Aramak

Dergimiz Derdimizdir

Dergimiz Derdimizdir

Semerkand, Rabbimiz’e ihsan mertebesinde kullukla yaklaşabilmek için sarılacağımız vesilelerden bir vesiledir. Yazılarından istifade etmek yanında bu vesileyi emanet bilip korumaya, yaşatmaya, daha çok insana ulaştırmaya çalışmak gibi bir vefa borcunu dert edinmemizi de gerektirdiğinden dergimiz derdimizdir.

Semerkand dergisi 1 Ocak 1999’da başladığı yürüyüşünde 25 yılı geride bıraktı. Aylık bir dergiyi çeyrek asırdır hiç aksatmadan okuyucusuna ulaştırmak kolay iş değil. Zorluk evvela eskilerin “mevkute” dediği bu tür periyodik yayınların tabiatından kaynaklanıyor. Derginin bütün işlerini sınırlı bir süre içinde kotarmak durumundasınız mesela. 

Fakat bazen yazılardan kâğıt teminine, basımından dağıtımına kadar pek çok konuda hesapta olmayan problemler de çıkabiliyor ve bu sınırlı süredeki işlerinizi sekteye uğratabiliyor. Eğer çok satan bir gazetenin yedeğinde onun imkânlarından faydalanmıyorsanız, maliyet artışının önüne geçemiyorsunuz. Yayın hayatınız uzadıkça muhteva sermayeniz tükenebiliyor yahut kanıksanan bir tekdüzeliğe dönüşebiliyor. Bu ve benzeri sebeplerle başlangıçtaki heyecan muhafaza edilemiyor çoğu zaman. Bir de okuma alışkanlığı veya devamlılığı olmayan bir topluma hitap ediyorsanız bir yerde nefesiniz tükeniyor. 

Onun içindir ki bizim basın yayın hayatımızda dergiler baştan beri genellikle ya düzensiz periyodlar halinde düşe kalka seyretmiştir ya da pek uzun olmayan bir sürenin sonunda kapanmak zorunda kalmıştır. Çeyrek asır fasılasız çıkan dergi sayısı nadirattan denecek kadar azdır ve Semerkand o dergilerden biridir. 

Semerkand 25 yıl boyunca her ay muntazaman yayımlanmakla kalmadı, kalitesini de korudu. Ehl-i sünnet çizgisinden taviz vermedi. Polemiklere yol açmayan, kimseyi ötekileştirmeyen üslubundan vazgeçmedi. İnsanları hikmetle, güzel öğütle, yapıcı bir dille Rabbimiz’in yoluna çağırdı. Editoryal titizliğini hiç kaybetmedi. 

Pek az dergiye nasip olan böyle bir mazhariyete dergi yönetiminin, Semerkand gönüllülerinin, okuyucuların gayretiyle ulaşıldı şüphesiz. Fakat bunların da üstünde o gayreti, o şevk ve heyecanı sürekli kılıp bereketlendiren, olmazları oldurup işleri kolaylaştıran manevi bir yardım, bir inâyet-i ilâhî vardı ki Semerkand’ın herhangi bir dergi olmadığına delalet ediyordu.  

Mürşidlerimizin fiilî duası

Tasavvuf terbiyesinde sûfîler hallerini ekseriya şikâyetlenerek arz ederler mürşidlerine. Şikâyetleri; istedikleri kıvama ulaşamamak, çok arzu etmelerine rağmen nefse galebe çalamamak üzerinedir ve daha hızlı yol alma çabalarındaki samimiyetin ifadesidir. Bunun için dertlenir, mürşidlerinden dua isterler. Onlardaki bu iştiyak ve samimiyeti gören mürşidler de bazen “Allah derdini artırsın” diyerek duada bulunurlar. “Allah derdini artırsın” duasındaki “dert” ihlâstır, iştiyaktır, teslimiyettir, muhabbettir, gayrettir yahut bütün bunları mümkün kılan aşk-ı ilâhîdir. 

İşte Gavs-ı Sânî hazretleri kuddise sırruhûnun talimatıyla “aşk olsun” diye, aşk derdimizi artıralım diye çıkarılan Semerkand, O’nun dergi suretindeki fiilî duası olması hasebiyle herhangi bir dergi değildir. Bundandır ki dergimiz derdimizdir. Rabbimiz’e ihsan mertebesinde kullukla yaklaşabilmek için sarılacağımız vesilelerden bir vesiledir. Yazılarından istifade etmek yanında bu vesileyi emanet bilip korumaya, yaşatmaya, daha çok insana ulaştırmaya çalışmak gibi bir vefa borcunu dert edinmemizi de gerektirdiğinden dergimiz derdimizdir.

Semerkand’ın bânisi ve hâmisi mürşidlerimizin, âhirette “kurtuluşa erenler” zümresine dâhil olmamız için de bize ettikleri yine fiilî bir duadır bu dergi. Zira Semerkand dergisi, okuyucularının, “Sizden hayra çağıran, marufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân 104) mealindeki ayet-i kerimede beyan buyurulan sorumluluk ve müjdeye tâlip olmalarını amaçlamaktadır. 

