Gençliğin yaşadığı sorunların çözümünde, kusurların ve hataların düzeltilmesinde yasalar ve kurallar ne ölçüde etkili olabilir? Ya da gelenekleri, töreleri öne çıkararak yasakçı bir tavır takınmak gerçekçi bir çözüm yolu olabilir mi?Yasaklar her zaman ilgi doğurur, bu bir toplumsal vakıadır. Çünkü yasaklanacak şeyin varlığı olduğu sürece, o şeye ulaşmayı yasaklamak da anlamsızlaşır. Zaten yasakçı tutumun da genellikle pek işe yaramadığını pek çok yerde görebiliriz. Mesela gençliğin alkol kullanmasını önlemek için meyhanelerin-birahanelerin okullardan en az 200 metre uzakta açılması şartını koymak, bu soruna ciddi bir çözüm olamaz. Televizyon veya sinemalardaki müstehcen görüntülerden çocukları korumak için “18 yaşından küçüklere izlettirmeyin” diye bir uyarıda bulunmak da böyle. Aksine, dediğimiz gibi yasak olan şeylere karşı merak duygusunun daha da arttığı hepimizin malumu. Hangi sorunu tartışırsak tartışalım, herkesin üzerinde fikir birliği içinde olacağı temel yöntem, öncelikle sebepler üzerinde durmaktır. Gençliğin genel görünümüne bakıldığında ise, şikayet konusu olan manzaranın şu olduğu görülür: Erken yaşta çalışmak ve ev geçindirmek zorunda kalanlar hariç, gençlik kahvehane ve oyun salonlarında. Büyük şehirlerde, geleneksel değerlerin aksine, kızlı-erkekli gruplar halinde nefsanî hevesler içinde, yaşadığı anın zevkini çıkarma peşinde. Ne giyeyim, nasıl eğlenip, nasıl ilgi çekeyim telaşı, genellikle bütün hayatlarını kuşatmış. Henüz bağımlı hale gelmese de, tahmin edilenin çok üstünde bir oranda alkol ve uyuşturucu kullanımı ciddi tehlike sinyalleri veriyor. Manevi değerlere gelince, ancak çok büyük felaketlerle karşılaştığında veya zorda kaldığında Allah hatırlanıyor. Tabii eğer inanıyorsa.
Bizler İçeriden, Onlar Dışarıdan...
Önce sebepler üzerinde düşünmek gerekir demiştik. Bu görüntünün altında yatan gerçek ve tek sebep, gencin kendi özüne yabancılaşması, gerçek benliğinden kaçmak istemesidir. Elbette bu kaçışın da sebepleri var. Özüne yabancılaşma konusunda öncelikle iki suçlu bulunuyor. Birincisi biz yetişkinlerin yanlış tutumları, ikincisi genç kuşakları hedef alan yoğun propaganda ve kültür aktarmacılığı çabaları. Böylesine iki taraflı bir çatışma ortamında kalan gencin bir kaçış psikolojisi yaşaması tabii değil mi? Bu manzara karşısında, çoğumuzun yaptığı gibi acımak ya da ayıplamak sorun çözmüyor. Şikayete konu olan durumun birinci sebebini kendi yanlışlarımız olarak tespit ettikten sonra şunu belirtelim: İster bir vatandaş, ister bir uzman, ister bir ebeveyn olalım, genç kuşaklarla aramızda oluşan derin uçurum konusunda kendimizi yeterince sorguladığımızı söylemek çok zor. Sorumlu tutulacak ve suçlanacak o kadar çok kişi, kurum, grup veya araç buluyoruz ki!.. En akl-ı selim olanlarımız bile: “Eh... Ahir zamandır, elden bir şey gelmez” diyebiliyor. Böylece olan-bitenden kendini soyutlayabiliyor. Bugün kendi çocuklarımızı, gençlerimizi anlamaktan ne kadar uzağız! Oysa genç olmadan yetişkin olan var mı? Hiç hata yapmadan yaşayan kaç kişi vardır yeryüzünde? “Kişi, kendinden bilir işi” demişler. Bizler onların yerinde olsaydık, gerçekten farklı davranabilir miydik? Bugün olgunluk yaşlarında olan bir çok insan hiç genç olmamış gibi bir anlayışsızlık içinde. Evet maalesef çok büyük bir “ortam” sorunumuz var. Ancak, bu ortamla çatışmaya girmek veya tamamen kayıtsız kalmak neyi çözebilir?Suç Kimin?
