizin bereketi oldu bir zaman sonra. İkinci bir dergi olarak Semerkand Aile katıldı aramıza, başka nice güzellikler saçıldı. Bu sefer eşler arasında “dergide okumuştum” diye başladı cümleler. Aile olmanın ne demek olduğunu ve iyi bir aile olabilmenin de yine ve ancak ilimle olabileceğini anladık. “Aile Saadeti”miz bu dergiyle geldi diyebiliriz. 

Bir zaman sonra Mostar geldi. Etrafımızda yaşananları Müslümanca anlayabilmemiz için dün ile bugün arasında bir köprü oldu. Ve yeni fetihlere, keşiflere açılan bir pencere. Öyle ya, dünyayı tanımak gerekti. Gençlere dünyayı ve içindekileri kendi değerlerimiz ekseninde anlamanın imkânlarını sundu Mostar. 

Sonra Genç Okur ve değişen isimleriyle çocuk dergilerimiz. Fidanını sulamayan meyvesini yiyemez. Evlatlarımıza tertemiz bir pınar oldu bu dergiler. 

Hassasiyeti hususiyetinden gelen Semerkand ve kardeş dergileri gönlümüze, evimize, sohbet meclislerimize Buhara ve Semerkand’ın erenlerinin çağlar aşan nefeslerini, Rabbânî âlimlerin ilimlerini getiriyor, çeyrek asırlık yayın hayatıyla. 

Peki bize, yani bu kadar nimete erenlerin üzerine düşen ne? Elinize bir mektup verildiğini düşünün, muhatabına ulaştırmanız gerek. Elbette ulaştırmalıyız, değil mi? Bu mektubun muhataplarını önce dışarıda arıyorsak yanılıyoruz. Bu değerli mektubun ilk muhatabı kendimiziz. Evvela bize geldi. Önce biz açıp okumalıyız, düşünmeliyiz, anlamalıyız. Ancak o zaman bu başka muhataplarına ulaştırmak mümkün olur kanaatindeyim.

Hüseyin Hilmi ARSLAN

Kartvizit

Derginin ilk aylarından beri okuyuculara ulaştırılmasında gönüllü olarak hizmet ediyorum.

İnsanlara dergiden bahsettiğimizde bazıları bize “Semerkand takvimiyle bir bağlantınız var mı?” diyordu. Bazıları da “Sürekli Semerkand kanalını izliyorum” diyordu. Böyle hikâyeler çok. 

Bu hikâyeler bir tarafa, biz birilerine “Böyle güzel işler var, bu dergiler güzel insanlardan, Allah dostlarından bahsediyorlar” diye anlatamıyoruz. Kaç yıldır bu hizmete gönül verdik ama anlatamıyoruz. Şeriat, takvâ, tasavvuf olmazsa yaşamayacağımızı dile getiremiyoruz. 

Adam anlat dese anlatamıyoruz. Sohbet etmek istiyoruz, gelemeyebiliyor. Gelse dilimiz dönmüyor. Dilimiz dönse, sözlerimiz amellerimize uymadığı için etkili olmuyor. 

İşte dergi bize bu noktada çok yardımcı oluyor. Bu dergiyi çıkaran büyükler diyor ki: “Evladım, bizim kartvizitimiz bu. Size bu dergiyi çıkardık. Tasavvufu anlatmak istiyorsan ve dilin dönmüyorsa, biz bunu hazırladık. Adına da dergi dedik. Sen insanlara selam ver. Birkaç kelime konuş. Dergiyi bırak. Biz anlatırız.”

Konuşmayı seviyor olmamıza rağmen anlatamıyoruz. Belki tanıdıklarla konuşabiliyoruz. Zaten maneviyatı olan insanlarla gönül bağı kuruyor, konuşuyoruz. Ama ilk defa tanıştığımız insanlara anlatamıyoruz. 

Elimize böyle bir güzellik vermişler. Bu derginin faydasını böyle görüyoruz. Anlatsak, duyduğumuz menkıbelerin yarısı uydurma olabilir. Duyduğumuz sohbetlerin yarısının kaynağını bilmiyor olabiliriz. Bir başka mübarek söylemiştir o sözü, biz başkasının adını yazarız altına. Söylediğimiz ayet olabilir, bizim aklımızda hadis diye kalmış olabilir. Anlatacağımız eksik veya yanlış da olabilir. 

