5. Hikmet: Allah Teâlâ’nın kefil olduğu şeyle uğraşıp, senden istediği şeyde, amel ve ibadetlerinde kusur etmen basiretinin kapalı olduğuna delildir.
[Said Ramazan el-Bûtî merhum, bu hikmetin şerhine, kulluk mesuliyetinin ehemmiyetine dikkat çekerek başlamış, bir aile reisinin asıl vazifelerine dair kafa karışıklığını gidermenin yollarını göstermişti. Devam ediyoruz.]
Evvela kendisinin, sonra hanımı ile çocuklarının sorumlu olduğu dinî vecibeleri özümseyen aile reisi, sonra dinin esaslarını tahsil eder. İslâm akaidini delilleriyle birlikte öğrenerek ruhunu besler. Evvela Kur’an okumasını beller, ardından da olabildiğince Kur’an tefsirini okumaya girişir. Hanımı ile çocuklarına Rabbi’nin emri doğrultusunda İslâmî terbiye verir. Bu süre zarfında rızkını temin gayesiyle Allah’ın kendisi için takdir ettiği sebeplere yapışır. Cenâb-ı Hakk’ın sunduğu imkânlar ölçüsünde meşru yoldan rızkını kazanmak için de canla başla çalışır. Şüphe yok ki, canla başla çalışmak zâhiren dünyevî bir çaba gibi görünse de, hakikatte Allah’ın onu sorumlu kıldığı vazifenin ayrılmaz bir parçasıdır. Özellikle rızık peşinde canla başla çalışırken niyeti Allah Azze ve Celle’nin çağrısına icabet ise... Şu âyet-i kerîmede de beyan olunduğu üzere: “Yeryüzünü sizin için kullanışlı hale getiren O’dur. Üzerinde dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyip için (ama unutmayın ki) dönüş yalnız Allah’adır.” (Mülk 15)
Malumdur ki, izah ettiğim usul ve söylediğim niyete bağlı kalarak canla başla çalışmak, Allah yolunda bir tür cihad olarak da kabul görür.
Taberânî rahmetullahi aleyh, Mu‘cemu’s-Sağîr ve Mu‘cemu’l-Kebîr isimli hadis eserlerinde, Ka’b b. Ucre radıyallahu anhundan şöyle rivayet etmektedir:
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem, birkaç sahabi ile çarşıya çıkmıştı. Erkenden işe koyulan ve bütün gayretiyle, canını dişine takarak çalışan bir adama rastladılar. Onlardan biri, “Yazık şuna, keşke şu çabayı Allah yolunda gösterseydi!” dedi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu:
“Bir kimse küçük çocuklarının rızkını temin için çalışmaya çıkarsa, Allah yolundadır. Yaşlı anne ve babasının iaşesini temin için çıkarsa, Allah yolundadır. Nefsini harama karşı korumak için çıkarsa, Allah yolundadır. Ailesinin geçimini temin için çıkarsa, Allah yolundadır. Yok eğer gösteriş ve başkalarına karşı övünmek veya sırf malını çoğaltmak için çıkarsa şeytanın yolundadır.”
İbadet kavramı sadece namaz, oruç, hac, nafile zikir, Kur’an kıraati ile herkesçe bilinen amellere mahsus değildir. Bunların yanı sıra Allah ile yakınlaşmaya vesile olan her şey ibadet kapsamında değerlendirilir. Bu niyet gerçekleştiği vakit zanaat ve ticaret, ziraat ve çiftçilik, marangozluk gibi her türlü işler ibadetin ayrılmaz bir parçası olarak kıymet kazanır. Bu niyeti muhafaza ile İslâm’ın hâkim olduğu bir siyasî nizamda siyasetin tehlikeli sularına dalmak ve sorumluluk üstlenmek de ibadetin özü ve esasıdır.
Şu noktayı gözden ırak tutmamalıdır: Allah’ın rızasını gözetme kastıyla yapılan işlerin ve çabanın meşru ve mübah dairede olması şarttır. Ayrıca bütün bunların namaz, oruç gibi İslâm’ın temel rükünleri ile bunların sünnetleri ve âdâbını da kapsayan temel vazifeleri layıkınca ifadan sonra gelmesi gerekir. Yani öncelik sıralamasına uymak olmazsa olmazdır. Bütün bunların başında da, Kur’an ve sünnette örnekliğini bulabildiğimiz İslâm’ı, İslâm şeriatının temel hükümlerini ve her mümini alakadar eden konuları öğrenmek gelir.
