Çocuğun hayatında sosyal çevre kadar doğal çevre de önemlidir. İçinde yaşadığı toplum kadar, içinde yaşadığı tabiat da çocuğu etkiler ve ilgisini çeker. Ne var ki, toplumun büyük çoğunluğu, tabiat veya doğal çevreyle ancak hava kirliliği veya yoğun yağışlar söz konusu olduğu zaman alâkadar olurlar.
Günümüz toplumlarının pek çoğu, tabiatla içiçe olmak ve doğallık açısından geçmiş zamanlara göre gittikçe şanssızlaşmakta. Artık evlerde çiçek yetiştirenler bile azaldı. Evler, işyerleri, hastane koridorları gibi mekânlar, plastik çiçeklerin istilasına uğramış durumda. Nedenini anlamak güç ama bir çiçeğe su vermek, kuru yapraklarını temizleyip bakımını yapmak, tomurcuklanmasını, çiçek açmasını izleyip mutluluk duymak yerine, her gün naylon çiçeklerin tozunu silmek tercih ediliyor. Sonuçta da bir böcek görünce aklı başından fırlayacakmışçasına dehşete kapılan “mekanik” bir nesil büyüyor.
Doğaya İlgi İnsanın Fıtratında
Sevgiler türlü türlüdür. Doğa sevgisi de insan fıtratında yer alan sevgilerdendir. Doğa sevgisinin özü, “yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmek” hissinin uyandırdığı algılardır. İnsanlığa sunulan tabii varlıklar üzerinde düşünüldüğünde, insana ne kadar değer verildiği de idrak edilebilir. Çünkü yeryüzünde insan için gerekli olan her şey hazırlandaktan sonra insanın bu doğal ortamda yaratıldığı bildiriliyor. İnsan tabiattan uzaklaştıkça yabancılaşma da artıyor. Ya çocuklarımız; onlar için doğa ne ifade eder?
Hepimiz, öncelikle çocuklarımızın kalbinde imanın filizlenmesini, yani Yüce Yaratıcı’nın varlığının idrak etmelerini isteriz. Bu idraki oluşturmak için çocuğu doğa ile yakından tanıştırmak çok etkilidir. Şehirdeki hayata çocuk gözüyle bakıldığında, her şeyin insanlar tarafından planlandığı, yapıldığı, uygulandığı izlenimi edinilir. Evler, arabalar, yollar... akla gelen tüm yapay nesneler... Oysa çocuk gözünde, evde musluktan akan su ile dağdan kaynayan pınar farklı anlamlar taşır. Bu noktadan hareketle, yetişkinler çocuğa sonsuz kudret sahibi Yaratıcı’yı kavratmada tabiattaki olaylardan ve varlıklardan temalar sunabilirler.
Özellikle küçük yaştaki çocuklar kocaman dağların içinde veya ardında ne olduğu; büyük kayaların nasıl devrilmeden durabildiği, yıldızların neden dünyaya düşmediği, ırmakların denize aktığı halde nasıl olup da denizlerin taşmadığı gibi pek çok tabiat olayını merak ederler. İşte onların bu meraktan kaynaklanan soruları, onlara Allah’ı ve yaradılışı kavratmak için eşsiz fırsatlardır.
Doğayla iç içe olmanın başka faydaları da vardır. Çocuklar kırlarda kuş gibi koşarken, dağlara-tepelere tırmanırken, çimenlerde takla atarken, kırlarda gönlünce çiçek toplarken özgürlüğü tadarlar, becerilerini sınarlar. Stres atarlar, fazla enerjilerini deşarj ederler. Bazen de dinledikleri masalların buralarda geçtiğini hayal ederek, masalda sözü geçen canlı-cansız varlıkları görmeyi umarlar. Masal içinde yaşıyormuşcasına heyecanlanırlar, mutlu olurlar.
Kentlerdeki Seyirlik Tabiat
Madalyonun diğer yüzüne bakıldığında, şehirlerde doğal ortamların pek az olduğu görülür. Üstelik bunlara dokunmak ve hatta bazen seyretmek bile yasaktır. Sıkı kurallarla ve cezalarla korunurlar. Çimlere basılmaz, çiçekler koparılmaz. Piknik yerine veya hayvanat bahçesine parayla girilir. Basılması yasak çimenler sulanır, gübrelenir, büyüdüklerinde ise biçilerek çöpe atılır. İnsan bunu görünce bu çimlerin ve yapılan onca masrafın neye yaradığını sormaktan kendini alamaz.
Bir çocuk için şehirdeki bu seyirlik doğal varlıkların kıymeti ne olabilir? Basma! Dokunma! Sakın koparma!.. İkazlar ve canavar düdüklü bekçi amcaların tehditleri... Bu tavırla çocuklara tabiatı nasıl sevdirebiliriz?
Doğanın vazgeçilmez bir unsuru olan hayvanların, artık şehir çocuklarının dünyasında yapay oyuncaklar ve özellikle de “ayıcık”lar olarak yer alması ne tuhaf!.. Giysilerine, yatak örtülerine, battaniyelerine hayvan resimleri yerleştirerek çocuklara hayvan sevgisi kazandırıldığı zannedilir. Acaba gerçekten öyle mi?
Son yıllarda akıl almaz tedbirsizliğimizden kaynaklanan kuduz vakalarından sonra, kedi ve köpekler de neredeyse “evcil hayvan” imajından çıkıp, sokaklarda ölüm saçan tehlikeli yaratıklar sınıfına dahil oldu. Oysa pek çok çocuğun hayalinde bir evcil hayvan beslemek vardır. Anne-babalar asla izin vermezler, pek çok mazeretler öne sürerler. Çoğunlukla haklıdırlar da... Özellikle apartman hayatı insanlar için bile kafes gibiyken, hayvanlar için nasıl olabilir?
Çocuklarının taleplerine duyarlı ebeveynler ise kafese hapsedilmiş zavallı minik kuşları satın alıp evde beslerler. Hayvancıkların cıvıltısından bazen keyif alırlar, bazen de kafaları şişer, seslerini duymamak için banyoya kapatırlar. Kuşlar kafesten tabii ortamlarına kaçıverdiğinde ise üzülürler. İnsanoğlu ne tuhaf! Kafesteki kuşların cıvıltıları hep neşe ile şakımak olarak algılanır. Hayvancıkların hallerinden hoşnut olmayabilecekleri akla gelmez. Lâkin küçük çocuklar hep onları anlamak, onlarla konuşmak isterler...
Tabii ki hayvanlar doğal ortamlarında yakışırlar. Keyif almak için onları kafeslere hapsetmek sevgi ile bağdaşmaz.
Diğer taraftan uygun ortamda bir evcil hayvan besleme, çocuğun bazı değerleri tecrübe ederek kazanmasına zemin hazırlar. Mesela başkalarının sorumluluğunu alma, bakımını üstlenme, duyguları anlama ve paylaşma, oyun ve arkadaşlık edebilme, dostluk, sadakat, bağlılık gibi. Her çocuğun bir hayvan besleme imkanı olmayabilir. Çocuk hayvanlardan da korkabilir. Ama ya çok istiyorsa?..
Sanal Hayvan Trajedisi
Hatırlarsınız, bir zamanlar “sanal bebek” oyuncakları vardı. Tüm dünyada milyonlarca insan, küçük ve ekranlı oyuncaklarla hayali bir bebek veya hayvan besliyorlardı. İnsanlar kendilerini bu oyuna o kadar kaptırabiliyordu ki, sonunda hastalık derecesine tutkuya dönüşüyordu. “Sanal” hayvanı ölen insanlar gerçekten üzüldüler, ağladılar. Demek ki bu tür duyguları insanlar yaşamak istiyor, mutluluk duyuyorlar.
Çiçek, ağaç veya sebze gibi bitkiler yetiştirmek de çocukta üretim sürecinin anlaşılmasını kolaylaştırır. Gözlem ve mukayese etme imkanı bulur, doğaya katkı sağlar. Örneğin her yaş gününde çocuk kendi çabalarıyla bir ağaç fidanı dikse, çocuk büyüdükçe fidanları da hem büyüse hem de çoğalsa ne güzel olur!..
Bir başka örnek olarak da ilkokulda yapılan “fasulye çimlendirme” deneyi gösterilebilir. Çocuklar bu basit gibi görünen deneysel süreçte değişimi, canlanmayı, büyümeyi gözlemleyerek öğrenebilirler. Yine iş-teknik derslerinde naylon çoraba talaş doldurup adam kafası şeklini verdikleri ve saç kısmına da çim tohumu ekip suyun içinde bekleterek yeşerttikleri ilginç etkinlikler yer alır. Çocuklar bu işlerden hoşlanırlar.
Hayvanı Hortumla Sulamak
Köy hayatına dair hatıralar, nedense insanlara hüzünlü bir mutluluk verir. Çocuklarımızı bu mutluluktan mahrum etmemeli, daha sık doğa ile iç içe olma fırsatı hazırlamalıyız. Aksi halde tabiattaki muhteşem nizama yabancı, hayatı gibi duygu ve düşünceleri de yapaylaşmış nesiller önümüze çıkacak.
Hayatında hiç şehir dışına çıkmamış 8-10 yaşlarında bir kız çocuğunu, günün birinde ailesi dayısının yaşadığı köye götürür. Köydeki hayat ve ortam çocuğa çok ilginç gelir. Dayısının peşi sıra dolanıp durmaktadır. Sıra inekleri sulamaya gelmiştir. Köylü dayı küçük kızın kenarda beklemesini söyleyerek, inekleri getirir. Tulumbayı çekerek yalağa su doldurur. Hayvanlar su içerler ve köylü dayı onları tekrar götürür. Bir süre sonra küçük kız, dayısının inekleri ne zaman sulayacağını sorar. Köylü dayı soruya anlam veremez. Oysa şehirli küçük kız inek sulamanın, hortumla çiçek sulamak gibi bir iş olduğunu zannetmektedir. Mesela anlaşılınca köyü dayı gülmekten kendini alamaz.
Unutulmamalıdır ki, tabiat olmaksızın insan yaşayamaz. Yüce Allah’ın bize sunduğu doğal ikramları çocuklara tanıtmak, tattırmak, sevdirmek, tefekkürü ve teşekkürü öğretmek de bizim görevimiz. Bu görev her mevsimde ayrı bir güzellikte yerine getirilebilir ama özellikle şimdi tam zamanıdır!..