Ama Semerkand Dergisi var. Bizim zâhiren anlatamayacağımız şeyleri anlatıyor. En güzel şekilde adrese ulaştırıyor. Biz bu dergiyi birine ulaştırınca bizim üzerimizden emr-i maruf nehy-i münker yapılmış oluyor. 

Bize kalan yine de bir vebal var. Bu aynı su tesisatı gibidir. Kuyudan su çıkıyor, hazır depolara konuyor ama evlere hat çekmek lazım. O evlere hat çekme işi bize kalıyor işte. Ben kuyu kazmakla uğraşmıyorum. Suyu çekmekle uğraşmıyorum. Suyun kalitesiyle uğraşmıyorum. Sadece hat çekiyoruz biz. Bu derginin faydasını burada görüyoruz.

Ahmet İSLAMOĞLU

“Rozetteki Harfler”

Abilerimiz bu dergi için “Sâdâtın mektubudur” demişlerdi. Hep o gözle baktık bu dergiye. Okuduk. Severek okuduk. 

İçinde yazanları uyguladığımız zamanlar oldu, uygulayamadığımız zamanlar oldu. Nefs var sonuçta. Okuyamadıklarımızı ya da elimizde olan fazla dergileri hep fuarlarda, kermeslerde ücretsiz hediye ettik. Yeter ki okusunlar, en azından görsünler diye. 

Eşimle beraber bu yıl Semerkand ailesinin altı dergisine de abone olduk. Ben emekli öğretmenim. Bu dergi çıkmaya başladığı zamandan itibaren sınıfa dergiyle birlikte girerdim. Masanın üstüne koyardım. Teneffüslerde dergiyi karıştırsın çocuklar, merak ettiklerini sorsunlar diye. Soran olurdu da. Şimdi Biga’ya geldim. Biga’da da aynı şeyi yaptım. Semerkand Dergisi hep masanın üstünde oldu. Hatta Semerkand rozetini yakama taktım. Öyle gezdim. 

Bir gün okulun bahçesinde arkadaşlarla ayakta sohbet ediyorduk. Yakamda Semerkand rozeti var. O sırada iki hanım öğretmen arkadaş geldi. Yakamdaki rozeti gördü. Bu nedir, diye sordular. Rozetteki iki “S” harfinden bahsederek “bu benim sevgilimin harfleri” dedim. 

Ben öyle deyince kadınlardan birisi diğerine dönüp: “Ben de eşime söyleyeyim o da kazıtsın baş harflerimi rozete” dedi. 

Komiklik bir tarafa, inşallah bu sevgiye layık oluruz. Semerkand’ı, temsil ettiği yeri, anlattığı güzellikleri rozete değil de gönlümüze nakşederiz inşallah.  

İsmet AYYILDIZ

Tac Kapıdan Uç Kapıya

Semerkand dergisiyle tanışmam kuruluş yıllarına dayanır. Semerkand yayına başlamadan önce derginin tanıtımını yapmak ve yayın politikasını anlatmak üzere editörümüz, yanında ilahiyatçı Kemal Yıldız hoca ile birlikte Konya’ya gelmişti. O günlerde Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Dinler Tarihi araştırma görevlisi olarak çalışıyordum. Nereden nereye… 

Vakıfta yapılan tanıtımda üzerinde durulan iki önemli noktayı hatırlıyorum. Birincisi, dergi yoluyla Ehl-i Sünnet inancını insanlara mutlaka en iyi bir şekilde sunmamız gerektiği idi. İkincisi de, sünnî tasavvuf anlayışının günümüz insanına en saf ve berrak bir şekilde aktarma görevi idi. Bunun yanında çok önemli bir konuya vurguda bulunulmuştu. O da derginin sadece tasavvuf ehline değil, bütün Müslümanlara hatta bütün insanlara hitap etmesi gerektiği idi. 