İnsanların değişmesi için mutlaka ve öncelikle ortamın değişmesi gerekmez. Tarihin birçok döneminde olduğu gibi bugün de müslüman bir toplum, eğer dinini iyi algılayabiliyorsa her ortam içerisinde gençleriyle kendi değerlerini kucaklaştırmayı başarabilir. Sorunun birinci kaynağı olarak genel anlamıyla ortamı sorumlu tutmak, aslında bilinç altında bu sorunu çözmek istemeyişimizin, bizim de onlara özenmemizin bir tezahürü olabilir. İşte bu duruma özellikle dikkat etmek gerekir. Gençliğin içinde bulunduğu kaçış psikolojisini daha açık ifade edersek şöyle diyebiliriz: Gençler bizim gibi olmak istemiyorlar. Yani biz onlara model olamıyoruz. Evet, yeni nesiller bizimle veya bizim tasvip ettiğimiz kişilerle özdeşleşmek istemiyorlar. Aksine, manevi değerlerimize son derece ters düşen kişileri taklit etmeye yöneliyorlar. Hiç şüphe yok, hiç birimiz hemen örnek alınabilecek kadar mükemmel değiliz. Bir toplumun tümüyle mükemmel insanlardan oluşması da beklenemez. Ama eksik olan şey, bizdeki mükemmellik değil, sürekli içine düştüğümüz yöntem yanlışları. Ebruyu bilir misiniz, hani şu bizim milli süsleme sanatlarımızdan biri olan ebruyu? Sürekli hatırda tutmak istediğimiz bazı ayet ve hadisleri, güzel sözleri ebru ile süslenmiş levhalara yazarız da, o derin anlamları estetik bir güzellik içerisinde idrak etmeye zemin hazırlarız. Bizler galiba, ulvî değerlerimizi ebru üzerindeki bir hat gibi estetik ve cazip hale getirerek sunmayı unuttuk. Aksine, evlatlarımızı zorladık ve korkuttuk. “Zorlaştırmayın, kolaylaştırın” prensibini gözden kaçırdık. Emirler verdik. Uzun ve sıkıcı nutuklar attık. Onların idrak seviyesini dikkate almadan yığınla bilgiyi üzerlerine boca etmeye çalıştık. Gençler ve çocuklar bizi neden örnek alsınlar ki? Değerlerimizi nasıl sevebilsinler? Demek ki, gençlerimiz değerlerimizle değil, o değerlerin temsilcisi gördükleri bizlerle çatışıyorlar.Tufan Varsa Gemi de Var!
“Kendimizi ve evlatlarımızı ateşten korumak” için, içinde yaşadığımız sosyo-kültürel ortam her ne olursa olsun, sağlıklı-imanlı nesiller yetiştirmekle mükellefiz. Ve her şeyden önce bunu başarılabileceğimize yürekten inanmalıyız. Zaman geçirmeden harekete geçmeli, uygun araç ve yöntemler geliştirmeliyiz. Bugün gözden kaçırılan temel noktalardan biri de nasıl bir gençlik istediğimizi bilmiyor olmamız. Önce bu konuda bir karara varmak gerekiyor. Unutulmamalı ki, bizim gençlerimize ilişkin kararsızlıklarımız ve çelişkilerimiz doğrudan onlara yansıyor. Dolayısıyla, açık yüreklilikle ne istediğimizi bilip bilmediğimizi kendimize sormamız lazım. Müslüman aileler olarak kendi yaşantımızda kusurlarımız olabilir. Hatta bu anlamda kendi halimizi beğenmiyor, sadece günü kurtarırcasına yaşıyor olabiliriz. Ama güzel dinimizin kıyamete dek yeryüzünden kaldırılamayacağının bildirilmesi ideallerimizi gerçekleştirme adına bize ipucu veriyor: Demek ki her çağda bu ölümsüz değerlerimizin aktarımı mümkün olacak. Tufan ne kadar büyük olsa da, her devirde bir Nuh’un Gemisi bulunacaktır.