Bir taraftan yeni uluslararası oluşumlar, diğer taraftan ülke içindeki köklü sosyal sorunlar, rüyalar ülkesi ABD’yi sessiz ve derinden sarsıyor. Bütün dünyanın gözünü boyayan parlak cilâ, alttaki çürümeyi artık kapatamıyor. Onlar da bunun farkında.
Amerikalılar siyasetten hoşlanmıyorlar. Çünkü göreceli bir refah içinde yaşıyorlar. Ama bu hepsinin filmlerde gördüğünüz gibi zengin olduğu anlamına da gelmiyor. Tam on milyon kişi evsiz-barksız sokakta yaşıyor.
Amerikalılar, bizdeki gibi her köşe başında, her işte devletle burun buruna gelmiyorlar. Bir çok bürokratik işlem çok basit bir şekilde mektup veya telefonla hallediliyor. Apolitik bir toplum olmalarının bir sebebi de belki bu...
Orada siyaset konuşanlar da birbirlerine çok benzeyen insanlar. Bizdeki gibi birbirini düşman addeden pek yok. Çünkü her siyasi karar, devletin her yaptığı iş, sınırlı bir çevrede tartışılıp görüşülüyor. Ulusal siyasete halk pek karıştırılmıyor. İmparatorluk anlayışının bir yansıması da bu.
Halkın, o da meraklı kısmının karıştığı kararlar genelde yerel kararlar. Mesela polis şefini, yani şerifi bizdeki gibi içişleri bakanı atamıyor; o beldedeki insanların oylarıyla seçiliyor. Yine okulların idaresi, her ilçe bazında o yerde yaşayan insanlar tarafından seçimle belirleniyor. İlçe sakinleri ders müfredatını da belirleyebiliyorlar.
Kendini Gizleyen Devlet
Amerika'da devleti ortada görmek çok zor. Bütün ülkedeki memur sayısı bizdekinden daha az. Ama yine de toplumu sonuna dek kontrol eden bir mekanizma kurulmuş. Devleti eleştirmek, sadece izin verilen kesimlere serbest. Diğerleri için pek çok çeşit sindirme, susturma, bertaraf etme ve yok etme taktikleri uygulanıyor.
Her konuda serbestçe fikir serdedebilecek kesimler belirlenmiş. Bunların başında yahudiler ve zengin holdinglere sırtını dayamış devletten yana olan kişiler geliyor. Belki de yahudilerin varlıklarını en çok hissettirdikleri ülke, İsrail'den çok burası. Çünkü İsrail'de kendi aralarındaki çekişme çok derin. Oysa, ABD'de aralarındaki çekişmeleri unutup, sistemi kendi çıkarlarına göre idare etme imkanları var.
Medya, para işleri, üniversiteler, aydınlar, sinema, sanat dünyası onların kontrolü altında. Onların eleştirilmesi ise hemen hemen mümkün değil. Buna cesaret edenlere karşı hep bir olup, anında kampanya açıyorlar. Hıristiyanlık ve İslâm aşağılanabiliyor, ama kimse yahudilikle veya İsrail ile ilgili aykırı bir şey söylemeyi göze alamıyor.
Bu egemenlikte medyanın çok önemli bir rolü var. Biliyorsunuz, Amerikalılar dünyada en fazla televizyon seyreden insanlar. Ve genel kültürleri hemen hemen sıfır olduğu için, televizyon onların gerçek mürşidi. Televizyonda gördükleri şeyden daha doğru bir şey yok onlar için. Televizyon programları alabildiğince basit, seviyesi düşük ve reklam dolu. Kültür veya haber programları yok denecek kadar az. Ülkedeki hemen hemen bütün yerel ve ulusal televizyon kanalları ise sonuçta 3-4 holdinge ait. Onlar da doğrudan devletle irtibatlılar.