Bugüne kadar dile kolay tam 25 yıl, çeyrek asır geçti. Geçmişten günümüze, bu hedefleri gözden geçirdiğimde elhamdülillah büyük ölçüde başarılı olunduğunu söylemem hakkı teslim etmek olacaktır. Bunun için başta Semerkand Yayın ekibine, sonra da bütün emeği geçen yazarlarımıza teşekkür ediyorum, kendilerini tebrik ediyorum. Tabii teknik ekibin katkılarını da unutmamak gerekiyor. Ancak kanaatimce asıl tebriği ve teşekkürü hak eden kesim derginin tanıtım ve abonelik faaliyetleri ile uğraşan ve böylelikle derginin geniş kitlelere ulaşmasını sağlayan Semerkand gönüllüleridir. Fakir de dergi yazarlarından birisi olarak karınca kararınca çorbada tuzum olduğu için ayrıca kendimi mutlu hissediyorum. Allah cümlesinden, cümlemizden razı olsun.

Derginin ilk yayın mutfağının Ankara Kızılay’daki bir apartman dairesinde kurulduğunu da çok iyi hatırlıyorum. Hatta ilk sayının mizanpajını editörümüz daha dergi yayınlanmadan bilgisayardan göstermişti. 

Daha sonra dergi Ankara’da Dışkapı’da geniş bir bahçe dublekse taşınmıştı. Ankara Konya arası kısa mesafe olduğu için Ankara’ya her gelişimde mutlaka Dışkapı’ya uğrar, editörümüzle görüşürdüm. 

Sonra şimdiki Semerkand binası yapılınca dergi İstanbul’a taşındı. Dergimize Semerkand Aile, Mostar, Genç Okur, Mavi Fidan ve Şeker Ağacı dergileri de katılıp hepsi de bir boşluğu doldurdu. Hele hele Semerkand Arapça ve Semerkand İngilizce ile birlikte diğer dillerde de yayın hayatına başlaması Semerkand’ın mesajını bütün dünyaya taşıdı. Böylelikle artık yerellikten küresel bir vizyona ve misyona taşınmış oldu. 

Semerkand dergisinin ilk sayısından itibaren derginin her sayfasını satır satır okuyan okuyucuların olduğunu biliyorum, bunların bazısını bizzat müşâhede ettim. Bunun yanında dergi vasıtasıyla birçok okurun seviyesinin çok yukarılara çıktığını gözlemledim. Bunların içinde bazıları tasavvufî yazılara ilgi gösterirken, bazıları tarih yazılarına ilgi duyuyor, bazıları da ülkemiz ve dünya gündeminin takip edildiği bölümleri takip ediyordu. Ancak yine de en çok okunan yazılar tasavvuf muhtevalı yazılardı. Fakiri sorarsanız, ne yalan söyleyeyim, ben de üniversite içerisinde devamlı ilim, fikir ve müzakere ortamında dergideki mizah yazıları ile rahatlıyordum. Elbette tasavvuf ile ilgili yazıları da okuyordum. Böylelikle dergiyi takip etmeye ve zaman zaman da önceleri müstear isimlerle, sonraları da kendi ismimle yazı göndermeye devam ettim. 

Başlıkta dikkat çektiğim Semerkand’ın medeniyetimizin taç kapısı, Mostar’ın da uç kapısı olması son derece manidar bir tanımlama diye düşünüyorum. Çünkü Semerkand, Buhara, Taşkent gibi şehirler Türkistan havzasında yeşeren Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin beşiği olmuştur. Bu havza aynı zamanda Hanefî Mâturîdî düşüncenin şekillendiği havzadır. Bundan dolayıdır ki Mevlânâ Hâlid Bağdâdî kuddise sırruhû’ya gelinceye kadar silsilemizdeki bütün Nakşibendî şeyhleri Hanefî-Mâturîdî’dir. (Mevlânâ Hâlid’den günümüze kadar da Şâfiî-Eş’arî’dir.) İşte bu havza içinde bulunan Semerkand da, Buhara ile birlikte Ubeydullah Ahrâr-Abdullah İlâhî vasıtasıyla Semerkand-Anadolu hattını oluşturan çizginin sembol şehri olarak medeniyetimizin taç kapısı olmuştur.

Bu taç kapıda mayalanan İslam kültür ve medeniyeti, oradan Hindistan, Hicaz, Anadolu ve tâ Balkanlar’a kadar uzanmıştır. Mostar şehri de muhteşem köprüsü ile bu medeniyetimizin uç kapısı olmuştur. Çünkü bilindiği üzere Osmanlı atalarımızın gözü hep Batı’da ve Balkanlar’da olmuştur. Birçok sûfî de Balkanlar’ı kendisine irşad havzası olarak seçmiştir. Söz gelimi Nakşibendîliği Semerkand’dan Anadolu’ya getiren Abdullah İlâhî hazretleri, Fatih’in daveti üzerine bir müddet İstanbul’da kaldıktan sonra Balkanlar’a geçerek Vardar Yenicesi’ne yerleşmiş ve orada rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştur. Yine üçüncü devre Melâmîliğinin kurucusu ve Nakşibendî-Melâmî şeyhi Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî hazretleri (v. 1888) de Mısır’lı bir seyyid olmasına rağmen Balkanlar’a gelerek Ustrumca’da âlem-i cemâle yürümüştür. Bütün Balkan havzasının sembol ismi de Mostar olmuştur. İşte Balkanlar’daki sembol isim olan Mostar, bu yönüyle İslâm kültür ve medeniyetinin uç kapısıdır. 

Sonuçta, büyüklerimiz Semerkand ve Mostar isimlerini belirlerken, bütün bu hususları göz önünde bulundurmuşlar ve boşuna bu isimleri tercih etmemişler, diye düşünüyorum. Günümüz dünyası, Doğu’da taç kapısı Semerkand’ın, Batı’da uç kapısı Mostar’ın da ötesine geçecek nesiller beklemektedir.

İşte Semerkand, kardeş dergileri ile birlikte bu ufku göz önünde bulundurarak bu misyonu büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Yeni yayın döneminde, geçmişten dersler çıkararak ve tespit edilen eksiklikleri gidererek yepyeni bir atılımla Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in ve Sâdât-ı Nakşibendî’nin mesajını küresel çapta bütün dünyaya duyurmaya devam edecektir.

Yüce Rabbim, Semerkand’ın ve Semerkand gönüllülerinin yolunu açık etsin.

Hidayet IŞIK

En Büyük Miras

1999’da büyüklerimizden biri Balıkesir’deydi. Biz de Balıkesir’de vakıf başkanıydık. Dergimiz yeni çıkmıştı. Çok heyecanlıydık. Balıkesir’de Semerkand’ı nasıl tanıtırız, insanlara nasıl ulaştırırız diye toplanmıştık. 

Denizlili bir kardeşimiz dedi ki: “Bir kardeşimiz fabrikaya yüz dergi aldı.” Bunun üzerine büyüğümüz ciddileşti ve şöyle dedi: “Biz dergiyi çok satmak için çıkarmıyoruz. Okunsun diye yapıyoruz. Depoda durması doğru değil. Onun okunması lazım. İnşallah okunur.”

Benim herkese tavsiyem şu olmuştur: Evlatlarınıza miras bırakacaksanız, Allah için Semerkand Dergisi’ni miras bırakın. Allah’a hamdolsun üç tane mahdumum var. Üçüne de Semerkand Dergilerini ciltleyerek, kimisine de ciltsiz bir şekilde bırakıyorum. Semerkand Yayınları bir babanın evladına bırakabileceği en büyük mirastır. 

Mal mülk bırakılır. Yenir, biter gider ama evlatlarımızın imanlarını kurtarmaları lazım. Ehl-i sünnet inancı içinde hayatlarını sürmeleri için onlara Semerkand dergilerini okumalarını tavsiye ediyorum. Çünkü Semerkand Dergisi ve Semerkand Yayınları bizim başımızın tacıdır. 

Okuyucu olarak bütün emeği geçenlerden çok memnunuz. İnşallah kıyamete kadar devam etsin.

Kamil KAYNAŞ

Basamak

Ben Mardinliyim. Dergi dağıtımında ilk günlerden beri gönüllüyüm. Allah’a şükür çok güzel geçiyordu dergi dağıtım çabalarımız. Bütün bu süreçte gördüğüm şudur: Semerkand Dergisi irşada vesile oluyor. İnsanlarla ünsiyet kurmada, onlara dokunmada bu dergi bize hep kapı aralıyor. 

Bir gün bir kadın geldi, bizim dergi standımızın olduğu yere. Tesettürlü değildi. Standın başında ben vardım. Eylül 2023 özel sayısını “okuyabilir miyim diye” aldı, inceledi. Sonra dergiyi hediye ettik ona. Bir zaman sonra aradı, dedi ki: “Kardeşim dergiyi çok beğendim. Çok etkilendim. Namaza başlamak istiyorum.” Ben de; “Ablacığım, sizin bir Allah dostuyla buluşmanız lazım” dedim, kadın görevlilere yönlendirdim.

Bizim cami cemaatinden yaşlı bir amca vardı. Ona Eylül 2023 özel sayısını hediye etmiştim. Orada Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî kuddise sırruhûnun bir sohbetindeki sözü çok hoşuna gitmiş. Onu anlatıyordu çevresindeki insanlara.

Semerkand Dergisi bir basamaktır. İnsanlara bir mesajı var bu derginin. Bu yüzden bu derginin herkese ulaştırılması çok önemli. 

Çocuk dergilerinin de okuyucuları çok. Hatta belki en çok çocuk dergileri okunuyordur. Semerkand Yayın ailesi olarak her kesime hitap eden dergiler de var.

Bu dergiyi yemek sofrasına benzetiyorum. Bu dergiyi yapanlar, doğruyu yanlıştan ayıklamışlar, hazır hale getirmişler, önümüze koymuşlar. Bize de sadece onu yemek düşüyor. Ama işte biz toplum olarak okuma tembeliyiz.  Oysa okunsa çok güzelliklere vesile oluyor.

Biz burada arkadaşlarla dergiden bir yer okuyoruz bazen. Kısa da olsa içimizde yeni pencereler açıyor. Muhabbete vesile oluyor. Orada en azından yarım saat, bir saat dinî konular konuşuyoruz. 

Mehmet Salih GÜRSES

“Ben Önceden Hiç Yaşamamışım”

Yıllar öncesinde bir kitap fuarı vardı. O fuarda Semerkand Yayınları’nda görevliydim. Bir gün bir kadın geldi. “Dergilere bakabilir miyim?” dedi. O dergileri incelerken ben de bir paket hazırladım, el kitaplarından ve dergilerden hediye ettim. Aradan birkaç gün geçti. O kadın fuara geldi tekrardan. Çok etkilenmiş. Dedi ki: “Bu dergileri kim çıkarıyor?” Ben de ona anlattım. Dedi ki: “Bu Semerkand Dergisi çok hoşuma gitti. Okudukça mutlu oldum. Umreye gideceğim bir haftalığına. Orada başta Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî’ye, sonra bu derginin çıkmasında, yayınlanmasında, dağıtılmasında görevli kim varsa hepsine dilim döndüğü kadar Kâbe karşısında dua edeceğim.”

Sonra benden kitabevinin adresini istedi. Aradan biraz zaman geçti. Kitabevinde temizlik yapıyordum. Arkamdan bir kadın sesi “Bakar mısınız?” dedi. Döndüm baktım, tesettürlü biri bana bakıyor. “Beni tanıdın mı?” dedi. Yüzüne pek bakmadığımdan tanımadığımı söyledim. Dedi ki: “Ben fuara gelmiştim. Bana dergi hediye etmiştiniz. Ben o kardeşinizim. Benim hayatım bu dergiden sonra çok değişti, tesettüre de girdim. Şimdi anlıyorum ki ben önceden hiç yaşamamışım. Çok huzurluyum şimdi.” 