Bu öncelik ve sonralığa uyulmazsa; yani İslâm’ı öğrenmekten, akaid esaslarını ve hükümlerini anlamaya çalışmaktan yüz çeviren, namazdan ve erkânından gafil bir kimsenin siyasî çabaları, zanaat ve ticaret peşindeki olağanüstü gayreti nasıl olur da Allah yolunda gayretten sayılabilir? Nasıl olur da ibadet ve Allah’a yakınlığın renklerinden bir renk olarak değer kazanabilir?
Böyle biri, dünya için çalışıp çabalarken Allah Azze ve Celle ile yakınlaşma niyetini yapmamış demektir. Kaldı ki böyle bir niyete sahip olsaydı, bu niyet onu ilim ve zikir meclislerine sevk edici bir rol oynardı.
Canlarını dişlerine takarak sadece dünya için çalışıp çabalayan sözümona günün kahramanları, Allah Resûlü’nün Allah yolunda olmakla nitelediği kimselerden ne çok uzaktır! Böylelerine baktığımızda, unutarak veya kasten Allah Teâlâ’nın emirlerinden, yaratılma sebebi olan vazifelerinden yüz çevirdiklerini görebiliriz. Lüksün ve hazzın her türünü elde etmek, zenginlik yarışında öne geçmek için kafa patlattıklarına şahit olabiliriz. Halbuki böyleleri dinlerinin en temel meselelerini bilmez. Onlar nezdinde Allah Azze ve Celle katından kendilerine gönderilen Kur’an’ın mesajı unutulmuş, adeta bir köşeye atılmıştır. İlâhî mesaj dillerine yabancılaşmış, manası kendileri için bilinmez bir hâl almıştır. Böyleleri tam olarak İbn Atâullah kuddise sırruhûnun “Allah Teâlâ’nın kefil olduğu şeyle uğraşıp, senden istediği şeyde, amel ve ibadetlerinde kusur etmen basiretinin kapalı olduğuna delildir” cümlesindeki manayı doğrulamaktadır.
Bakın ne diyeceğim: Bu zenginlerin birçoğu, nikâh merasimi veya benzer mutlu günleri münasebetiyle ardı arkası kesilmeyen davetlerine iştirak etmem için ricacı oluyorlar. Bu cemiyetlerden bazıları da sizin de bildiğiniz şatafatlı salonlarda yapılıyor. İmkânım ölçüsünde bu davetlere icabet de ediyorum. Yalnız, bu zengin davet sahiplerine ve merasimde bulunan diğer zenginlere hitap ederken şu cümleleri kuruyorum:
“İşte, ben gücüm yettiğince davetlerinize icabet ediyorum. Peki benim davetime siz de icabet edecek misiniz? Biliyoruz ki sizin davetleriniz, nefsin hazlarını tatmin yarışında bir adım önde olmak gibi dünyalık bir gayeye yönelik. Benim davetim ise, sizi Allah Azze ve Celle’nin adıyla, sizi O’na yaklaştıracak ilmî bir ders halkasına çağırmaktan ibaret. Bu vesileyle inşallah siz de dünyanın gürültü patırtısından kurtulur, zikrullahla tazelenip kendinizden geçeceğiniz bir dereceye çıkarsınız.”
Sonra hüsnü zannımı muhafaza ederek davetime icabet bekliyorum. Bu Hikem şerhi dersime veya diğer derslerime gelen binlerce talebeyi gözlerimle adeta tarıyorum. Ve fakat Allah rızası için şu kapıya gelenler sadece gençlerden ve dar gelirli sıradan vatandaştan ibaret. O bahsettiğimiz sözümona seçkinlere gelince... Bu tür ilim meclislerinde onlardan kimseyi göremiyorum. Onlar müsrif merasimlerine davet etmede pek mâhirler. Davetlerine icabet etmediğim, meclislerine gitmediğim takdirde beni kınamakta da öyle. Ne acı ki yaratılma sebepleri olan büyük ve mukaddes vazifeyi yapmaya imkân sağlayacak meclislere varmaya ise yol bulamıyorlar, o yolları bilemiyorlar.