Promosyonlu İbadet
Amerika'da din önemli bir kavram. Gerçekten de hangi dinden olursa olsun, insanlar burada serbestçe yaşayabiliyorlar. İyi bir Amerikalı olduktan sonra dinin pek önemi yok. Hatta dindarlık teşvik de ediliyor. Mesela, televizyon kanallarını pazar günü parselleyen ve sahtekârlıkları her hallerinden anlaşılan misyonerler, rahatlıkla insanlardan dua karşılığı para toplayabiliyorlar. Kiliseler çoğu Batı ülkesine göre daha dolu. Kiliselerin canlı tutulması için çeşitli çareler düşünülmüş: buralarda piyangolar düzenleniyor, futbol maçları beraber seyrediliyor. Büyük kilise grupları da devletle yakın temastalar. Önemli bir kısmı İsrail'i destekliyor mesela.
Büyük İnsan Eleği
Amerika'da okullar bedava, ancak bizdeki türden devlet okullarında suçtan, uyuşturucudan, laubalilikten geçilmiyor. O nedenle parası yeten, özel okulları tercih ediyor. Okulların girişinde silah detektörleri var. Polisler nöbet bekliyor. Öğretmen-öğrenci ilişkileri tamamen rayından çıkmış durumda. Her okulda birden fazla çete görebiliyorsunuz. Bunların bir kısmı silahlı ve aralarında çatışıyorlar.
Amerika'nın işe yarayan kısmı, yani zeki olanlar, dinine, ırkına bakılmadan üniversiteye devam ediyorlar. Gerçekten işe yarayacak olanlara burs veriliyor. Aynen Osmanlı'daki devşirme sistemi gibi, başka memleketlerden zekâ devşiriliyor.
Bu elemeden arda kalanlar, yani sıradan olanlar içinse, dev kalabalığın bir parçası olma macerası başlıyor. Bir işe giriliyor, gezme-tozma, yeme-içme, evlenme-boşanma döngüsünde hayat tamamlanıyor. Dünyadan haberdar olmak gerekmiyor bu tür insanlar için: Onlar sistemin küçük dişlileri, somunları ve civataları. İşlerini iyi yaptıktan sonra rahatları da bozulmuyor. İstedikleri gibi gezip dolaşabiliyorlar.
Bu ülkede esas olan şey, insanları muhafazakâr hale getirmek. Bunun için mal-mülk alımını teşvik ediyorlar. Çok uzun vadelerle insanlara ev-araba alma imkanları var. Bu yüzden her Amerikalı'nın rüyası bir eve ve iyi bir arabaya sahip olmak. Bir de filmlerde kendilerine gösterilen oyuncuların tipine, hayat tarzına benzemek...
Biraz Roma, Biraz İngiliz, Biraz da Osmanlı
1770'lerde Amerika'yı kuranlar -ki çoğu aristokrat özentili beyaz insanlardı- böyle bir toplum oluşturmayı bir bakıma önce kafalarında şekillendirmişler. Sanki şöyle demişler: “Öyle bir ülke kuralım ki, her şeye açık olsun. Ama idaresi ancak etkili çevrelerin tekelinde olsun. Herkese kapısı açık olsun; herkesin emeğini, birikimini, enerjisini kullanarak dünyada bir güç olalım...” Bunda başarılı oldukları çok açık.
Amerika tam bir toplum projesi: tasarlanmış, hesaplanmış, boşaltılmış bir coğrafyada nisbeten dış müdahale olmadan uygulanmış. Halâ da uygulanıyor. Politikalar dar ve kapalı bir çevrede belirlendiği için, halk denek olarak kullanılabiliyor. Nitekim, komünistlerin memleketi işgal edecekleri gibi boş bir hayal bile geçmişte onları onlarca yıl korkutabildi.
Amerikan devlet sistemi Roma İmparatorluğu, İngiltere ve Osmanlı'yla benzerlikler gösteriyor. Senato kavramı ve salonu Roma'dan mülhem. Başkanlık sistemi de öyle. Toprak sistemi ve idari mekanizma İngiltere'yle; insan devşirme, vergilendirme gibi konular da Osmanlı'yla benzerlik gösteriyor.
Küçük, kapalı, sadece müsaade edenlerin girebildiği zeki insanlardan oluşan bir devlet mekanizması kendini günlük hayatta göstermemeye gayret ediyor. Çok farklı çıkarlara sahip kesimlerin ortak çıkarı, bu geminin yürümesi. Bu yolda İrlanda kökenli katolikle, Alman kökenli protestan veya yahudi kökenli ler arasında bir fark yok. Bu bakımdan büyük bir başarı sağlanmış denilebilir.
Başkan Ne Kadar Güçlü?
Amerikan başkanları yukarıda saydığımız belirli çevrelerin onaylaması gereken insanlar. O yüzden seçimlerden başarıyla çıkmak için, mutlaka büyük holdingler ve İsrail ile ilgili destekleyici mesajlar vermeleri gerekiyor. Bu yüzden hiçbirisi sırf zekâsı, bilgisi veya tecrübesi için dünyanın en etkili makamına gelmiyor.
Clinton buna iyi bir örnek. Sebep olduğu skandala rağmen onu halâ ayakta tutan şey halkın güveni değil, onu destekleyen etkili çevrelerin ve özellikle Yahudi lobisinin güveni. Aynı şekilde bir başkan eğer onlarla ters düşerse ya Kennedy gibi öldürülebiliyor, ya da Nixon gibi bir skandal vesilesiyle koltuğundan olabiliyor.
Sonun Başlangıcı
Ne kadar büyük bir güç olursa olsun, ABD de sonun başlangıcında. Dış ve iç sebeplerle ivmelenen bir son bu. Bir kere ülke, Vietnam Savaşı'nı fiilen kaybettikten sonra en azından iddia bakımından gerilemeye başladı. Sovyetler'e karşı Avrupa'yı kontrol altında tutmanın menfaatini yerken, komünist imparatorluk çöktükten sonra bu kez himaye ettiği Fransa ve Almanya gibi ülkelerin rekabetini görmeye başladı. Artık eskisi gibi bütün dünyanın yüzde 60 sermayesine sahip bir ülke değil ABD. Etrafında Avrupalılar'ı toplama kabiliyeti giderek kayboluyor. Irak ve nükleer silahlar konusunda Fransa'nın muhalefeti, aslında Avrupa'nın ABD'ye "artık bizi rahat bırak" mesajını iletiyor.
Sonun başlangıcının ikinci nedeni iç dinamiklerle ilgili. ABD bir göçmen toplumu olmasına rağmen, ülkedeki beyazlar, zenciler ve hispanikler arasında gittikçe büyüyen bir güven uçurumu var. Yabancı düşmanlığı Avrupa'daki kadar olmasa da canlanıyor. Diğer taraftan aileler dağılıyor. Dünyada en çok boşanan insan sayısı bu ülkede.
Çocuklar şiddet ve uyuşturucuyla çok erken yaşlarda tanışıyorlar. Bugün Amerika'nın pek az şehrinde akşamları güvenle sokağa çıkabiliyorsunuz. Ahlâk giderek bozuluyor; normal erkek veya normal kadın olmak, giderek hafife alınan bir hal olmaya başlıyor. Gençler, müzik, uyuşturucu ve fuhuş ile yaşamaya alışıyorlar. Görev, iş-güç artık onları ana-babaları kadar ilgilendirmiyor.
Yani kısacası, bir zamanlar bugünkü Amerika'yı ortaya çıkaran köle-tüccar-okumuş dengesi bozuluyor. O yüzden yeni tehlikeler bulup, insanları korkutarak devlete yeniden kazandırmak gerekiyor. İşte bu yeni tehlikenin adı İslâm...
Dünyanın en zengin ve güçlü ülkesinde sokakta huzurla yürünemiyorsa, artık orası bitmiş demektir. Dünyanın en eğitimli ve teçhizatlı askeri, Bosna ve Kosova'da olduğu gibi savaşlara girmekten kaçınmaya başlamışsa, orada rahatlık sorun olmaya başlamış demektir.
İşte kimileri için "rüyalar ülkesi" olan Amerika, tıpkı diğer imparatorluklar gibi altın çağının hemen ardından son kabusuna doğru seyahat ediyor.