Bu sebeple muhtevasını büyük ölçüde hayrın, maruf ve münkerin ne olduğuna; davetin, emir ve nehyin usulüne dair yazılar oluşturmaktadır. Söz konusu yazılar, ayet-i kerimedeki çağrı, emir ve sakındırmaya ilk muhatap olarak kendi nefslerini alanların hem kötülüklerden korunmasına hem de güzel bir örneklik sergilemesine vesile olabilmektedir.

Sâdât’ın bize mektubu

Tasavvuf tarihinde pek çok mürşid, uzaktaki mürid veya halifelerine emir, talimat, tavsiye ve nasihatlerini ulaştırmak üzere mektuplar yazmışlardır. İmam-ı Rabbânî kuddise sırruhûnun Mektûbat’ı bu geleneğin en meşhur örneklerindendir. Tasavvufun inceliklerinin de anlatıldığı böyle mektuplar özellikle Nakşî-Hâlidî meşâyihinin daha çok müracaat ettiği talim, terbiye, irşad ve tebliğ usullerinden biri olmuştur. 

Semerkand Dergisi evvela Arapçadaki “yazılan şey” anlamıyla bir mektuptur. Saniyen bizim Türkçede verdiğimiz, “bilgi ve haberlerin bir kimseden diğerine yazıyla iletilmesi” anlamıyla da bir mektuptur. Bu mektuptaki bilgi veya haberlerin kendilerinden neşet ettiği kimseler ise Sâdat-ı Kirâm’dan mürşid-i kâmillerdir. Zira Semerkand Dergisi yazılarının çoğunda onların söz veya halleri ya kendi ağızlarından aktarılmakta ya da o söz ve hallerden ilhamla hâl-i hazıra dair değerlendirmeler yapılmaktadır. Onların söz ve hallerinin yegâne dayanağı olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye, Semerkand’ın da yegâne dayanağıdır. Elbette yayımlanan metinler Semerkand yazarları tarafından kaleme alınmaktadır. Ancak işin bu yazarlık kısmı, Allah dostu âlim ve âriflerin pişirdiklerini, “sofra” anlamına da gelen dergiye taşımaktan ibarettir aslında. Yahut büyüklerin örnekliğini, beyan buyurdukları incelik ve hakikatleri, muhataplarına ulaştırmak üzere Semerkand zarfına koymaktır. 

Gaye, insanları iki cihan saadeti için Allah ve Resûlü’nün yolunda istikamet sahibi müminler olmaya sevk etmektir şüphesiz. Bunun için üzerimize farz olan ilmi, şer’-i şerifin her işte ve her durumda riayet etmemiz gereken ölçülerini hatırlayıp hatırlatmaktır. Şeyh Seyyid Abdülbâkî el-Hüseynî kuddise sırruhû böyle bir misyon biçtiğinden olmalı, Semerkand Dergisi’ni bizzat icazet verdiği mollalara benzetmişlerdir. “Her eve bir molla gönderemeyiz ama dergimizi gönderebiliriz” buyurmuşlardır. 

Bir yeniden diriliş daveti

Semerkand, dergimize öylesine verilmiş herhangi bir isim değil. Çoğu Haşimoğullarından Müslümanların miladî 7. asrın ortalarından itibaren bütün İslâm coğrafyasını saran fitneye taraf olmak istemedikleri için hicret ettikleri, Maveraünnehir yahut Aşağı Türkistan’ın merkezidir Semerkand. Müslümanların yeniden derlenip toparlandıkları, yeniden kardeş oldukları ikinci Medine’sidir. Yahut “Mecma’al-bahreyn”dir burası. 

Mecma’al-bahreyn ifadesi Hz. Musa aleyhisselam ile ilgili bir kıssanın anlatıldığı Kehf suresinde geçer. “İki denizin birleştiği yer” demektir. Zikredilen kıssada azıktaki ölü bir balık böyle bir yerde dirilip suya dalmıştır. Buradan hareketle yapılan bazı tefsirlerde iki denizin birleşmesinden muradın zâhir ve bâtın ilimlerinin kemâl seviyesinde birleşmesi olduğu ve bunun mutlaka kalpleri dirilten, imanı kavi kılan bir tesir icra edeceği söylenmiştir. 

Nitekim aynı zaman diliminde hem Hâcegân silsilesi, hem dünyaca ünlü zâhir âlim ve bilginleri Semerkand merkezli bu bölgede zuhur etmiştir. Anadolu’yu İslâmlaştırıp buradaki insanların kalplerini dirilten dervişler bu bölgeden gelmiş; en son Selçuklu ve Osmanlı’da tebarüz eden İslâm medeniyetinin kumaşı bu bölgedeki tezgâhlarda dokunmuştur. Semerkand Dergisi böyle bir dirilişe, medeniyetimizin yeniden ihyâsına tâlip olduğu içindir ki bu ismi almış ve elhak yirmi beş yıldır da isminin hakkını vermeye çalışmıştır. 

Semerkand böyle bir dergidir ve bundan sonra da aşkımızı artırmak, istikamet üzere yürümek, kalbimizi her dem diri tutmak ve başka insanların da hidayetine vesile olabilmek için alınıp okunmalı, okutulmalıdır. Büyüklerimizden emanet olduğunu unutmadan korumaya, yaşatmaya daha çok gayret edilmelidir. Hâsıl-ı kelâm dergimiz, her bakımdan derdimiz olmalıdır.

Ali YURTGEZEN


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy