Aramak

Çocuklar ve Çiçekler

“Çocuk” kelimesine en güzel kafiye “çiçek”tir. Bu iki kelimedeki harflerin sayı bakımından birbirine denk olması da dikkate değerdir. Fıtrat bakımından da birbirlerine en çok benzeyen varlıklardır aynı zamanda. Narindirler, temizdirler, masumdurlar ve çocuğu da çiçeği de sevemeyecek bir insan olamaz yeryüzünde.
Dünden bugüne çocuklarımızdan, gençlerimizden yana şikayetlerimiz, dertlerimiz artarak devam ediyor. Bütün bu şikayetler, sızlanmalar, serzenişler onların daha erdemli, edepli, saygılı ve başarılı insan olmalarından başka bir amaç taşımıyor. Hiçbir ana baba çocuğunun hayırsız bir evlat olarak yetişmesini istemez. Fakat bu istek sadece bir arzu ve ümit olarak kalırsa, gerekli gayreti sarf etmez isek sonuçlar hiç de beklenildiği gibi çıkmayacaktır. Çocuklarımıza arzulanan davranışlar kazandırmak için ebeveynler olarak üzerimize düşeni ne kadar yerine getiriyoruz? Öncelikle cevabı bulunması, üzerinde düşünülmesi gereken soru bu olmalıdır. Konuya bir başka açıdan baktığımızda şöyle bir soru da sorulabilir: “Hayırsız olan çocuklar mı, yoksa ana babalar mı?” Pek çok eğitimci ve rehberlik uzmanına göre aslında hayırsız çocuklar yok, hayırsız ana babalar vardır. Çocukların bize birer emanet olarak gönderildiğini ve üzerimizdeki haklarını unutmazsak; özellikle de “Hiç bir ana baba evladına iyi bir eğitimden ve iyi bir ahlâktan daha değerli miras bırakamaz” düsturu çocuğa bakış açımızın serlevhasını oluşturursa, çocuklarımızın hem dünya hem ukba saadetini kazanmaları konusunda bizler de görevimizi ifa etmiş olmanın vicdan huzuruna ereriz. Güzel ahlâk ve edep mayası çocuklarımızın elini uzattığı her işte kendini hissettirecektir. “Sen seversen yavrunu, o da sever yavrusunu” sözünde olduğu gibi çocuk, kendisine örnek aldığı güzel düşünce ve davranış modelini kendisinden sonrakilere ve başkalarına yansıtma durumunda olacaktır. Kimin heybesinde ne bulunursa onu saçacaktır üzerinden geçtiği topraklara... İlgisizlik soldurur “Çocuk” kelimesine en güzel kafiye “çiçek”tir. Bu iki kelimedeki harflerin sayı bakımından birbirine denk olması da dikkate değerdir. Fıtrat bakımından da birbirlerine en çok benzeyen varlıklardır aynı zamanda. Narindirler, temizdirler, masumdurlar ve çocuğu da çiçeği de sevemeyecek bir insan olamaz yeryüzünde. Çocuklar ve çiçeklerin solgunluğu, susuzluktan ziyade sevgi mahrumiyeti ve ilgi yokluğu ile başlar. Yani maddi ihtiyaçları kadar çocukların manevi ihtiyaçlarının da karşılanması gerekir ki hakikaten sağlıklı insan olabilsinler. Sevgi ve ilgi görmemiş bir çocuğun her türlü maddi ihtiyacı karşılansa bile tek kanadıyla olduğu yerde çırpınan bir kuş misali ötelere, yani hayata uçmayı başaramayacağı bir gerçektir. Aile ortamında sevgi tatmamış, ilgi görmemiş çocuklar bu ihtiyaçlarını başka yerlerden karşılama yoluna gideceklerdir. Sonrasında da maddi olarak kazanılan hastalıklar gibi yanlış ve kirli kaynaklardan onlara sunulan sevgi ve ilgi de manevi dünyalarını zehirleyecektir. İlk çizgiler silinmez “Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun” diyerek, insan hayatının her evresinde çocukluk döneminde yaşanılanların derin izlerinin devam edeceğini ne güzel özetlemiş Sezai Karakoç. “Çocuk yedisinde ne ise yetmişinde de odur” atalar sözü de bu anlamda çocukluk döneminde kazanılan olumlu veya olumsuz davranış biçimlerinin hayatın tamamında etkisini göstereceği yönündedir. Mademki çocuk boş bir levha, şekil verilebilecek bir hamurdur, onun üzerine yazılacak her bir cümlede ve ona verilecek her şekilde öncelikle ailenin rolü önemlidir. İyiyi, güzeli, doğruyu, edebi, ahlâkı ve daha birçok insanî özelliği çocuklarımıza sözle belletmekten ziyade davranışlarımızla öğretmeye çalışırsak etkisi ve ömrü uzun olacaktır. Bu anlamda; “Çocukların nasihatten çok iyi örneğe ihtiyaçları vardır.” buyruğunu hem çocuklarımız hem de kendimiz için her daim hatırlamak gerekir. Unutulmaması gereken şudur ki, çocuk ailede aldığı ilk davranış ve düşünce biçimini bir ömür devam ettirecektir. Aile ortamı çocuğun erginliğe, yetişkinliğe ve hayata hazırlandığı bir pist gibidir. Eğer gerektiği şekilde hazırlanmış ise, zaman zaman irtifa kaybı yaşanmış olsa da varması gereken menzile er ya da geç mutlaka ulaşacaktır. Dünyaya gönderilen insan yavrusu eğitimle “insan” olma vasfını kazanır. Ona ilk ve en önemli eğitimi veren de annedir. Anne çocuğun ilk öğretmenidir. Sevgiyi, merhameti, şefkati, edebi, ahlâkı kısaca insan olma eğitimini çocuk öncelikle anneden alır. Seviliyorsa sevmesini, merhamet görüyorsa merhamet etmesini, ne öğrenirse onu yansıtır hayatına. Sevgiden mahrum olarak yetişmiş çocuklar ise kindar ve nefretle bakarlar etrafındaki her varlığa. “Bana iyi analar verin, size iyi vatandaşlar vereyim” diyen düşünür, anaların çocuk üzerinde ne kadar etkili olduğunu veciz bir şekilde dile getirmiştir. Önce annelerin “iyi insan” olması gerekiyor ki yetiştirdiği çocuklar da iyi insan olabilsinler. Daha fazla kazanmak, daha iyi hayat şartları elde etmek amacıyla çocukların ana sevgisinden mahrum bırakılması, dahası çocuğun bu çağda bir “sorun” olarak görülmesi, onların hayata küskün bakışlarla yürümelerine vesile oluyor. Bu bizim suçumuz Evinde gerekli ilgi ve sevgiyi göremeyen çocuklar sokaktan uzatılan ellere kolayca sarılabiliyor. Çünkü ihtiyacı olan ilgiyi orada bulduğuna inanıyor. Maskeli yüzlerin ardından uzanan eller ise bir süre sonra o masum çiçeklerin solmasına sebep oluyor. Bana dokunmayan bin yaşasın anlayışı içinde olmanın yanlışlığını, zararın gelip bize dokunduğunda anlayabiliyoruz ancak. Çünkü maneviyatını kaybetmiş, edep ve ahlâktan yoksun, sevgiden ve ilgiden uzak yetişmiş olan insanlarla aynı toplum içindeyiz ve her an onların olumsuz davranışlarından etkilenebiliyoruz. Sınıfta, otobüste, yolda, iş hayatında, her yerde karşımıza çıkabiliyorlar. Kimi zaman ruhumuzu inciten, kimi zaman da hayatımıza kast eden tavırlarıyla bu insanların düştükleri üzücü durumdan dolayı her ferdin kendisine sorması gereken sorular olduğunu unutmamak gerekir. Suçlu görmek, ötelemek, itelemek ilgilenmemek insana yakışmayan tavırlardır. Yaşadığımız toplumdaki olumsuzlukların ortadan kaldırılması için biz üzerimize düşeni yapıp yapmadığımıza dair kendimizi sorgulamak durumundayız. Önce kendi çocuklarımızla, sonra da elimizin ulaşabilecekleriyle ne kadar iletişim kurabiliyor, ilgilenebiliyoruz diye sorumluluk duygusu içinde kendimizi yoklamalıyız. Onlar bizim çocuklarımız. Çıkardıkları bir yangın mahallemizi, şehrimizi tehdit edebileceği gibi, hayırlı davranışları da yarınlarımızı imar edecektir. Uzaklarda değiller, yan yana, iç içeyiz onlarla. Aynı toprak üzerinde, aynı bahçedeki çiçekler her biri. Solgunluk değil, tazelik ve dirilik onların hakkı... Onların etraflarını saran ayrık otlarını temizlemek, güneşe dönük yüzleri önünde gölge olabilecek ne varsa ortadan kaldırmak gibi bir sorumluluk taşımamız gerekmez mi? Çünkü çiçektir çocuklar; ikisini de ilgisizlik soldurur. Solmasınlar.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy