Hepimiz halimizce Rabbimiz’i seviyor, O’nun tarafından sevilmek istiyoruz. O’nun gazabına uğramaktan da kaçınmaya çalışıyoruz.
Yine muhtemelen hepimiz, kıymet verilip yaratıldığımıza göre sevildiğimizi düşünüyor ya da bir şekilde sevileceğimizi ümit ediyoruz.
Fakat hadis-i şerifte buyurulduğu üzere bu din dilek ve temennilerden ibaret değil. Sevilmenin de gazaba uğramanın da sebepleri belli. Allah Tealâ bunları Kur’an-ı Kerim’de apaçık bildiriyor.
İnsanoğlunun dünya hayatını anlamlandıran, aynı zamanda ebedî alemini de şekillendiren şey inancıdır. Herkes inandığı, gönülden bağlandığı şeye yönelir. Yöneldiğini sever, bu sevgi uğruna nice fedakârlıklara katlanır.
Müminin sahip olduğu en büyük nimet, şüphesiz imandır. Bu imanla mümin, Yüce Mevlâ’yı ve O’nun Rasulü sallallahu aleyhi vesellemi sahip olduğu her şeyden çok sever. İman ve sevgi ayrılmaz bir bütündür. İmanın tadına varabilmek de Allah’ı ve Rasulü’nü bütün sevgilerin önünde tutmakla mümkün olur. Rasul-i Kibriyâ sallallahu aleyhi vesellem imanın bu derecesini şöyle beyan buyurmaktadır: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kimse imanın tadını alır: Allah ve Rasulü’nü her şeyden çok sevmek; bir kimseyi yalnızca Allah rızası için sevmek; Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi acı görmek.” (Buhârî, İman 16; Müslim, İman 15)
İmanın merkezine ilâhî muhabbet ve rızayı yerleştiren bu düstur, müminin Rabbi ile olan hukukundaki temel ölçüye de dikkat çekmektedir. Zira Yüce Mevlâ’ya iman eden her kulun önceliği, O’nun sevgisine ve rızasına mazhar olabilmektir. Lakin bu sevgi kuru bir iddiadan ibaret değildir, ispat gerektirir. Allah Tealâ’ya sevginin ispatı, O’nun emirlerine itaat etmek, yasaklarından uzak durmakla gerçekleşir.
Sevilen Kullar
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette Allah Tealâ, sevgi ve muhabbetine vesile olacak hal ve davranışları beyan etmektedir. Bu amelleri işleyen müminleri ise sevdiğini müjdelemektedir. Yüce Mevlâ’nın sevgisine mazhar olmak şüphesiz en büyük bahtiyarlıktır. Bu müjdeye nail olan müminlerin vasıfları Kur’an-ı Hakîm’de haber verilmektedir.
Ayet-i kerimelerden hareketle bu vasıfların neler olduğuna bakalım.
İhsan sahipleri
“Allah ihsan sahiplerini sever.” (Bakara 195; Âl-i İmrân 134, 148; Mâide 13, 93)
Hadis-i şerifte, “Allah Tealâ’yı görüyormuşçasına ibadet etmek” şeklinde tarif edilen ihsan, her hal ve durumda ilâhî gözetim altında olduğunun bilinciyle hareket etmektir. Bu, kulun Rabbi ile olan ihsan ilişkisidir. Bu ilişkinin tabii sonucu ise müminin her ameli, her işi elinden geldiğince en güzel şekilde yapmasıdır.
Bir de kullarla ihsan üzere ilişki hali vardır. Bu da her türlü iyiliği kapsar. Bu bağlamda Bakara suresindeki ayette ihsan hali, Allah yolunda ve cihad uğrunda infak etmek olarak tanımlanmakta ve infaktan uzak durmak “kişinin kendisini tehlikeye atması” şeklinde tarif edilmektedir:
“Allah yolunda infak edin, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İhsanda bulunun. Şüphesiz Allah ihsan sahiplerini sever.”(Bakara 195)
İslâm ordusu İstanbul’un fethi için ilk kez surların önüne gelince Ensar’dan bir zat atını Bizans ordusuna doğru sürdü. Bunu gören askerler, “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” ayetini kastederek:
– Şuna bakın! Kendini göz göre göre tehlikeye atıyor, dediler.
İslâm ordusunda bulunan Ebu Eyyûb el-Ensârî radıyallahu anh bunu duyunca şöyle dedi:
– Bu ayet, biz Ensar topluluğu hakkında nazil oldu. Yüce Allah Peygamberi’ne yardım edip dinini gâlip kıldığında biz; “Artık hurma bahçelerimizin başında durup onların ıslahıyla meşgul olalım” demiştik. Bunun üzerine işte bu ayet nazil oldu. Ayet-i kerimede buyrulan kendi eliyle kendini tehlikeye atmaktan maksat, bağ ve bahçe gibi dünyalıklarla uğraşmaya dalıp, Hak yolundaki gayretleri terk ve ihmal etmemizdir. (Ebu Dâvud, Cihad 22)
Âlimler, bu ayet-i kerimede kastedilen manaları birkaç başlık altında toplamışlardır:
- Mallarınızı israf ederek, geçiminizi daraltarak kendinizi tehlikeye atmayın.
