Tarikat ve Ticaret
Bugün dinî saiklerle bir araya gelmiş insanların oluşturduğu cemaatler gibi tasavvuf terbiyesi veren bir kısım köklü ve gelenekli yapıların dolaylı da olsa eğitimle, basın yayınla, hatta bazı tüketim kalemleriyle ilgili ticarî sayılabilecek faaliyetleri var.
Gerçi bunlar çoğu zaman büyüklerin telkin ve tavsiyeleriyle başlatılsa da, bağlılarının veya sevenlerinin inisiyatifi ve gönüllü birlikteliği ile kotarılan işler. Kendi kurumsal sorumluluklarını üstlenmiş vakıf, dernek yahut ticarî yapı çatısı altında, yasalar çerçevesinde yürütülüyor ve devlet tarafından denetleniyor. Meşruiyetine de özen gösteriliyorsa söylenecek söz olmamalı. Ama ilk itiraz da bu meşruiyet özeninden, yani ticarette dinî ölçülerin gözetilmesinden kaynaklanıyor.
İslâm’ı yaşanılan hayatın dışında tutan bir anlayışla “din ayrı, ticaret ayrı” diyenlerin, dinî hassasiyetlere vurgu yapılmasını “din istismarı” sayıp böylece haksız rekabete maruz kaldığını söyleyenlerin “ticarî kaygıları”nı pek çoğumuz “din kaygısı” zannediyoruz. Böylelerinin ilk bakışta doğru gibi görünen iddiaları da bu zannımızı güçlendiriyor. Mesela, “köklü ve gelenekli yapıların ticaretle uğraşması yeni bir şeydir ve gelenekte yeri yoktur” diyorlar. Tarikatların varlık sebebini hatırlatıyor, tasavvufun dünyalık teminine alet edilmemesi gerektiğini vurguluyorlar.
Halbuki tekkelerin ayakta kalması ve fonksiyonunu sürdürebilmesinin dün de maddî bir maliyeti vardı bugün de var. Osmanlı döneminde bu maliyet tekke vakıflarının gelirleriyle, hatta bunlar yetmediğinde devlet desteğiyle karşılanıyordu. Dervişlerin, bağlı bulundukları tekkelere vakfedilen dükkân, han, hamam yahut değirmenlerin işletilmesi; bağ, bahçe veya tarlaların ekilip biçilmesi için vazifelendirildiği olurdu. Tarikatlarda eskiden de bir zaruret olması hasebiyle ticaretle uğraşılırdı yani. Bugün yeni olan, tekkelerin zaruri giderlerini karşılama dışında, toplumun geneline hitap eder tarzda ticarî meşguliyetin çeşitlenip genişlemesidir. Bu dahi yeni şartların zaruret haline getirdiği yeni ihtiyaçların karşılanması çabasından ibarettir.
Ali YURTGEZEN
- EKİM 2018
Gül Mevsimi Geçince
Hazreti Mevlâna kuddise sırruhû Mesnevi-i Şerif’te şöyle buyuruyor: “Gül mevsimi geçince gül kokusunu nereden alacaksın? Şüphesiz gül suyundan.” Gülden murad Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, gül suyundan murad ise mürşid-i kâmil, Evlâd-ı Resûl’dür.
Mehmet ILDIRAR
- KASIM 2017
Gönlümüzde Ne Var?
İnsanın değeri ve itibarı, elindekine değil gönlündekine göredir. Elinde dünya, gönlünde Mevlâ olanlara dünya ehli denmez, ehlullah denir. Gönlü dünyalık şeylerle meşgul ve dolu olan kimse, başında eski bir sarık, ayağında yırtık bir çarık, evinde bir günlük azık da olsa ona zâhid denmez.
Dilaver SELVİ
- ŞUBAT 2016
İnsansız İnsan
Bu başlık size saçma gelebilir. Ama insansız uçak, insansız araba, insansız şundan bundan sonra “insansız insan” çok da garip değil. Hatta çoktan üretildi bile. Batılı insan şizofreni derecesinde bölündü. Öyle ki geriye insandan bir şey kalmadı. Önce deri rengine, sonra ırklara, sonra ülke sınırlarına, sonra iktisadî sınıflara, sonra cinsiyetlere, şimdi de cinsel tercihlere böldü insanı. Bu kadar bölünen insan artık o birbiriyle tanışan, kaynaşan, muhabbet eden, birleşen “insan” değil. O artık bir “birey.”
“Birey” manasına gelen “individual” kelimesinin Latince köken anlamı “bölünemeyen” demek. Birey’den aşağıya daha da bölünebilse bu kelime de kullanılmayacak. Evet, “insansız insan” devrine girdik. İnsanî özellikler giderek eksiliyor. İnsanî duygular eksiliyor. Merhamet, şefkat, muhabbet yitip gidiyor. İnsana hizmet eden her şey de vasfını kaybediyor. Yediğimiz içtiğimiz de insanî olmaktan çıktı. Tavuk bile artık bir hayvancağız değil, bir sanayi ürünü. Katkı maddeleri, renklendiriciler, genlerimizi bile bozan nano-maddeler her şeyde, her yerde.
“İnsan gibi” yemek yemek, manzarayı seyretmek, bir arada muhabbet etmek neredeyse geride kaldı. Her şey bir teşhir malzemesi şimdi. Herkes sürekli bir şeyin resmini çekiyor. Bu resimler tanıdık tanımadık birilerine hızla gönderilip, bir daha yüzüne bakılmayan “insansız resimler” haline geliyor. Bir hatıra olması gereken resimler artık bir daha bakılmadan depolanan şeyler. İnsanlar, büyük bir misyonmuş gibi yüz küsur harfle mesajlar yazıyorlar. Tanımadıkları insanlarla belki de sahte isimlerle kavga ediyorlar. Bunlar da “insansız yazılar” artık.
Atilla PAMİRLİ
- EKİM 2016
Kızılelmamız Neresi?
Bugünkü şartlarda Kızılelmamız neresi olmalı diye de sormuştuk. Aslında sadece bugünkü şartlarda değil, her halükârda bizim ilk ve öncelikli Kızılelmamız kendi kalbimizdir. Kızılelma şimdi de her zaman olduğu gibi göğsümüzün sol yanındadır. Büyük cihat niyetiyle kalbimize sefer eyleyip, oradaki karanlığı söküp atmadan asla başka Kızılelmalarımız olmayacaktır.
T.Ziya ERGUNEL
- NİSAN 2015
Mümin Düsturu
Yeryüzünde iyiliği ikame etmek, güzel insanlar olmak, insanlara güzellikle muamelede bulunarak onlara iyiliği hatırlatmak, göstermek, kalplerine ümit aşılamaktır. Müminler olarak düsturumuz, ilkemiz budur.
Başyazı
- AĞUSTOS 2015
Hikmet - Tefekkür - İbret
“Hikmet taşımayan söz gevezelik, tefekkür bulunmayan sükût gaflet, ibret taşımayan bakış boşa oyalanmaktan ibarettir.”
Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh
Hal Dili
- AĞUSTOS 2015