Böyle hikâyelere tanık oldukça anladım ki Semerkand Dergisi’nin yeri çok ayrı. İnsanların hayatını değiştirecek, onlara dokunacak çok nokta var içinde. Tasavvuf var, fıkıh var, aile var, eşler arasında münasebet var, komşuluk hukuku var, Ehl-i Beyt var. Allah dostlarının hikâyeleri var. Yok yok yani. Dergi böyle olunca Semerkand Dergisi’ni okumak alışkanlık haline geliyor. Çünkü insanın ihtiyaç duyduğu şeyleri anlatıyor. 

Bir çiçek ekersin. Önce saksısını hazırlarsın. Can suyu verirsin. Bakımını yaparsın. O bitki çiçek açar. İşte Semerkand Dergisi’ni düzenli okuyunca insanın içindeki o çiçekler açıyor.

Mehmet YILMAZ

Bir Çıkış Kapısı

Ben 1999 yılında hem tekel bayi hem de içinde kumar oynanan bir kulüp çalıştırıyordum. Bir adam vardı. Tekel bayiime sürekli dergi getiriyordu. Ben mizacı sert bir adamım, üslubum da sert. Adam dergiyi getirdiğinde çok konuşuyor, dergiyi anlatıyor, imandan İslâm’dan bahisler açıyordu. Ben de “Bak işine! Al parayı, bırak dergiyi, çek git!” diyordum. Adam birkaç ay getirdi dergiyi. 

Bir gün çok daralmıştım. Sıkıntı içindeydim. Masamda otururken dikkatimi çekti, baktım önümde Semerkand Dergisi var. Açıp okumaya başladım. Dergiyi okudukça fark ettim ki bulunduğum durum, durduğum yer, yaptığım iş cehennemin dibi. Bir kıssa okudum. Benim halimi yüzüme anlatıyordu. 

Hemen dergiyi getiren o adamı aradım. Bu dergide anlatılanlardan, bu işe öncülük edenlerden bilgi aldım. Beni Allah dostlarıyla tanıştırdı. O günden sonra düşüncelerim değişti. Allah dostlarını ziyaret ettim. Geldiğimde artık kulüpte bütün masaların üstüne Semerkand Dergilerini koydum. Dedim ki: “Artık oyun oynamak yasak! Herkes bu dergileri okuyacak.” Tekel bayiinde de içkilerin hepsini yasakladım. Dükkânları ve kulübü hibe ettim. Hibe ederken de “Dört ay içerinde bunu elinden çıkar” diye şart koştum. 

Bu yüzden Semerkand Dergisi benim için içine düştüğüm çukurdan çıkış kapısıdır.

Nurullah DAYAN

Bir Vesile Bin Hayır 

Ben kitap fuarlarında Semerkand Dergisi standında görev yapıyorum. İl il gezip fuarlarda insanlara Semerkand Dergisi’ni tanıtıyor, içindekilerden bahsediyor, dilimiz döndüğünce onlara Allah dostlarını anlatıyoruz. Biri bana “Bu dergi senin için neyi ifade ediyor?” dese şunu söyleyebilirim: Bu dergi insanlara hayırları ve güzellikleri anlatmak için bir kartvizit. Hani bir şirketin olur, insanlarla tanışırken kartvizit uzatırsın ya. İşte bu dergi de yeni tanıştığımız insanlara uzattığımız bir kartvizit gibi. 

Biz bu kartviziti okuyanlardan hep güzel geri dönüş aldık. Standda dergiyi karıştırıp birkaç paragraf okuyanın bile etkilendiğine çok şahit olduk. Aralık 2023 tarihinde fuarda bir adam geldi. Çok agresif ve sinirli biriydi. Dergileri incelerken sohbet ettik. Derginin geçmiş sayılarından hediye ettik. Ertesi gün gelip bize evinde ailesiyle yaşadığı şu hadiseyi anlattı:

“Ben çok öfkeli bir adamdım. İşime de evime de öfkem çok yansırdı. Dün dergiyi alınca evde okumaya başladım. Çocuklar da dinledi beni okurken. Yazıyı bitirdiğimde fark ettim ki ilk defa evimde yuva sıcaklığı, aile ortamı oldu. O gün anladım hatamı. Bir tek dergi vesile oldu buna.”

