Cenâb-ı Mevlâ mübarek kitabımız Kur'an-ı Kerim'de mealen şöyle buyuruyor:
"Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez." (Nisâ 36)
Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Kibir, o kimsenin hareketidir ki hakkı inkâr eder ve insanları hakir/düşük görür."
Ahlâk-ı zemîmenin en başına gelen kibir iki kısma ayrılır. Zâhirî kibir, yapıp ettiklerimizde dışa yansıyan, insanların kolayca fark edebildiği kibirdir. Bir de bâtınî kibir dediğimiz, insanın iç dünyasına yerleşmiş, onun huyu olmuş kibir vardır ki, içten içe çürütür, Rabbi ile münasebetini ve maneviyatını doğrudan etkiler.
Ciddi bir iç denetim yani murakabe gerektirir. Yine zemmedilmiş bir huy olan "ucub" ise kendini beğenmek anlamına gelir ve genellikle kibir ile çok karıştırılır.
İnsan neden kendini beğenir ve başkalarını beğenmez? En başta bu bir hamlık halidir. Aklın ve nefsin yeterli veri olmadan yaptığı sığ bir kıyastır. Kişi bilmez ki hakir gördüğü kişinin Rabbi katında üstün bir kıymeti olabilir.
Günümüzde artan şiddet vakalarına bir de bu gözle bakmak lazım. Bu kibir ve şişkin ego, kendini çaresiz ya da aciz hissettiğinde bir tür cinnete kapılıp derhal şiddete başvurur.
Kibir, İblis'in isyanında olduğu gibi kulun Rabbi ile münasebetini bozduğu gibi müslümanlar arasında da bozgunlara sebep oluyor. Şartlar ne olursa olsun, biz güzel ahlâka, takvaya, tevazuya tâlibiz.