Aramak

Bakkalın Rüyası

“Bırakıp gittiler” diyerek girmenin tedirginliğini alıyor verdiği tepkiye çok şaşırmıştım. Müşterilerini AVM’lere kaptırdığı günlerdi. Üzüldüğü, kırıldığı hâlinden belliydi. Eskiden, küçük pasajın içindeki büfe kadarlık bakkalına girip çıkanların haddi hesabı olmazdı. İhtiyarından çocuğuna bütün mahalleliyle bir ünsiyeti vardı. Satış yaparken tartının müşteriden yana ağır basmasına çalışırdı. “Ben hakkımı helal ediyorum. Yeter ki hakkım size geçmesin” derdi. Mahalleli de bu tavırlarını takdir eder. Bir emanet bırakılacağı zaman ona gider. Çocukları oyun oynayacağı zaman “bakkalın önünde oynayın” der. Arabası olanlar onun görebileceği bir yere park ederdi.

Doğrusu çoğu bakkala benzemiyordu Necip abi. İçeriye girdiğiniz anda misafirini bekleyen nezih bir ortam karşılardı sizi. Ürünlerin üzerinde toz ve kirden eser yok. Daha sonra sıcak bir tebessüm. Bilmediğiniz bir ortama girdiğin an burnuna çarpan deterjan kokusuyla karışık ekmek ve gofret kutusundan öteye gidemedi.

O ünlü “veresiye verenin hali ile veresiye vermeyenin hali” karikatürü tezgâhın arkasındaki duvara asılmamıştı mesela. O kara kaplı, sayfalarının köşesi kıvrık, şiştikçe şişen veresiye defterini de hayırsever biri satın alıp giderdi.

Çoğu bakkalın önünde olan taburelerden onda da vardı. Burada nice dertler anlatılır nice sıkıntılara çözüm aranırdı. Mahallenin tüm sırrı bu taburelerde ifşa olmuştu. O yüzden bir sorusu, sorunu olan herkes Necip abiye gelirdi. Mahallede ne oldu ne bitti? Kimin düğünü, taziyesi var? Mahmut amcanın çatısı neden akıyor? Sedat abiler işe gidince çocuğa kim bakacak? Hepsinin cevabı ve çözümü bu taburelerde bulunurdu. Kıraathanelerde konuşulan hava cıva sohbetlerin toplamından daha gerçekti konuşulanlar.

Kendisini hep toplum huzurundan sorumlu biri olarak gördü Necip abi. Yüzü asık bir müşteriyi, yoldan geçen birini görünce;

– Hayrola, bir sıkıntın mı var? Allah afiyet versin, derdi.

– Yok abi, bi’ şey yok, cevabını alırdı.

İşte o zaman kendi dertlerinden bahseder, muhatabının açılmasına yardım ederdi. Küs olanları barıştırır, düşmanları dost ederdi. Mahallenin aykırı insanları bile oraya adım attığı an kültürün tarihe inatla direnen bu yapısı karşısında düğmesini ilikler, kendisini sorgulamaya başlardı.

Mahallenin ruhuydu bakkal. Küçüklerin parası yetmediği halde almak istediği çikolatayı kırmayıp veren bu adamdan kanaat etmeyi, tevekkülü, paylaşmayı öğrenirdi. Büyükler sabah erkenden açıp gece geç saatte kapatan bu adamdan çalışmayı, adaleti, diğergâmlığı öğrenirdi. Halbuki ilkokul terkti Necip Efendi. Bir öğretmenden daha çok şey kattı bu mahalleye.

Demek isterdim ey okur!

Sonra da “neden bu kültürü kaybettiniz de AVM’lere koştunuz?” diye kızmak isterdim sizlere. Böyle bir potansiyeli vardı çünkü bakkalların. Modern tüketim alışkanlıklarının karşısında durabilecek, gelenekten aldığı güçle ihtiyacı belirleyecek ve tüketime şekil verecek bir alt metne sahipti.

Eğer zamanın ruhuna yenik düşmeseydi, kolaya aldanmasaydı inatla varoluşunu sürdürebilir bir kültürel akışın simgesi olabilirdi. Karz-ı hasen kültürünün. Halbuki içeri girdiğin an burnuna çarpan deterjan kokusuyla karışık ekmek ve gofret kutusundan öteye gidemedi. Mahallenin dedikodu ve magazin merkezlerinden biri olarak kaldı.

Elhak, hâlâ dürüstlüğüyle, iş ahlâkıyla saygı duyulan ve sevilen bakkallar da yok değil. Fakat onlar da AVM’lerin ürün çeşitliliği ve fiyat avantajıyla nasıl yarışabilsin? Bir tüketici olarak ilk önceliğimiz mahallemizdeki böyle esnaflardan alışveriş yapmak olmalı. Mümkün mertebe bu insanlara yardımcı olmalıyız. Biraz da komşuluk hatırına.

Bazen içimizden “bugün de başka yerden alsam” diye geçirdiğimizde, Hasan-ı Basrî hazretlerinin daha pahalı olduğu halde alışverişini komşu esnaftan yaptığının anlatıldığı şu menkıbe gelebilir mi? Ona neden böyle yaptığı sorulduğunda;

– Bu insan bize güvenip buraya dükkân açmış, onu yüz üstü bırakmak olmaz, demiştir.

Farz, vacip veya sünnet bir amelden bahsetmiyor Hasan-ı Basrî hazretleri. Yüzüstü bırakmak diyor. Yakınındaki esnaftan alışveriş yapmayı vicdanî bir sorumluluk sayıyor. Bir vefa borcu, hatta komşuluk hukuku kapsamında değerlendiriyor.

Elbette bu işin iki tarafı var. Öncelikle esnaf insanların güvenini zedeleyecek davranışlardan kaçınmalı, komşu olduğunu bilmeli. Malında da ilişkilerinde de bir kalite, temizlik ve nezaket seviyesi olmalı.

Keşke biz müşteriler de reklamların ittiği tamahkârlıktan kendimizi koruyabilsek. Markaların, ışıltılı vitrinlerin cazibesine karşı kendimizi tutabilsek. Mesela “kifâf-ı nefs”i hatırlasak. Dünyaya dair yaralarımızı yine dünya ile pansuman edemeyeceğimizi bilsek.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy