Ebû Hüreyre radıyallahu anhu bir gün Medine-i Münevvere çarşısında durdu;
– Ey çarşı ehli, dedi, sizler ne kadar da âcizsiniz!
– Niçin ey Ebû Hüreyre? diye sordular.
– İşte şurada Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin mirası taksim ediliyor, siz ise burada duruyorsunuz! Gidip siz de ondan nasibinizi alsanız olmaz mı? dedi. Çarşıdakiler;
– Bu taksim nerede yapılıyor? diye sordular.
– Mescid-i Nebevî’de, dedi.
Koşarak gittiler. Ebû Hüreyre radıyallahu anhu orada durdu ve dönüşlerini bekledi. Geldiklerinde:
– Ne yaptınız? diye sordu.
– Mescid’e vardık, içeri girdik ama orada taksim edilen bir şey göremedik, dediler.
– Mescid’de hiç kimseyi görmediniz mi? dedi.
– Gördük, dediler; bazıları namaz kılıyordu, bazıları Kur’an okuyordu, bazıları da helâl haram konularını müzakere ediyorlardı.
Bunun üzerine Ebû Hüreyre radıyallahu anhu dedi ki:
– İşte Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellemin mirası da budur zaten!
Ebû Hüreyre radıyallahu anhu bu ders niteliğinde tavrıyla bize şu hadis-i şerifi hatırlatmış oluyor:
“Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem (altın ve gümüş para) miras bırakmadılar; ancak ilim miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan büyük bir pay almış demektir.”
Bu miras dağıtımı elbette Asr-ı Saadet’e mahsus değildir. Âlemlere Rahmet Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin mirası günümüzde dağıtılmaya devam ediyor. Kıyamete kadar da dağıtılacak inşallah. Şah-ı Nakşibend hazretleri “Yolumuz, Ashâb-ı Kiram’ın yolundan ne bir adım eksik ne de bir adım fazladır” buyurarak ilim mirasına işaret etmiştir. İlim mirası her devirde korunmaya, muhafaza edilmeye ve hayatımızda tatbik edilerek hal lisanı ile aktarılmaya ihtiyaç duyar. İşte Semerkand, tüm faaliyetleriyle bu mirasın peşindedir.
Semerkand, ilim ve ameli bir araya getiren Hâcegân yolunun günümüz temsilcisi bir tasavvuf gülistanı olarak duruyor önümüzde. Derûnunda sakladığı tarih istikameti, iyiliği, nezaketi ve vakur güzelliği haber veriyor. Bu güzide kandilin şuaları asırlar sonrasını da aydınlatmaya devam ediyor. Önümüzde duruyor, yolumuzu aydınlatıyor, bizi bütün İslâm şehirleriyle bütünleştiriyor; Medine-i Münevvere’den, Mekke-i Mükerreme’ye ulaştırıyor. Bu yüzden yolumuz Semerkand’dan başlıyor, bu yüzden yolumuz Semerkand’a çıkıyor.
Biz burada kısaca “Semerkand” diyelim, siz 1999’dan beri hanenize misafir olan kutlu bir mektup mesabesindeki Semerkand Dergisi’ni anlayın. Kısaca “Semerkand” diyelim, siz bünyesinden Semerkand Aile’yi, Mostar’ı, Genç Okur’u, Mavi Fidan’ı, Şeker Ağacı’nı, şimdilerde Nazenin’i çıkaran; süreli yayınlarla yetinmeyip 1000’i aşkın eserle koca bir kütüphaneye dönüşen yayıncılığı anlayın. “Semerkand” demekle yetinelim; radyosuyla, televizyonuyla çağın fitne araçları olarak tanımlanan icatlara yeni bir soluk getirilişini hatırlayın. Biz “Semerkand” diyelim, siz değişen yayıncılık anlayışına hızlıca uyum sağlayıp geliştirilen dijital uygulamaları ve nihayetinde yeni medya ve dijital yayıncılık serüvenini anlayın. Semerkand denilince, klasik usulde İslâmî eğitimini günümüz imkânlarıyla bezeyerek yetiştirilen yüzlerce âlimi, binlerce talebeyi hatırımıza getirelim. Semerkand denilince, bir depremzedenin enkazdan çıkarılışını, bir yetimin başının okşanışını, nerede mahzun ve mazlum bir gönül varsa tebessümle el uzatan Beşir ruhunu tahayyül edelim. Semerkand denilince, Rahmetli Adem Sertel’in “Günahkâra değil günaha düşmanlıktır Semerkand” diyerek işaret ettiği insanlığın irşadına vesile olma gayesini anlayalım.
İşte Semerkand bütün faaliyet ve kuruluşlarıyla Ehl-i Beyt’in tarih boyunca aksatmadan sürdürdüğü hizmet ruhunun günümüzdeki tezahürüdür. Semerkand, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadı üzere, Ümmet-i Muhammed için, bütün insanlar ve mahlûkat için dertlenen, gayret sarf eden bir kalbi temsil eder. Tâlipleri sahih bilgi ve itikadla akl-ı selime, zikir ve tasavvuf iklimiyle kalb-i selime ulaştırma; böylece amel-i sâlihle buluşturma gayesindedir.
Bu bütün içinde yayıncılığa atfedilen önem daha özeldir. Yakın zamanda âhirete irtihali ile büyük bir hüzne gark olduğumuz Gavs-ı Sânî kuddise sırruhû hazretlerinin Semerkand yayınlarını daima takip ederek çeşitli vesilelerle memnuniyetlerini dile getirmesi, yayıncılık faaliyetine verdiği önemin en bariz örneklerindendir. O, bu faaliyetlerin hizmet âdâbına uygun bir şekilde ifa edilmesine bizzat rehberlik etmiştir. Semerkand Dergisi’yle çok yakından ilgilenmesine, takip etmesine rağmen yıllardır bu satırlarda ona dair bir şey okumadınız. Çünkü kendisinden bahsedilmesini istemezdi. Ancak vefatıyla onun gibi büyük bir Allah dostunu bu sayfalardan özel sayı vesilesiyle tanıtabildik. Şimdi bu vesileyle de Semerkand ile bir hatırasını paylaşmak isteriz:
Gavs-ı Sânî hazretleri Semerkand binasına son gelişlerinde binayı her ofise her odaya bakacak kadar detaylı gezmişti. Kendisine yorulduğu söylendiğinde; “Yok, her yeri görmek istiyorum” buyurdular. Dinlene dinlene bütün binayı gezdiler. Odalara tek tek nazar ettiler. Binadan çıkıp hanesine dönerken arabada şöyle buyurdular: “Semerkand’ın Allah için olduğuna kalbim tam mutmain.”
Zaten ömrünün âhirinde hazırlayıp Semerkand yayınlarından neşrettiği el-Minhâcü’s-Senî Âdâb-ı Şeyh Seyyid Abdülhakîm el-Hüseynî isimli eseri Ümmet-i Muhammed’e bir hediye ve yayıncılığa verdiği kıymetin bir nişanesidir.
Semerkand da bir yayın grubu olarak kitaplarıyla, dergileriyle, radyosuyla, televizyonuyla, dijital yayınlarıyla değişmeyen hakikatleri, hikmetli sözleri günümüz insanının idrakine, anlayışına en güzel ve anlaşılır şekilde sunmaya çalışarak onun verdiği öneme layık olmaya gayret ediyor. Semerkand var oldukça onun sadaka-i câriyesi olacaktır. Bu hakikat Semerkand’a bir emanet hüviyeti vermekte; okurlarına, gönüllülerine bir sorumluluk yüklemektedir.
Bizler bu kutlu mirasın vârisleri, büyük hizmet kervanının bir neferi olarak birlik beraberlik içinde hâdim olmaya niyet ettik. Zira Din-i Mübînimiz İslâm, müminlerin birlik ve beraberlik içinde olmasını emir buyurmuş, fitne ve tefrikayı men etmiştir. Nitekim Rabbimiz Âl-i İmrân suresi 103. Ayet-i Kerime’de şöyle buyurmuştur:
“Hepiniz birden Allah’ın ipine sarılın. Bölünüp parçalanmayın!”
Âlemlere Rahmet Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem ise şöyle buyurmuştur:
“Size cemaati tavsiye ederim. Ayrılıktan ve ayrılık çıkarmaktan sakının. Zira şeytan iki kişiden uzak durur. Onlara fitne veremez. Cennetin ortasını isteyen cemaatten ayrılmasın.” (Tirmizi, Fiten 7)
Bu ayet-i kerime ve hadis-i şerifler bizi Sünnet-i Seniyye’ye tam ittiba etmeye, birlik ve beraberliğe yöneltmiş, bu ikisi dışında kurtuluşun olmayacağını ifade ederek uyarmıştır. Maalesef günümüz İslâm dünyasında fitneler, tefrikalar artarak devam etmektedir. Bunlardan her mümin nasibini almaktadır. Allah Teâlâ Enbiyâ Suresi 35. ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
“Her nefs ölümü tadacak. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Hepiniz nihayet bize döndürüleceksiniz.”
Bu ayet-i kerime dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu hatırlatmaktadır. Bize düşen, imtihanı hakkıyla vermek adına sabretmektir. Sabrın ve duanın özünde ise şikâyeti terk edip Âlemlerin Rabbi’ne sığınmak vardır. Sabır sadece oturup beklemekten ibaret değildir. Gerektiğinde sükûnetle beklemek, gerektiğinde azim ve gayretle ilerlemeye devam etmektir. Her hâlükârda sabır, sebat ve ümitle çözüm aramaktır.
Âlemlerin Rabbi’ne şükürler olsun ki çözümsüz, ne yapacağını bilmez halde değiliz. “Evvel refîk, ba’de’l-tarîk” demiş eskiler. Yani “önce yol arkadaşı, sonra yol.” Refîk de belli, tarîk de… Bize düşen sabır ve sebatla bu yolda yürümektir. Vârisi olduğumuz mirasın, hâdimi olduğumuz ulvî hizmetin bereketiyle nice kapıların açıldığını, nice engellerin aşılacağını hep birlikte göreceğiz inşallah. Allah Teâlâ’nın nusretiyle, 26. yılını idrak ettiğimiz Semerkand, daima Ümmet-i Muhammed’in hizmetinde olacaktır. Bunun küçük bir parçası olabilmek en büyük duamızdır.
Yakup YAKUBOĞLU