Aramak

Bir Kurban Bayramı Hatırası

Kurban bayramı geçeli epey oldu efendim. Ama benim aklıma -ihtiyarlıktan mıdır nedir- daha şimdi geldi. Eski hatıralardan birini anlatayım efendim. Bir kerresinde ecnebi bi memlekette talebe iken, bir Türk beyefendi biz Türk talebeleri mübarek kurban bayramı vesilesiyle evine davet etti. Hemen icabet etme telaşına düştük. Gözümüzü kan değil, et bürümüştü o vakitler. Kafir memlekette haramdır diye zaten et yiyemiyoruz. Helal et bulmak müşkil, bulsanız da kasabın pisliğinden zaten kapıdan içeri giremiyorsunuz. Hadi girdiniz diyelim, kasapla efendice anlaşacağınız bir müşterek lisan maalesef olmuyor. Hadi anlattınız derdinizi, anlaştınız diyelim. Bu kerre de fiyatlar cebinizi, elinizi, poşetinizi, velhasıl ocağınızı yakıyor. Her neyse. Bizde sade gurbet değil, et hasreti de büyümüştü. Efendim, kurban bayramı sabahı, bizler cümbür cemaat yıllardır o ecnebi memlekette yaşayan din kardeşimizin evine hücum eyledik. On-onbeş kadar varız. Beyefendi bizleri sevgiyle karşıladı, bayramlaştık. İçeriden nefis bir et kokusu geliyor ki, sormayınız. Efendime söyleyeyim, az bir vakit geçip de nefis et kavurmaları teker teker sofraya dizilince hepimiz bir cezbeye kapıldık. Kimimiz ah çekiyor, kimimiz et tabaklarının fotoğrafını. Kimimiz sevincinden ayağa kalkıp Onuncu Yıl Marşı terennüm ediyor, bazımız da şükür duaları okuyor. Velhasılı, hep birden masaya üşüştük. Lokmalar katarcılık oynarken boğazımızda, birden olayın vahametini kavradım. Arkadaşların kaba tavırları nezaket kaidelerini alt-üst etmişti. Hemmen yanımda oturan ve mektepte kabiliyetsiz olan, amma et lokmalarını götürmede pek mahir gözüken Murat’ın eline vurdum. Boğazımı temizleyip, öksürünce arkadaşlar ellerindeki çatalları bıraktılar, sustular. Tabii bazı kendini bilmez arkadaşlar: “Ne o Reha ağabey? Boğazına kemik mi kaçtı ki öksürüp aksırıyorsun?” deme boşboğazlığını gösterdiler. Ama ben istasyon şefi edasıyla elimi havaya kaldırınca, durumun ciddi olduğunu anladılar. Nihayet ortalık sakinleşince, ayağa kalkıp, ev sahibine doğru yüzümü çevirdim: “Efendim, bütün bu zavallı arkadaşlarım ve bendeniz davetinize teşekkür ederiz. Kestiğiniz kurbanı da Allah kabul ve mübarek etsin” dedim. Arkadaşlar, yaptıkları edepsizliği anlamışlar, kimi boğazındaki lokmayı yutamıyor, kimi de yüzü kızarmış bir şekilde yere bakıyordu. Allah’tan, Reha Sümbül yine cemiyetin bir ayıbını gidermişti. Ev sahibi beyefendi de ayağa kalkarak   bizlere yöneldi ve şöyle hitab etti: “Hepiniz hoşgeldiniz. Afiyet şeker olsun evlatlarım. Sizlerin boğazından geçen her lokma benim için bir şereftir. Lakin bir yanlış anlama var galiba. Ben bu sene kurban kesmedim ki. Bu etleri yandaki süpermarketten aldım.”  Amman Allahım! Bu adam ne diyordu? Bizlerin kurban eti sanıp, dualarla mideye indirdiğimiz etler, meğer kafirlerin kestiği haram et değil miymiş! Hemmen özür dileyerek toparlandık, adam “durun-murun” dedi, ama Abbas bir kez yolcuydu. Bu vak’adan şunu anlamış olduk. Mesele et meselesi değil, kurbiyet, yani yakınlık meselesi. Anladık ki, bizi davet eden beyefendinin yakınlığı da Hüda’ya değil, hemen yanındaki süpermarkete kadarmış. Ne yaparsınız! O bayramı, bu elim vak’ayı unutmaya çalışarak, gözlerimiz yaşlı, otlu-sebzeli nimetleri yiyerek geçirdik!
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy