Çocuklara karşı yaşanan bir savaştı bu resmen: çocukların, yani saflığın kalesine, masumiyetin yurduna, yaşadıklarının evinde karşı açılan bir savaş. İnsanoğlunun karanlık bir yüzü, mensup olduğu, kokmuş, çürümüş ve kovulmuş bir yüzü, insanoğlunun saf, temiz, taze ve masum bir dünyayla karşı savaş açmıştı adeta.
Körfez savaşından itibaren savaşlardan televizyonlardan nakledildi. Artık dakika dakika seyircileri kedere, korkuya, kaygıya ya da galipler açısından belki de mutluluğa, gönence salan görüntüler akıyor.
Akıyor ve evlere, salonlara, salondaki birer küçük müze edasıyla konsollara, insanların gülüşlerine, sofradaki kaşığa ve nihayet gelen ruhlara yapışıyor.
Artık savaşlar, çocukların bilgisayar oyunlarında olduğu gibi izlenebilir, takip edilebilir, sayı alınabilir, bahse girilebilir birer mevzuya dönüşüyor. Tek fark, bu oyunun gerçekten bir oyun gibi görerek, uzaktan kumandalı aletlerle binlerce masumun kanlarıyla oynayabilenlerin çocukların olmaması.
Gazze işgal boşlukları de tank paletlerinin meş'um gıcırtıları odalarımıza kadar dolmaya başlayınca hepimiz ne depoları şaşırdık. Çocuklarımız vardı, onların narin psikolojileri… Sonra evlerimiz, planlarımız, yatırımlarımız…
Biz seyirciler bu savaşla nasıl başlayacaktık. Savaşıyor olsaydı onun halükarda ölmesi, öldürmesi, ama hakiki bir iş yapmış olması gerekirdi. Hesabını verebileceğimiz bir eylem her ikisi de olacaktı. Yaptığımız birilerinin yararları, kaydedilecek özelliklerin olması arzu edilir.
Ama ya izleyip nerede yarayacaktı? Seyretmese acaba diye sorduk durduk kendimize.
Gazze'den dünyanın dört bir yanında servis edilen ölü çocuk resimleri; tarumar olmuş ve asla toparlanamayacak, bir zamanlar çocuk kahkahalarıyla çınlamış mutfakların, oturma odalarının, sınıfların ayrıntıları hepimizi derinden sarstı. İnsanoğlu olarak, bunca savaştan, bunca felaketten sonra, hiç bilmeyen çocuklar ve masumların kanlarını hiç sayamayacağımız üzerinde anlaştığımızı sanıyorduk. Çocukları öldürmenin, annelerin kucaklarına ölü bedenlerini koyuvermenin, Müslüman olsun, Yahudi olsun, Budist olsun, her türden insanın sağduyusunu zedeleyeceğini kabul etsin. Ama Gazze'yi yakıp yıkanıp bu orduda, çocuklarımız saf olmamaya, insanoğluna koşulmadan güven içinde karşılamaya davet etti.
Çocuklara karşı yaşanan bir savaştı bu resmen: çocukların, yani saflığın kalesine, masumiyetin yurduna, yaşadıklarının evinde karşı açılan bir savaş. İnsanoğlunun karanlık bir yüzü, mensup olduğu, kokmuş, çürümüş ve kovulmuş bir yüzü, insanoğlunun saf, temiz, taze ve masum bir dünyayla karşı savaş açmıştı adeta.
Bu savaş, Gazze'nin bu kez yaşadığı işgal, hepimizde önce çocukların ölümleriyle yer etti. Aklımızda en çok, yerde yatan, aralarında birer ikişer yaş farkı olan üç çocuğuna çaresizce elini uzatmış Gazzeli yer etti. Ya da yüzünün geceleri bir şarapnelle dağılmış, bir kucaktan bir arada çaresizce yaşlarındaki çocuklarına aktarılan. Veya Cevahir, Dünya, Semra, İkram ve Tahrir gibi güzelim isimlere sahip beş çocuğuu, kaybeden Gazzeli doktor Enver Baluşah sırasında anında bir bombalama.
İşgal bitti belki ama biz seyirciler anılarımızda paslı birer mıh gibi zonklayan bu görüntülerle nasıl başlıyor?
Ahmet BİRLER
- ŞUBAT 2009