Muharrem BAYIR

Güzel, Değerli ve

Hiç Tükenmeyen

Semerkand Dergisi bulunduğu yere hep güzellik getirmiştir. Çünkü bu işe insanlara hizmet etmek için, Allah rızası için başlamışlar.

Dergiden başkalarına bahsederken, hani insan güzel ve değerli, tükenmeyen bir şeye sahip olur da sevdiklerinin de ondan istifade etmesini ister ya, öyle bir duygu oluyor insanın içinde. Çevremdeki insanlara hep okumalarını tavsiye ederim. 

Bir gün anneannem İstanbul’a gelmişti. Vapurla boğazı gezdiriyordum. Karşımıza yaşlı bir çift oturdu. Yaşlılar muhabbeti sever ya, bizimkiler de başladı muhabbet etmeye. Muhabbetin bir noktasında konu Semerkand Dergisi’ne geldi. Amca dedi ki: “Hep duyuyordum Semerkand Dergisi’ni ama hiç elime geçmedi. Güzel işler yapıyorlar diye biliyorum.” 

Ben de ona Eylül 2023 özel sayısını hediye etmek istedim. Birkaç gün sonra ev adresine dergiyi gönderdim. Teslim alınca beni aradılar. Amca o kadar sevmiş ki dergiyi; “Bugüne kadar neden bizi tanıştırmadınız, ne kadar güzel bir dergi, okudukça tat aldık, ziyadesiyle memnun olduk. Allah senden razı olsun” diye dua etti. Arkadan yaşlı teyze de yüksek sesle “Allah sizin sayınızı arttırsın, hizmetinizi arttırsın” diye dua ediyordu. Ne kadar güzel, bir dergi verdim iki gönül ve hayır dua kazandım. 

Başka bir gün Etiler Camii’nde ikindi namazı kılacaktım. İmam o gün izinliymiş, mihraba ben geçtim. Yaşım gençti ama cemaat hiç garipsemedi. Namazdan sonra cemaatten bir amca bana odaklanmış, tebessüm ederek bakıyordu. Camiden çıktık. Yanıma geldi, tokalaştık ama elimi bırakmadı. O elimi tutmuş bir vaziyette sohbet ediyorduk. Dedi ki: “Allah razı olsun senden evlat. Bugün çok mutlu ettin beni. Gençlerden böyle inancını yaşayanları görmek insanı hem umutlandırıyor hem mutlu ediyor.”

Ben de onu tanımak için sormaya başladım. Çok farklı bir hikâyesi varmış. Adı Osman’dı. Büyük şehirlerin ikisinde emniyet müdürlüğü yapmış Afyonlu bir amcaydı. (Bunları anlatırken arada hâlâ ayaktayız ve elimi bırakmıyor). Hayatı boyunca İslâm’dan ve ibadetten hep uzak bir yaşamı olmuş. 

Çevresi bırakmamış onu bir türlü. Emekli olduktan sonra Allah’a yönelmiş. Ama hanımı ona karşı çıkmaya başlamış. Namazlara göndermiyor, eve İslâm’ı anlatan kitapları sokmuyormuş. Bizim Osman amca da hava alacağım bahanesiyle her gün ikindi namazına camiye geliyor, evde namazlarını gizlice kılıyor, eline geçirdiği şeylerden bilmediklerini, dinini öğrenmeye çalışıyormuş. 

Ben hemen ona Semerkand Dergisi’nden bahsettim ve ona her ay düzenli dergi hediye etmek istediğimi söyledim. Hani böyle yıllardır bir şeyin peşinde koşarsınız, ararsınız, sonra onu bulunca gözlerinizin içi parlar ya, ben Semerkand Dergisi’nden bahsettikten sonra Osman amcanın gözlerinde öyle bir parıltı görmüştüm. Dergiyi o caminin adresine gönderdim. Sonradan sorduğumda Osman amca camiye geldiğinde sürekli Semerkand Dergisi’nin yeni sayısını sorar olmuş. 

Semerkand Dergisi artık pek çok okuyucusunun arasında ortak bir payda haline geldi. Allah yazanlardan, yapanlardan, ulaştıranlardan, bu işe yol açanlardan, katkıda bulunanlardan razı olsun.

İsmail Adem EREN


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy