Efendim, bir zamanlar bendeniz de bir Türk filmi için hikaye, yani senaryo yazmıştım. Hatırlarım, gece-gündüz çalıştım. Epey kurşun kalem, silgi, paspas, fren balatası, çay bardağı, ayakkabı ve gömlek eskittim. Ama nihayetinde sosyal içerikli güzel bi hikaye yazıverdim. Hikaye şöyle gidiyordu:
Zengin bi ailenin oğluyla, fakir bi ailenin oğlu arkadaş oluyorlar. Zengin çocuk (ki Göksel Arsoy oynayacaktı) pek şımarık. İlla “çağ atlayacağım” diyor. Fakir çocuk (ki Cüneyt’ten başka herkes oynayabilirdi) ise pek utangaç. İp bile atlayamıyor. Durmadan iç çekiyor, çekemediği vakitlerde ise çekici çağırıp öyle çektiriyor. Fakir çocuk, tahsil görüp doktor olmak istiyor. Amma onda para ne gezer! Zengin çocuk da babasından (merhum Hulusi Kentmen) gördüğü için durmadan çalmak, çırpmak, adam bulup ihale kapatmak hevesinde. Neyse efendim, ikisi de diyorlar ki, bi banka soyalım (reklam olmasın diye hangi banka olduğunu söylemiyoruz). Planlar yapıyorlar, krokiler çiziyorlar, fasıllar geçiyorlar, karanlık odalarda yanan tek bir lambanın altında silahla (bu rolü Kolt oynayacaktı) provalar yapıyorlar. Nihayet soygun günü geliyor
İki arkadaş bankanın önünde buluşacaklar. Fakiri, halk ağzında “tornet” tabir edilen uzun tahtaların altına sabitlenen rulmanlar marifetiyle hareket eden sütçü beygiri gücündeki garip bir taşıta biniyor. Zengini ise mersedesine atlayıp son sürat yola çıkıyor. Gelin görün ki, trafik polislerinin tüm kibarca ricalarına rağmen, yolda yürüyen insanlara çarparak ilerleyen zengin çocuğun arabasının benzini yarı yolda bitiyor. Fakir çocuk ise tornetinin üzerinden, elbette bu arada kendisinin de üzerinden geçen bi skoda kamyonet tarafından hastanelik ediliyor. Zengin çocuk benzinliğe yürümemek için bi benzin tankerini silah zoruyla durdurup benzin alırken, zabıta tarafından suçüstü yakalanıyor. Fakir çocuğu ise trafik kazasından sonra hayırsever başka bi fakir vatandaş (Sami Hazinses) el arabasıyla hastaneye (elbette devlet hastanesi!) yetiştirmeye çalışıyor. Ama ona da bu kez at arabası (markası bizde mahfuz) çarptığı için bi kez daha hastanelik oluyor.
Efendim, uzatmaya gerek yok, zengin çocuk zabıta karakolundan, fakir çocuk da hastaneden elini-kolunu sallayarak çıkıyor. Tabii fakirin eli-kolu kırık olduğu için mecburen öyle sallayarak çıkıyor. İki arkadaş bi köprü altında buluşuyorlar. Zengin çocuk sistemin ona verdiği eğitime lanetler ediyor, tövbe ederek mersedesini fakir arkadaşına hediye ediyor. Fakir çocuk da kamyonetin ezdiği tornetinden geriye kalan hayattaki tek rulmanını zengin arkadaşına hediye ediyor.
Size mutlu son gibi geldi değil mi? Öyle değil. Madem sosyal içerikli olacak, toplumsal dertlerimize parmak basacağız. O halde filmin sonunu bekleyin: Fakir çocuk birden ehliyeti olmadığını unutup mersedese atlayıp gazlayınca, memleketimizin gururu tarihi çukurlardan birine düşüp mevta oluyor. Aynı esnada, zengin çocuğun babası, fakir arkadaşının verdiği rulmanı elinden alıyor. Hemen bu rulmanı taklit edip, yerli bi rulman sanayii kuruyor. Bozuk malzeme kullanıp, millete fahiş fiyatla satarak servetine servetler katıyor. Daha da büyüyüp, Keçi Holdingi kuruyor.
Milletimizi gözyaşına boğacağı ve içtimai sulhe vesile olacağı kat’i bu filmi nedense kimse çekmek istemedi. Çekenler ise sadece bana zılgıt çekenler oldu. Efendim ben bu nadanlığı halâ anlayabilmiş değilim. Siz anladınız mı Allahaşkına?