- Cihaddan ve cihad için harcama yapmaktan kaçınarak kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Çünkü böyle yapmanız düşmanlarınızı kuvvetlendirir ve onların size musallat olmalarına yol açar.
- Allah yolunda harcama yapmaktan kaçınarak ve dünya malını çok severek kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. Çünkü bunlar ebedi helâke sebep olur. Bundan dolayıdır ki cimriliğe “helâk” denilmiştir. (Ebussuud, İrşâd, I, 433)
Bu ayet-i kerimenin tefsirinde Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyh şu açıklamaları yapar: “Allah yolunda infak, Allah’ın dini için infak anlamına gelir. Buna göre Allah’ın dini hususunda emredilen her türlü infak bu ayetin muhtevasına girer. Hac veya umre yapmak için olan harcamalar; ister bizzat katılmak suretiyle ister başkasının masraflarını karşılamak suretiyle olsun cihad için yapılan harcamalar; sıla-i rahim, sadaka, kişinin ailesi ve çocukları için yaptığı harcamalar; zekât ve kefaret olarak verilenler; yol ve benzeri hizmetlerin yapılması için verdiği sadakalar, hepsi bu kapsamdadır. Ancak bu ayetten önce cihad zikredilmiş olduğu için, burada murad edilen en uygun mana, bu infakın cihad hususundaki harcamalara hamledilmiş olmasıdır.” (Mefâtîhu’l-Gayb, V, 294)
Allah Tealâ’nın sevgisine mazhar olan ihsan sahiplerinin özellikleri diğer bir ayette şöyle beyan edilmektedir:
“Onlar, bollukta da darlıkta da Allah yolunda infak ederler. Öfkelerini yenerler. İnsanları affederler. Allah ihsan sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân 134)
İhsan sahibi kulların özellikleri açıklanırken her iki ayette de infaka vurgu yapılması, Allah Tealâ’nın sevgisini kazanmak için onun ne kadar kıymetli olduğunu gösterir.
Takva ehli
“Allah takva sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân 76; Tevbe 4, 7)
Manevi dünyamıza zarar verebilecek her türlü nefsanî ve şeytanî saldırı karşısında tedbirli olmanın, Allah Tealâ’nın emrettiklerini yerine getirme ve yasakladıklarından kaçınmada hassasiyet göstermenin Kur’an-ı Kerim’deki ismi takvadır.
Takvayı, mahzurlu olandan kaçınmak için gerektiğinde mahzurlu olmayan şeyi bile terk etmek (Tirmizî, Kıyâme 19) olarak tarif eden Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, işte bu emir-yasak hassasiyetine dikkat çekmektedir. Yine O’nun rahle-i tedrisinde yetişen Übey b. Ka’b radıyallahu anh takva halini, dikenli çalılar içinde yürürken elbisesinin zarar görmemesi için olanca dikkatini sarf eden kişinin haliyle tarif eder. (İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 164)
Kur’an-ı Kerim’de, “Allah takva sahiplerini sever” ifadesinin yer aldığı ayetlerde “ahde vefa” hususu da işlenmektedir. Verilen söze veya yapılan anlaşmaya sâdık kalmak anlamına gelen ahde vefaya takvasından dolayı özen gösterenlerin Yüce Mevlâ’nın sevgisine mazhar olacakları müjdelenmektedir.
“Her kim ahdine vefa gösterir ve ittikâ ederse (gereği gibi sakınırsa), şüphesiz Allah takva sahiplerini sever.” (Âl-i İmran 76)
Ebussuud Efendi rahmetullahi aleyh bu ayetin tefsirinde, her işin temelinin takva olduğunu; takvanın emredilenleri yapmayı, yasaklardan sakınmayı kapsadığını belirtir. (İrşâd, II, 80) Daha detaylı izahlarda bulunan Fahreddîn Râzî rahmetullahi aleyh ise ahde vefa ile takva arasındaki ilişkiyi şöyle açıklar:
“Bil ki bu ayet, ahde vefanın önemine delalet eder. Çünkü Allah’a itaat şu iki hususta gerçekleşir: O’nun emrine saygı ve mahlûkatına şefkat. Dolayısıyla ahde vefa her ikisini de kapsar. Ayrıca ahde vefa başkası hakkında olabileceği gibi, insanın kendisi hakkında da olabilir. Çünkü ibadetlerini yapmış, haramları terk etmiş kendine olan ahdini yerine getirmiş olur.” (Mefâtîhu’l-Gayb, VIII, 265)
Tevbe ile temizlenenler
“Allah çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.” (Bakara 222)
Tevbe, Allah Tealâ’nın sevgisini ve muhabbetini celbeden bir ameldir. Kulunun tevbesi karşısında Yüce Mevlâ’nın duyduğu sevinci Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle tasvir eder:
“Bir adam tek başına tehlikeli bir yolda yiyeceğini içeceğini taşıyan devesiyle yolculuk yapmaktadır. Bir yerde durup dinlenirken kısa bir süre uyur. Uyanınca bineğinin ortadan kaybolduğunu görür. Uzun zaman arar ama bulamaz. Artık ümidini kesip bir ağacın gölgesinde uyuyakalmışken aniden uyanır ve devesini karşısında buluverir. O kadar sevinir ki: ‘Allahım, sen benim Rabbimsin, ben de senin kulunum!’ diyecek yerde, ‘Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!’ deyiverir. İşte kulunun tevbesi karşısında Allah Tealâ’nın sevinci, bu kişinin sevincinden daha fazladır.” (Müslim, Tevbe 7)
Bununla birlikte tevbe, kulun Rabbi ile arasındaki bir dostluk bağıdır. Kişi Rabbi’ne ne kadar yakın olursa O’nun azametini de rahmet ve keremini de o kadar fark eder. Bu farkındalık kişiye bir taraftan acizliğini ve zayıflığını idrak ettirir, diğer ümidini besler. Bu anlayış onu tevbeye sevk eder. Bu yüzden Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem; “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler, tevbe ederim.” buyurur. (Buhârî, Deavât 3)
Tevbe, son nefese kadar açık tutulan rahmet kapısı ve başlı başına ilâhî bir ikramdır. Tevbe sadece işlenen bir günahtan dolayı yapılmaz, kişi yapamadıklarından, yaptıklarını layıkıyla yapamadığından dolayı da Rabbi’nden af diler. Tevbe Âlemlerin Rabbi ile bir irtibat ve yöneliştir. Daima yapılabilir. Günahtan sonra ise zaten gereklidir. Kaldı ki her insanın bir şekilde günah işleme potansiyeli vardır. İnsanoğlundan istenen meleklerin masumiyeti değil, haddini bilmesi, tevbeye yönelmesidir. Zaten işlenen günah samimi tevbe ile sanki hiç işlenmemiş olur. Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellemin buyurduğu gibi: “Günahlarından tevbe eden sanki hiç günahı olmayan kimse gibidir.” (Tirmizî, Kıyamet 49)
Sabredenler
“Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 146)
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette sabır ehli müminler övülmüş, sabretmelerine karşılık erişecekleri nimetler hatırlatılmıştır. Bu nimetlerin en kıymetlisi şüphesiz Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmaktır. Ayet-i kerimede, bu sevgiye hak kazananların özellikleri sıralanırken, onların Allah yolundaki gayret ve sebatlarına dikkat çekilir:
“Nice peygamberler vardı ki kendileriyle beraber birçok Allah erleri çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı yılmadılar, gevşemediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.”
Bir sonraki ayette ise sabırlarından ötürü ilâhî sevgiye mazhar olan Allah erlerinin yakarışları anılır:
“Onların sözleri şöyle demekten ibaretti: Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıktan ötürü bizi bağışla, sebatımızı arttır, kâfir topluluğa karşı bize yardım et!” (Âl-i İmrân 146-147)
Fahreddin Râzî rahmetullahi aleyh, bu ayetlerin tefsirinde Allah Tealâ’nın kulunu sevmesinin ne manaya geldiğini şöyle açıklar: “Kim Allah yolunda sıkıntılara katlanmaya sabreder, şikâyet etmez, acziyet ve sabırsızlık göstermezse muhakkak ki Allah böyle kimseyi sever. Allah’ın kulu sevmesi ise ona ikramda bulunmayı, onu yüceltmeyi dilemesinden, onun için sevaba ve cennete hükmetmesinden ibarettir. Bu ise istenebilecek şeylerin zirvesi ve en mükemmelidir.” (Mefâtîhu’l-Gayb, IX, 381)
Tevekkül sahibi olanlar
“Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân 159)
Allah Tealâ’nın kulu için sevip razı olduğu tavırlardan biri de tevekküldür. Tevekkül, insanın hedeflediği bir sonuç için sebeplere sarılmakla birlikte kalbiyle o sebeplere değil, Rabbi’ne bağlanıp dayanmasıdır. Tevekkül ehli kişiler bilir ki sebeplere başvurmakla emrolunduk. Fakat sonuçları yaratan Allah Tealâ’dır. O bir hikmete veya kulun ebediyetteki menfaatine göre bazen başka sonuçlarla da karşılaştırabilir.
Yüce Allah ayet-i kerimede, Nebî sallallahu aleyhi vesellemin şahsında tevekkül adabını açıklamakta, tevekkül sahibi kullarını sevgisiyle taltif etmektedir:
“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlanma dile. İş hakkında onlarla istişare et. Bir kere de karar verip azmettin mi artık Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân 159)
Yüce Mevlâ’nın sevgisini kazanan bahtiyar kullar bu saydığımız vasıflara sahip olanlardan ibaret değil. Ayet-i kerimelerde şu kulların da ilâhî sevgiye mazhar oldukları açıklanır:
- Âdil davrananlar (Mâide 42; Hucurât 9; Mümtehine 8);
- Maddi manevi kirlerden temizlenenler (Tevbe 108);
- Allah yolunda sağlam örülmüş duvar gibi kenetlenmiş halde mücadele edenler (Saff 4);
- Müminlere karşı mütevazi, inkârcılara karşı vakarlı ve şiddetli olup, cihad eden ve hiç kimsenin kınamasından korkmayanlar (Mâide 54).
Yerilen Kullar
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette, Yüce Mevlâ’nın sevmediği, hoşlanmadığı şeyler ve bunları yapan insan tipleri de konu edilir. Cenâb-ı Hakk’ın hoşnutluğundan mahrum kalan kulların vasıfları ayet-i kerimelerde şöyle haber verilir:
- Aşırı gidenler, haddi aşanlar (Bakara 190; Mâide 87; A‘râf 55);
- Fesat çıkaranlar ve bozgunculuk yapanlar (Bakara 205; Mâide 64; Kasas 77);
- Hain, günahkârlıkta ısrarcı, nankörler (Bakara 276; Âl-i İmrân 32; Nîsa 107; Enfâl 58; Hac 38; Rum 45);
- Zalimler (Âl-i İmrân 57, 140; Şura 40);
- Kibirlenen, böbürlenen, övünen ve şımaranlar (Nîsa 36; Nahl 23; Kasas 76; Lokman 18; Hadîd 23);
- Mahkeme hali hariç, söylenmiş çirkin sözü açık edenler (Nîsa 148);
- İsraf edenler (En‘âm 141; A‘râf 31).
Özetle, Allah Tealâ’nın sevdiği bütün hasletler, “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem 4) iltifatına mazhar olan Rasul-i Kibriyâ sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin şahsında toplanır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ı sevdiğini iddia eden ve O’nun da kendisini sevmesini isteyen herkesin Rasulullah sallallahu aleyhi veselleme tâbi olmaktan başka çaresi yoktur. Aksini yapanlar, yani itaat yerine isyanı veya yüz çevirmeyi tercih edenler inkâr batağına saplanmıştır. İlâhî ferman bu şekildedir:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân 31)
“De ki: Allah’a ve Peygamberi’ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmran 32)
Yüz çevirenler için Allah Tealâ’nın sevgisi söz konusu olamaz. Çünkü O kendisine itaat edenleri övmüş, sevgisini vaadetmiş, inkâr edenleri ise hor ve hakir olmaya müstahak kılmıştır. Bu ikinci durum Allah Tealâ’nın sevgisinin zıddı, yani gazabıdır. (Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, VIII, 198)
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bütün benliğiyle tâbi olup Cenâb-ı Hakk’ın sevgisine mazhar olan sâlih kulların gök ve yer ehli tarafından da sevileceği hadis-i şerifte haber veriliyor:
“Allah Tealâ bir kulunu sevdiği vakit, Cebrail aleyhisselâma; ‘Allah filanı seviyor, onu sen de sev’ diye emreder. Cebrail de onu sever ve gök ehline; ‘Allah filanı seviyor, siz de onu sevin’ diye seslenir. Bunun üzerine göktekiler o kimseyi sever. Sonra yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir sevgi uyanır. Allah Tealâ bir kula buğzettiği zaman, Cebrail’e; ‘Ben filanı sevmiyorum, onu sen de sevme’ diye emreder. Cebrail de onu sevmez. Sonra Cebrail gök halkına; ‘Allah filan kişiyi sevmiyor, onu siz de sevmeyin’ der. Göktekiler de o kimseyi sevmezler. Sonra da yeryüzündekilerin kalbinde o kimseye karşı bir nefret uyanır.” (Müslim, Birr, 157)
“Habîbullah” sıfatının sahibi Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin bize öğrettiği Hz. Davud aleyhisselâmın duasıyla Cenâb-ı Hakk’a iltica ediyoruz:
“Allahım! Senden seni sevmeyi, seni seveni sevmeyi, senin sevgine ulaştıran ameli isterim. Allahım! Senin sevgini bana kendimden, ailemden ve (susuzluktan kavrulmuşken sunulan) soğuk sudan daha sevimli eyle.” (Tirmizî, Deavât 72)