Dergi: Sırât-ı Müstakim Makale: Eşref Edip Tarih: 23 Recep 1329 Perşembe (20 Temmuz 1911) Orijinal Başlık: Anadolu’da Salgın Hastalıklar
Biz birçok defalar söyledik ve yinede söyleyeceğiz, asla söylemekten usanmayacağız ki Osmanlı Devleti’nin asıl gövdesi Anadolu’dur. Böyle olmakla beraber yetim gibi en az bakılan da o mübarek kıtadır. Zavallı Anadolu, vatanı iç ve dış düşmanlara karşı korumak için gürbüz evlatlarını Karadağ’a, Bulgar sınırlarına, Arnavutluk kayalıklarına Yemen çöllerine gönderir, ana ata ocaklarından ayırır. O soğuk dağlar, o ateşli kumlar bu itaatkâr, bu sâdık kahramanların birçoğuna kardan, ottan mezar olur. Böylece seneden seneye tarlayı sürecek sağlam kollar, nesli arttıracak koç yiğitler eksilir, durur! Sanki bunlar yetmemiş gibi diğer taraftan salgın hastalıklar da o ana, ata ilini kavurmakta, ıssızlaştırmakta; isyanlar, savaşlar birbiriyle yarışmaktadır. İşittiklerimiz gerçek ise, şu sıralarda kolera, Anadolu’nun bazı köylerini zehirli diliyle yalayıp büsbütün yok etmiştir!
Memleketin her tarafından iyi haberler alabilen Tanin Gazetesi geçen nüshalarının birinde şu bilgileri veriyor ki ne kadar çok okunur ve düşünülürse o kadar faydalıdır: “Kütahya’da bir müddetten beri hüküm süren koleranın şiddeti gayet artmıştır. Aldığımız bilgilere bakılırsa hastalığın önlenmesini sağlamak için İstanbul’dan gönderilen doktorlar ile Kütahya’da daimî istihdam edilen doktorlar kayda değer bir sonuç elde edememişlerdir. Hiç kimse hastasını haber vermediğinden hastalık aralıksız bir şekilde artmakta ve yayılmaktadır. Pek çok hasta varsa da yakınları tarafından haber verilmeyip gizlenmektedir.”
Kütahya kasabasında vaziyet böyle pek elim, pek feci olduğu gibi, devamı da bize iyimserlik verecek bir şekilde değildir: Kütahya köylerinde kolera kıştan beri mevcut imiş, kışın şiddeti ve yerli halkın cehaletinin sonucu olarak hastalık o zaman duyulmamış! Beş on gün önce salgın artık dayanılamayacak bir hal alıp tehditkâr olmaya başladığından köylüler hükûmete müracaat etmişler. İlçe merkezi olan Tavşanlı’da kolera büyük tahribatlara sebebiyet vermekte olduğu gibi, bu ilçeye bağlı köylerde hasta ve ölü sayılarının korkunç rakamlara vardığı anlaşılmaktadır. Böyle dehşet verici bir vaziyet karşısında her gayretli ve merhametli Osmanlı vatandaşının, kalbinde derin bir üzüntü hissetmemesi mümkün değildir.
Her yerde nüfusu arttırmak için akla gelen gelmeyen bin türlü çareye başvuruluyor. Bekârlardan vergi almak gibi, üçten fazla çocuğu olan babalara maddî yardımlarda bulunmak gibi tedbirler... Şimdi önümüze gelen şu haber bütün bunların sebebini gayet iyi açıklıyor. Biz bu gibi durumlardan ne zaman gerektiği gibi ders alacağız?
Daimî hastalıkların tedavi çarelerini araştırıp gereken tedbirleri almakta ihmal göstermek nasıl büyük bir günahkârlık ise, kolera gibi bir felaketin önünün alınmasında müsamahakâr davranmayı tercih etmek de cüretkârâne işlenmiş feci bir cinayet olur!
Biz devleti yöneten kurumlarımızın böyle bir cinayeti kabul etmeyeceğine kesinlikle eminiz. Dolayısıyla ümit ederiz ki İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve diğer kurum kuruluşlar hemen Kütahya’nın imdadına yetişecekler.
Kolerayı oradan savmak pek kolay: Madem ki buradan gönderilen doktorlar her nasılsa ahalinin itimadını kazanamamışlar; yerlerine başkaları, gereken donanıma sahip olanlar gönderilmeli ve bunların da başarıya ulaşmaları için her türlü destek, ilaç ve imkânla eksiksiz bir şekilde donatılmalıdır.
Bu gibi durumlarda bir dakika gecikme göstermek, telafisi imkânsız hatalara sebebiyet verir. Kütahya gibi millî tarihimizde çok şerefli ve saygıdeğer bir yeri olan bu saf ve feyz dolu Osmanlı yurdunun, bir zamanlar eşsiz ve muhteşem sanatı dillerde destan olan o bulunmaz güzellik membaının, kolera gibi bir felaketten kurtulması küçük bir yardımla mümkün olacaktır. Bu yardımın esirgenmesi vatanın mukaddes sînesinde kapanmaz yaralar açacaktır.
Anladık: İsyanları ecnebîler teşvik ediyor. Bir takım şöhret düşkünü, şahsî menfaatlerinin kölesi hainler ve bozguncular da onlara âlet oluyor... Bu isyanları bir defa başladıktan sonra askersiz, silahsız söndürmek de mümkün değil... Bunun üzerine birkaç senedir sonu gelmeyen askerî sevkiyatlar da mecburidir. Hükümet bunları yapma konusunda elbette mazurdur. Peki, Anadolu’yu tüketmekte o sevkiyattan asla geri kalmayan bu salgın hastalıklar da mı öyle? Bunlara karşı da hükûmetin hiçbir çaresi, tedbiri yok mu?
(Yazının dili güncellenmiş ve önemsiz değişiklikler yapılmıştır.)